Şevki Kıralp
sevkikiralp@gmail.com
Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken, mevcut şartlar hiçbir adayın ipi partiler-arası ya da partiler-üstü bir ittifak olmaksızın göğüsleyemeyeceğini göstermektedir. Partiler-arası ittifak politikalarının nasıl şekilleneceği şu an için belirginlik kazanmadı ve saflar mevcut koşullarda neredeyse kaçınılmaz görünen ikinci tura kadar da tam olarak netleşmeyecek. 2015 seçimlerinden buyana bazı koşulların net olarak değiştiği ortada. Örneğin, Kıbrıslı Rum lider Nikos Anastasiadis müzakerelerdeki esas sorunu beklenenin aksine güvenlik-garantiler başlığında değil, siyasal eşitlik konusunda çıkardı. Doğalgaz gerilimi şimdiye kadarki en yüksek seviyeye ulaştı ve bölgede Türkiye’ye karşı bir tür enerji jeopolitiği ittifakı kuruldu. Türkiye hükümeti “federasyon harici modellere de açığız” tabirlerini daha sık vurgulamaya başladı. Fransa Anastasiadis hükümetiyle bir anlaşma imzaladı ve güney Kıbrıs’ta deniz üssü açmaya hazırlanıyor. ABD Senatosu, Kıbrıs Rum tarafına “Rusya’yı gözden çıkar, bize iyi bir müttefik ol, biz de doğu Akdeniz’de sana daha fazla destek olalım” teklifi yapılması yönünde bir karar aldı. Gerek Suriye politikasındaki farklılıklar, gerekse S-400 meselesi, Türk-Amerikan ilişkilerinde ciddi zorluklar getirmektedir. İç siyasetimizdeyse farklı çözüm modellerini savunan hükümet ve Cumhurbaşkanı arasında ciddi bir gerilim yaşanmaktadır. Hükümetin olası aday ya da adayları yanında, dörtlü koalisyon hükümetinin bozulma sürecinin irtifa kazandırdığı siyasi aktörlerden biri Serdar Denktaş oldu ve kendisi de olası adaylar arasındadır. CTP seçime kendi adayıyla katılacağını duyurdu. Bunun yanında, güçlenmekte olan YDP de seçime kendi adayıyla gireceğine dair bazı açıklamalar yaptı. Ve elbette, geçen seçimi ikinci turda %60 oyla kazanan Mustafa Akıncı da olası adaylar arasında.
Mevcut hükümet, protokolünde Kıbrıs Sorununda “AB çatısı altında iki devletli çözüm” tezini benimsediğini yazmıştır. Bunun hem Türkiye’nin Batı ile ilişkileri, hem bölgede Türkiye aleyhine kurulan ittifaklar, hem Kıbrıs Rum toplumunun Kıbrıs Sorununa genel yaklaşımı, hem BM parametreleri, hem BM Güvenlik Konseyi’nin karar alma şekli, hem de AB’nin karar alma şekli açısından federasyondan çok daha zor olduğu ortada. Tartışmalar yükseldikçe bu zorluklar daha da sık ifade edilecektir. Seçim döneminde “federasyon mu iki devletlilik mi?” tartışması da sık sık yapılacaktır. Fakat seçimin ve siyasal mücadelenin sadece çözüm modelinin ne olacağıyla sınırlı kalacağını iddia etmek mümkün değildir. Örneğin, Mustafa Akıncı’yı göreve getiren %60’lık kesimi ne “sol” diye tanımlamak doğru olur ne de “federalist blok” diye. Bu toplumda federalist olsa da solcu olmayan, piyasa ekonomisini savunan çok sayıda insan var. Ayrıca, Akıncı federalistlerin oyunu kendisi de federalist olduğu için kazandı, ancak seçimi federalist olduğu için kazanmadı. Yüzdelikler bize kesin olarak gösteriyor ki, hem ikinci turda hem de ilk turda UBP ve DP’den oy kaçırdı. Bu iki partinin tabanlarında federal çözüme mesafeli dursalar da Kıbrıs Türk toplumuyla Türkiye arasında eşitler ilişkisi kurulması ve laiklik gibi konularda hassas olup Akıncı ile bu noktalarda buluşan kesimler de mevcuttur. Gidişat yakın vadede federal bir çözümün zor olduğunu, iki devletli, hele de “AB çatısı altında iki devletli” bir çözümünse çok daha zor olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla yaklaşan seçimler sadece federal çözümle iki devletlilik arasında bir tür referandum olarak ele alınmamalıdır. Türkiye ile ilişkiler de, demokratik ve sosyal duyarlılıklar da bu seçimde belirleyici faktörler arasında olacaktır.
Seçimlerin federalizm ile iki devletlilik arasındaki rekabet boyutu
Şartlar bugün geçmişten biraz farklı olsa da, Kıbrıs Türk siyasetinde Kıbrıslı Rumlarla aynı egemenliği paylaşmak (federal çözüm) yerine iki ayrı egemenliği esas alan çözüm modelini savunacak olan çevreler ilk kez ortaya çıkmayacaktır. Öte yandan, dörtlü koalisyon hükümeti döneminde federal çözüme fiilen ve vurgulu biçimde sahip çıkan seçilmiş yetkililerin sayısının çok fazla olmadığı da ortada. Bu dönemde federasyona esasen sahip çıkan seçilmiş yetkililer Cumhurbaşkanı Akıncı ve CTP’nin Kıbrıs çalışma grubuydu. CTP ve TDP’nin tavırları federalist çizgiden yana olsa da iki partinin liderlikleri dörtlü koalisyon döneminde federal tezi çok da ön plana çıkarmadı. Yeni hükümet kurulur kurulmaz Başbakan Tatar “Türkiye federal bir anlaşmanın masada olmasını ama farklı ve alternatif görüşlerin de masaya gelmesini savunuyor, biz de aynı görüşteyiz, Cumhurbaşkanı Akıncı ise daha çok federal temelde bir anlaşmadan yanadır, dolayısıyla ona biraz ayar vermek gerektiğini düşünmekteyiz” açıklamasını yaptı. Cumhurbaşkanıysa “bana ancak halk ayar verebilir” cevabını verdi.
Yeni hükümetin üst düzey yetkililerinden bir diğerinin, ciddi tartışmalara yol açan yemek masasında Cumhurbaşkanı’ndan habersiz bulunması da toplumda doğal olarak tepkilere yol açtı. Bir an için senaryoyu ters çevirmemiz durumun sağlıksızlığını görmemize yardımcı olur. Örneğin görevde federasyon karşıtı bir Cumhurbaşkanı’nın, iktidarda ise federasyon yanlısı bir hükümetin yer aldığını, mevcut hükümetin partilerinin şu an muhalefette olduğunu ve bu hayali hükümetin bakanlarından birinin Kıbrıslı Rum liderle bu hayali Cumhurbaşkanından habersiz gizlice buluştuğunu düşünelim. Şu an hükümette bulunan aktörler ve partileri buna nasıl tepki verirdi? Özellikle bazı milliyetçileri çevrelerin böyle bir durum karşısında kıyametler koparacaklarını tahmin etmek sanırım zor değil. Ayrıca, toplum liderliği sıfatı şu an Cumhurbaşkanında olduğuna göre, hükümet federal parametreyi değiştirmek istiyorsa seçim döneminde topluma nasıl bir çözüm istediğini etraflıca anlatır, toplumdan onay alıp kazanırlarsa o zaman gereğini yaparlar. Tabi seçim döneminde bu “iki devletliliği” nasıl gerçekleştireceklerini ve seçilirlerse bunu savunarak başarısız olmaları durumunda toplumu hangi risklerin beklediğini de anlatmak durumundadırlar. Elbette, federalist adaylar ve federalist siyasi partiler de kendi yol haritalarını anlatmak durumundadırlar. Müzakereleri tıkayan anlaşmazlık noktalarını nasıl giderecekler? Kıbrıs Rum toplumundaki aktörlerle hem federal çözüm için hem de toplumlar arasında daha iyi ilişkilerin kurulması için nasıl birlikte çalışacaklar ve uluslararası aktörlerle nasıl bir diyalog kuracaklar? Dolayısıyla, bu iki karşıt tezi savunacak olan aktörler, yol haritalarının altını doldurmalı ve toplumun kararını sağlıklı bir tartışma zemininde vermesi sağlamalıdır.
Bu seçim döneminde, hükümetin seçime “AB çatısı altında iki ayrı devlet” teziyle girmesi ilginç ve çok da alışılmadık tartışma zeminleri yaratabilir. Örneğin, “iki ayrı devlet” yanlıları federalistleri toprak konusunda “orayı verdiniz, burayı verdiniz” diye suçlayamayacaktır, çünkü “iki devletli çözüm” için bizzat kendileri toprak ve mülkiyet iadesinde “eli açık” davranmak zorunda kalacaklardır. Öte yandan, “iki ayrı devlet” yanlısı siyasal aktörlerin bunca yıldır kendilerine yöneltilen “çözüm istemiyorsunuz” suçlamalarını federalistlere çevirip “biz iki devletli çözüm yapacağız ama siz mani oluyorsunuz” deme taktiği uygulamalarını şahsen şaşırtıcı bulmam. Böyle bir suçlamayla karşılaşılırsa, hükümete meclis kürsüsünden bol bol “KKTC’yi kaç devlete tanıttınız?” ya da “kaç BM Güvenlik Konseyi daimi üyesini, kaç AB üyesi devleti ve kaç Kıbrıs Rum siyasi partisini iki devletliliğe ikna ettiniz?” diye sormak faydalı olabilir. Öte yandan, iki ayrı devleti savunan kesimler arasında bugün “kandan” ya da “hainlikten” bahsetmeyen, iki taraf arası işbirliğinden, diplomasiden ya da AB hukukundan bahseden köşe yazarlarının sayısı artmıştır. Dolayısıyla, görünen o ki seçim döneminde bir ölçüde yine “kan” ve “ihanet” serzenişleri duyabileceğimiz gibi, medyada içerikli ve sağlıklı tartışmalara da tanıklık edebileceğiz.
Hükümet-Cumhurbaşkanı geriliminde yoğunlukla eleştirilen taraf hükümet olmuştur. Ancak, bu eleştiriler federalist kesimi rahatlatmamalı, seçime giderken Cumhurbaşkanlığı ile hükümet arasında “Kıbrıs Rum tarafıyla işbirliği konusunda kim daha fazla sonuç alacak?” ya da “doğalgaz krizinde kim daha aktif olacak?” gibi bir rekabet alanı açılabileceği de dikkate alınmalıdır. Bundan dolayı Cumhurbaşkanlığının güven yaratıcı önlemlere, diğer federalist aktörlerinse Kıbrıs Rum toplumu ve siyasi partileriyle temas ve diyaloğa dört elle sarılmalarında yarar vardır. Ayrıca gerek doğalgaz konusu, gerek olası müzakere çerçevesi konusunda uluslararası aktörlerle de elden geldiğince temas kurmak faydalı olacaktır. Dolayısıyla, federalistlerin bu seçime kendi olanakları çerçevesinde KKTC sınırlarını aşan, gözle görünür bir aktivizmle hazırlanması, şu an iktidarda olmanın olanaklarına sahip rekabetin belli boyutlarında iki devlet yanlısı aktörlerin gerisinde kalmalarını engelleyecektir. Ancak, şu da unutulmamalıdır ki toplumun bir Cumhurbaşkanından tek beklentisi “çözüm” olmadığına ve federal ya da iki devletli çözüm çabalarının her ikisinin de pek çok zorluk barındırdığı bilindiğine göre, yarışın farklı dinamikleri de olacaktır.
Seçimlerin demokratik ve sosyal duyarlılıklar boyutu
Mevcut hükümet Ankara’ya “gidip gelmeler” sonrasında kuruldu ve pek çok tartışmayı beraberinde getirdi. Yeni hükümetin protokolüne baktığımız zaman sosyal ve demokratik duyarlılıklardan ziyade “Türkiye’den gereken desteği alıp ekonominin çarklarını döndürme” şiarı öne çıkmaktadır. Dolayısıyla, bu vizyon dörtlü koalisyon hükümetinin teorisindeki duyarlılıkların çoğunu kendine dert edinmemektedir. Ancak, dörtlü koalisyon döneminde CTP ve TDP liderliklerinin bu duyarlılıklara fiili anlamda ne oranda sahip çıktıkları da soru işaretidir. Seçime giden yolda bunun iki parti tarafından ciddiye alınarak ve özeleştirisi yapılarak çözülmesi gereken, çözülmezse kangrenleşebilecek olan bir sorun olduğunu kabullenmekte yarar var. Kıbrıslı Türklerin önümüzdeki süreçte sadece çözüm mücadelesine değil, aynı zamanda daha fazla özne olabilme mücadelesine de ihtiyacı var. Daha fazla özne olabilmek için emek-sermaye çelişkisinde emek lehine daha insancıl, daha adil ve daha çağdaş kazanımların önünü açacak bir mücadele şart. Kaynaklar ve refahın kuzey Kıbrıs’ta yaşayan insanlar arasında daha adil dağıtılmasını sağlayacak bir mücadele şart. Haklar, özgürlükler, toplumsal cinsiyet eşitliği ve Ankara ile ilişkilerin eşitler ilişkisi çerçevesine oturması lehine bir mücadele şart. Ayrıca, iç siyasette bazı siyasal aktörlere ilaveten, kamuda, kamuya bağlı kuruluşlarda ve medyada söz sahibi olan bazı alt-elitler de insanların dikkatini dağıtarak temel sorunlar (emek-sermaye çelişkisi, insan hak ve özgürlükleri, toplumsal cinsiyet eşitliği vb.) yerine günü birlik gündemlere zaman harcamamıza sebep olan algı yönetimleri yürütmekte ve toplumun öznelliğini artıracak konsantrasyonu baltalamaktadırlar. Bundan ötürü, toplumun dikkatini özlü sorunlardan koparmayacak bir farkındalık da şarttır. Dolayısıyla demokratik ve sosyal duyarlılıklar tüm bunları ve çok daha fazlasını içeren, salt Kıbrıs Sorununa indirgenemeyecek kadar geniş bir yelpazedir. Ve elbette, böylesi bir mücadeleye köstek değil destek olabilecek, şimdiye kadarki siyasal pratiğiyle bu mücadelenin şartlarına en yakın duruşu sergileyebileceğini ortaya koymuş olan siyasi figürün Cumhurbaşkanı seçilmesi lazım.
Kıbrıs Türk toplumunun lider olarak seçtiği dört Cumhurbaşkanında bazı ortak özellikler vardır. Birincisi, hepsi siyasal mücadeleye yıllarını vermiş, yıllarca bir siyasi harekete liderlik etmiş insanlardır. Bunun yanında, tümü de belirli dönemlerde sergiledikleri cesaretle hafızalarda ve gönüllerde yer etmiş insanlardır. Bu cesaretin mucizevi ya da halkın kaderini değiştirecek kapasitede sonuçlar yaratan bir pratiği olsun ya da olmasın, toplumların liderlerinde aradıkları en önemli özelliklerden biri mücadeleci bir yapıdır ve Kıbrıs Türk toplumu buna istisna değildir. Onları beğenelim ya da beğenmeyelim, KKTC’nin tüm Cumhurbaşkanları en azından hayatlarının bir döneminde, kendilerinden daha geniş olanaklara sahip iç ya da dış aktörlerden kaynaklanan tehlikeler, engeller ve zorluklar karşısında, doğru bildiklerini savunabilmek için mücadele vermiş insanlardır. Rahmetli Denktaş Kıbrıs Rum tarafının 1960 Cumhuriyeti’ni kuran anlaşmaları bozma girişimine karşı kendisi bu anlaşmaları daha farklı bir bozma girişimiyle mücadele etti. İzlediği siyasetin bizleri getirdiği nokta pek çok derin soruna yol açtı, ancak kendisinin mücadeleci yapısı reddedilemez.
Mehmet Ali Talat kuzeydeki rejimin ve hem buradaki hem Türkiye’deki bazı milliyetçi çevrelerin nefret söylemlerini, aşağılamalarını ve baskılarını yıllarca göğüsledi. Eski çizgisini korumamış olmasının ikinci kez seçilememesinde önemli bir unsur olduğuysa hep söylendi. Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmeden önce Türkiye’deki iktidarın kendisinden kurtulmaya çalışan tutumuna karşı sergilediği tavır ortadaydı. Mustafa Akıncı’nınsa hem 2000’li yılların başında, hem de Cumhurbaşkanlığı görevini yürütürken yaptıkları ortada. Afrika gazetesine saldıran kalabalık grubun arasına girip olaylara müdahale etti. İçten ve Ankara’dan gelen “telkinlere” rağmen “ben federasyondan başka bir model görüşmem” dedi. İnsanların bulundurdukları kitaplardan dolayı tutuklanmalarına tepki gösterdi. Türkiye ve Kıbrıs Rum tarafıyla eşitlik temelinde ilişki kurma konusunda hassasiyetini korudu. Bunun yanında, yemek krizi sonrasındaki duruşunu “biat kültürümüz yoktur” diyerek açıkladı.
Sonuç olarak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken adına toplamda “federalist” ya da “sol” demek istemediğim, “demokratik ve sosyal duyarlılıkları daha yüksek” tanımını doğru bulduğum kesimlerin temel avantajları ve dört elle sarılmaları gereken unsurlar tam da bu demokratik ve sosyal duyarlılıklar olacaktır. Çözüm parametresi tüm boyutlarıyla, tüm riskleriyle ve gerçekçi bir biçimde tartışılmalıdır. Toplumun tartışılan çözüm parametrelerinin gerçekleşmesinin neye bağlı olduğu konusunda sağlıklı bilgi almasının ve parametreye dair değerlendirmesini sağlıklı bir biçimde yapmasının hayati önemi vardır. Ancak, seçimin tek kriteri elbette çözüm parametresi olmayacaktır.