ENİ-KOGAS’ın Rumlar adına başlattığı sondaj çalışmalarına paralel olarak Türk tarafı en başından beridir uyguladığı politika ışığında mukabil adımlar attı. Türk tarafının yaşanan gelişmelere seyirci kalması, “Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’taki egemenlik haklarından vazgeçildiği” sonucunu da doğurabilirdi. Yaşananlar gösterdi ki doğal kaynakların sahipliği konusunda hali hazırda var olan sorun henüz çözüme kavuşturulamamıştır.
Olaylar üzerinden değerlendirme yapmak bazen insanları kontrpiyede bırakır. Kıbrıslı Rumların tek taraflı sondaj çalışmalarına devam etmesinin ve Türk tarafının mukabil adımlar atmasının ardından Kıbrıslı Rumlar önceden planlanmış bir görüşmeye katılmama tavrı sergiledi. Bu ardışık üç olayı yorumlama ihtiyacı ile kimimiz Kıbrıslı Rumları suçladık kimimiz ise Türkiye’yi. Bu yaklaşımlar sadece siyasi tavırlarla değil aynı zamanda duygularla da ilintili idi. Kıbrıslı Rumları suçlama dürtüsü ile siyaset yürütenler de Türkiye’yi suçlama dürtüsü ile hareket edenler de kendilerine göre somut donelere sahiptiler ve siyasi formasyonlarının gereğini yaptılar.
CTP ise farklı bir yaklaşım sergileyerek sorunun değil çözümün bir parçası olmak arzusunda olduğunu yaklaşımları ile ortaya serdi. Böylelikle, krizlerden değil somut ilerlemelerden medet uman bir parti olduğunu bir kez daha ispatlamış oldu.
Siyaseti propagandaya indirgeyenlerin Kıbrıslı Rumlara ya da Türkiye’ye dönük açıklamalarla krizden siyasi rant sağlama çabalarına inat biz tavrımızın odağına federal çözümü koyduk.
İlk gün yaptığımız açıklamada ortaya koyduğumuz tavır hızla toplumun geneline yayıldı ve sorunun tüm taraflarına da rahat bir nefes aldırdı.
Ne demişti CTP?
“Çözümsüzlük koşullarında gündeme gelebilecek her türlü olumsuzluğu ortadan kaldırmanın yegâne yöntemi bize göre müzakerelere dört elle sarılmak ve itidalle uyuşmazlıkları ele almaktır. Bugün yaşanan gelişmeler iki kesimli ve iki toplumlu federal çözümün önemini bir kez daha ortaya çıkarmıştır”.
Genel Sekreterimiz Kutlay Erk’in açıklamasında BM’ye de önemli bir çağrı vardı:
“BM derhal devreye girerek krizi önlemeli”…
BMGS Kıbrıs Özel Temsilcisi Eide ile yaptığımız görüşmede bu yaklaşımımızın ne kadar doğru olduğunu gördük.
Bir süredir uluslararası basın Kıbrıslıları, “Akdeniz’in Norveçlileri” olarak tanımlıyor. 18 Şubat tarihli İngiliz Daily Telegraph gazetesi, Kıbrıs açıklarında 60 trilyon metreküp civarında doğalgaz olabileceğini ve bunun Kıbrıslıları “Akdeniz’in Norveçlileri” haline getirebileceğini yazmıştı.
Eide’nin Özel Temsilci olarak atanması tesadüf değildir. Bir dönem Norveç Dışişleri Bakanlığı görevini de yürüten Eide, CTP’ye yaptığı ziyarette krizin taraflarını suçlayıcı bir dil kullanmadı, her iki tarafın da haklı yanları olduğu üzerinde durdu ve doğal gaz ile ilgili sıkıntıların aşılması için tek alternatifin “çözüm” olduğuna vurgu yaptı. Benzer tavrı çok büyük bir ihtimalle Güney’deki temaslarında da ortaya koydu.
Nitekim CTP’nin DİSİ’ye yaptığı ziyaret de çok olumlu bir havada gerçekleşti. Taraflar birbirlerini suçlamak yerine en kısa zamanda çözüme ulaşmanın önemi üzerinde durdu. Büyük bir ihtimalle bugün (Pazartesi) AKEL ile yapılacak görüşme de benzer bir havada gerçekleşecek. AKEL tarafından Kıbrıs Türk basınına servis edilen Hristofiyas’ın açıklamasındaki şu ifadeler kayda değerdir: “AKEL Kıbrıs sorununa çözüm bulunması için yapılan görüşmelerin kesilmesini önermemektedir”.
Öyle görülüyor ki CTP’nin krizden siyaseten nemalanmak yerine krizin aşılması için ortaya koyduğu çaba etkili oluyor ve müzakerelere ilişkin belirsizlik kısa sürede ortadan kalkacak.
Cumhurbaşkanlığı seçimine gidilirken bir kez daha sormakta yarar vardır: Mevcut sorunun yarattığı sıkıntılı olaylar üzerinden kısır iç siyasi söylemler mi yoksa “bölgesel işbirliği ve barış vizyonu” doğrultusunda atılacak somut adımlar mı? CTP barış için savaşmayı değil barış için barışmayı tercih ediyor. Hadise budur.