Cumhuriyet’e Nasıl Gitmiştik?

Eralp Adanır

 

Yine gazete arşivi içerisinde dolaşırken, “uzay şairimiz” olarak andığımız ve dünyaca tanınan merhum Osman Türkay’ın bir köşe yazısıyla karşılaşmıştım.

Tam da 2016’nın bu ilk haftasından itibaren, İngilizce’den Kıbrıs Türkçesi’ne de giren eskilerin deyimiyle “firivil” (free wheel) şekliyle yol alacak olan “Barış-Anlaşma-Yeniden bir oluşumun” ruhuna denk düştüğünü gördüm.

Umutlu muyum?

Adına belki de sadece Kıbrıslı Türkler’in umut dağarcıklarında yer alacak farklı bir umuttur bendeki; “temkinli umut”... evet temkinliyim, temkinliyiz, temkinlidirler...

Çünkü benim bildiğim iki kez umutlarımızla oynanmış, kırgınlıklar, yıkımlar, hâyâl bertaraflığı görmüş olanlarımız bu kez –ki ne kadar olumlu gelişmeler olduğu gibi görünse de- “temkinli” olmayı seçiyoruz, umut’un başına takarak.

Peki ya 1960’da nasıl gitmişti her iki toplumda şu “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” peşinden?
Daha tam olarak alevlenmemiş, Türkler ve Rumlar arasındaki “tedhiş olayları”, 1963 ve sonrasının kılına gelmezken, sadece “İngiliz Sömürgeciliği” karşıtlığı ile örtüşen “Bağımsızlık” umutları ne kadar ağdalıydı ki Kıbrıslı Türkler’de?

Çünkü biliyoruz ki, “Bağımsız Kıbrıs” için mücadele, Enosis’in ilk adımı olarak EOKA’cılar tarafından dillendirilirken, tedhişin namlusundaki hedef İngilizler idi önceleri.

Tüm bunları da düşündüğümüzde, şu Kıbrıs Cumhuriyeti   gerçekten bizler için 1960’da ne ifade ediyordu? Sorusunu düşünmeye başlarken Osman Türkay’dan bir alıntı yapalım ilgili yazısından...

“OSMAN TÜRKAY “CUMHURİYETE NASIL GİDİYORUZ?”

“... Bugün müstakbel Kıbrıs Cumhuriyeti için tarihi bir gün olabilir. Bütün belirtiler, üsler meselesinde nihai bir anlaşmaya ulaştığmızı göstermektedir. Vilâyet Konağı’nda bu sabah imza töreni yapılması da kuvvetle muhtemeldir. Şayet bütün bu iyi belirtiler müsbet sonuç verir de üsler ihtilâfı ilgili tarafları tatmin edici bir şekilde kati bir anlaşma ile sona erdirilirse, Ağustos ayında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilânı mümkün görünmektedir...” (Bozkurt gazetesi,1 Temmuz 1960 s.3)

Sahi bugün liderler bir anlaşmaya varırlarsa ne olacak şu üsler konusu? Yoksa tıpkı 55 yıl öncesinde olduğu gibi düğüm; mal-mülkten çok üsler konusunda mı çakılacak? Ya da İngiliz’e ek olarak örneğin Türkiye ve Yunanistan’a da mı bir parçacık üs verilecek? Bilgimiz yok ve zaten halk da bununla ilgilenmiyor doğrusu. Bugün “bizim” dediğimiz şey ne kadar bizimdir ki. Ama elbette 55 yıldır sürüm sürüm sürünen “ateş kes” durumundan kalıcı ve dünya hukukunda gerçek anlamda bir “barış’a” imza atmak kaçınılmazdır. Hem Kıbrıslı Türkler hem de Kıbrıslı Rumlar açısından. İş elbette bir imza atmakla başlayıp bitmiyor. Ertesi gün uyandığımızda bir anda hayatımız değişmeyecek. Mal-mülk, devletin işleyişi, hükümetler, daireler, memurlar, ticaret... öyle çok değiştirmemiz gereken ve bazılarını, tıpkı “korsancılık” gibi kanıksayıp “doğal” saydığımız yasa dışı alışkanlıklarımız var ki... zaman... bu barış’ın meyvelerini ve olumlu getirilerini ancak belki on yıl içerisinde tam manasıyle görebileceğiz. Bizim ve bizden önceki cenerasyon için bunun yansımalarını çok görecek olmasak da, önemli olan bizden sonraki cenerasyonların, çocuklarımızın barış ve adil bir düzen içerisinde yaşamalarıdır. Ama tüm bunları “yaşar” hale getirebilmek de her iki toplumun ve yöneticilerinin sorumluluğunda, iyi niyetindedir. Yoksa tıpkı Osman Türkay’ın 55 yıl önce dediği ve kendisindeki bir “acaba”yı yansıtan hisleri taşır olursak, kurulanı yıkmak da hiç zor olmuyor niyet kötü olunca... 

“... Zürih ve Londra anlaşmalarından 18 ay sonra, altı aylık tehirle, Ağustos ayının ilk haftasında Cumhuriyeti ilân etmek, Türk ve Rum bütün ada halkını yeni bir çağa ulaştırabilecek midir? Bizce arada iyi niyet ve samimiyet olduğu takdirde, altı aylık bir tehirin hiç bir önemi yoktur. Yeter ki Kıbrısta yaşayan iki esas toplum, birbirinin kutsal varlığına, milli menfaatlarına ve hayat hakkına gereken saygıyı götersin. Yeter ki arada karşılıklı anlayış ve işbirliği ruhu hâkim olsun. Bunlar olmadıktan sonra, Cumhuriyet ha altı ay sonra ilân edilmiş bulunsun, netice aynıdır. Yani geçimsizlik berdevamdır...” (Bozkurt gazetesi,1 Temmuz 1960 s.3)