Kuzey Kıbrıs halkı yaşamının tüm alanlarında hiç bu kadar kötü koşullar altında olmamıştır…
Kıbrıs sorunundaki belirsizlik halkın ilerisini görebilmesine engel; gençler yurdunu terk ediyor… Bir Cumhurbaşkanı (CB) var ama lider değil; Ankara Hükümetinin buralardaki gözcüsü… Sözcüsü bile değil çünkü kendine has konuşma tarzı sözcü olmasında büyük riskler taşıyor… Dolayısıyla, Rum tarafı ile muhatap doğrudan Ankara hükümetinin olduğu döneme girdik…
Kıbrıs sorunu çözüm sürecini canlandırmak için ısınma hareketlerini BM başlattı; önümüzdeki aylarda başlangıç vuruşu için de düdüğü çalacak… Süreçte Kıbrıslı Türklerin temsilcisi şeklen görüntüye girecek ama ipler Ankara hükümetinin elinde olacak… Ve zamanında Padişah Abdülhamit Osmanlı’nın çıkarları için Kıbrıs’ı İngilizlere kaça kaç vermişti; şimdilerin Abdülhamit hayranlarının Kıbrıs’ı Türkiye’nin yüce siyasi ve ekonomik çıkarları için ne yapar acaba diye endişelenmemek elde değil… CB Tatar’ın endişesi yok ama çünkü halkına saygısı yok… Ve saygı olmayınca sevgiden söz etmek mümkün değil…
CB Tatar, Türkiye kazan, kendisi kepçe, gezip dolaşıp duruyor; protokol düzenine göre hiçbir zaman muhatabı olmayacak kişilerin ve örgütlerin hazırladığı kazanlarda bir garip kepçe… CB olduğu KKTC’ye ve uluslararası siyasetin kendine yakıştırdığı “Kıbrıslı Türklerin lideri” statüsüne saygısı olsa makamının ağırlığını bu denli hafifletmezdi. KKTC’yi ve Kıbrıslı Türkleri sevdiğini söylemesi de boş laf; saymadığını sevemez insan…
Hükümete gelince… KKTC’de ekonomi kötü, iç güvenlik kalmamış, devlet hizmetleri yerde sürünür, eğitim perişan, sağlık hizmetleri kronik hasta, partizanlık yoğun, rüşvet ayyuka çıkmış, her türlüsünden kaçakçılık fing atar… Gençler göç yollarında, işsizler milliyetçilerin “gavur tarafı” dediği Güney Kıbrıs’ta iş peşinde… Üniversite öğrencisi diye ülkeye gelen önemli sayıda yabancı “öğrenci” üniversiteye uğramıyor bile ve birçok cürümlerin failleri de onlarda oluyor. Kara para aklama işleri tam gaz gidiyor… İnterpol tarafından aranan uluslararası suçlular için “güvenli cennet” olmuş buralar… Kıbrıs sorununun çözümünde Kıbrıslı Rumlara kendi topraklarından bir kısmını vermeyi kabullenmeyip “Çakıl taşı bile vermeyiz” diyenler yabancılara emlak ve arazi satışının vardığı (TC Dış İşleri Bakanı Fidan’ın tabiriyle) endişe verici boyutu önce “Sırf muhalefet olsun diye söylüyorlar, abartıyorlar, denetimimiz altındadır her şey” diye savuşturmaya çalıştılar; Türkiye siyasetinin ve hükümetinin baskısı gelince de “E, peki, denetim altına almak için bir şeyler yapacağız” demeye başladılar. Ne yapacakları ise henüz belli olamadı; atı alanlar Üsküdar’ı geçmeye devam ediyor… Halka saygıları yok, “Kan ile aldık, kan ile suladık” dedikleri vatana bile saygıları yok; sevgileri de olamaz zaten…
Çok mu zor ekonomiyi düzeltmek?! Hiç de değil… Ekonomik sorunlar yabancı paralar karşısında sürekli eriyen TL kullanımından kaynaklanıyor ve bir de yönetim beceriksizliğinden… Türkiye’nin kendi ekonomisini toparlaması için yabancı para girdisine ihtiyacı var; dolayısıyla uluslararası pazarlara sunduğu mal ve hizmetlerde kolay rekabet edebilir fiyatlarla bu pazarlarda azami kapasitede yer alması gerekiyor. Eriyen TL, Türk ekonomisini kısa sürede toparlamak için bir unsur ancak erime süreci ve geri dönüşün uzak olmadığı bir denetim kurgulamak ve uygulamak gerek… Şu andaki ekonomi yönetim stratejisi özetle böyle… İhracattan, turizm gelirlerinden, yabancı sermaye girişlerinden Türkiye ekonomisine döviz girişi arttıkça TL’nin erime süreci yavaşlayıp durağanlaşacak ve belki de TL’den üç sıfır atılabilecek… KKTC’ye gelince ise, ithalat ihracatın on katı ve yoğun olarak da yabancı para biriminden; yani yapımız Türkiye’nin tersi… Bakmayın öyle Türkiye’den ithalatın TL’ye çevrilmesi işine; döviz bazlı fiyat ile TL fiyat arasındaki fark ihracatçıya bir şekilde ödeniyor… Kayıt dışı ekonomi de büyüyor… Dolayısıyla, mevcut ekonomik iklimde TL’nin denetimli erimesi Türkiye’ye yabancı para girişini artıracağı için ekonomisini toparlayabilir ama KKTC’de ekonomiyi gün-be-gün çökertir.
Hükümet halkına saygı duysa, ekonomiyi bir an önce istikrarlı bir muhasebe birimi üzerinden kurgulayıp yönetmeye başlayacaktı… Ama Ankara hükümetinden korkuları kendi halklarına saygıyı ortadan kaldırıyor; saygı yoksa, sevgi de yok… Ne var peki?! Göz göre göre yalandan vaatleri ardı ardına dizmek… Sokak lambalarının çalışmasını sağlayamayanlar KKTC halkının geleceğinin parlak olacağını söylüyor. Halkın satın alma gücü eriyor, hükümet vergileri artırma derdinde; ekonomiyi büyüteceklermiş… Depreme mukavim olmayan kamu binalarının güçlendirilmesi meymene-mesmene… KKTC insanı konut satın alamıyor; sosyal konut projeleri varmış… Olsa, kim ödeyebilecek?! Yeni evlenen gençler kiracı bile olamıyor; aile bütçeleri yetmiyor. Bu halkı saymıyorlar ve dolayısıyla da sevmiyorlar.
Hükümette Kuzey Kıbrıs halkının yaşadığı sorunları ortadan kaldıracak bir niyet ve heves de görünmüyor. Halkının dertleri ile dertlenmiyor, gaileleri de yok… Ödev ve görev muhalefette… Nasıl ki Vicdani Ret konusunda süratle yasa önerisi hazırlayıp, meclise getirdiler, halkın genelinin yaşadığı sorunlara karşı da köklü çözüm önerilerini halkla paylaşmaları, yasal değişiklik gereken hallerde önerilerini süratle meclise vermeleri ve bir süre önce başlattıkları demokratik sokak eylemlerini de sürdürmeleri gerekiyor… Hükümet muhalefetin yasa önerilerini reddedebilir, hükümet eylemlerden gocunmayabilir; halka saygıları ve dolayısıyla sevgileri olmadığı için bunları yapabilir… Muhalefet ise halka saygı ve sevgisini meclis kürsüsünden ve sokakta başarılı şekilde gösterdiği gibi ve “Meclis sokakta – Sokak mecliste” düsturunu da halka aktardığı gibi, halkın yaşamını karartan tüm olguları çözmek için yasal değişiklik önerilerini süratle meclis gündemine taşımasına ihtiyaç vardır.
Halk manen ve madden tükeniyor; ona saygı duymayıp sevmeyenler halkı tüketiyor. Muhalefet halkı saygısı ile sahiplenip sevgisi ile korusun… Beklenti ve ihtiyaç ve çözüm bu…