*** Kıbrıs barış hareketi, çok değerli bir evladını kaybetti…
Cus Bayada’yı, Kıbrıs barış hareketinin çok önemli bir evladını geçtiğimiz günlerde yitirdik – geride Kıbrıs’ın tüm etnik kökenlerinden kalbi kırık Kıbrıslılar’ı bıraktı, uzun yıllardır dost olduğu insanları, sevgili eşi Kleopatra’yı, çocuklarını ve torunlarını… Kıbrıs’ta tanımış olduğum en önemli barış aktivistiydi – her zaman kendi bütünselliğini koruyan, duyarlı ve toplumlarımızdan yıllarca ileride yaşayan bir insan…
Bayada’yı 30 küsur yıl önce tanışmıştım ve hemen çok iyi arkadaş olmuştuk…
Bayada’nın eşi Kleopatra, sevgili arkadaşımız Neriman Cahit’in yakın dostuydu ve Neriman Cahit, Kleopatra’ya seslenen ünlü şiirini yazmıştı… Bu şiir çok sevilecek, çok okunacak, herkesin kalbine dokanıp kendine bir yer edinecekti…
ÇOOK GEÇ KALDIK KLEOPATRA…
Mesaryamın ekmeğine katık getir Kleopatra,
şarap getir Limasol’un bağlarından
içelim dostluğun ve barışın adına…
bana güneyden bir avuç toprak getir Kleopatra,
yıllardır boş duran saksılarımıza
barış çiçekleri ekelim seninle…
Çoook, çok geç kaldık Kleopatra,
oğullarımız bak yeniden silah başında
bir sizden bir bizden derken yıllardır
kimdir gerçekten kaybeden bir düşünelim
politikacıların yerine
artık biz analar konuşalım Kleopatra…
gel, Yeşil Hat’a badem ağaçları dikelim
barışı aşılayalım dallarına
her bahar çiçeğe duracak…
ortak dostluk rüzgârları estirelim seninle
çocuklarımızın uçurtmalarını uçuracak…
bizde bir türkü var, bilmem bilir misin?
“Beşparmak Dağı sıra
ot sarılmış mısıra…”
gel beraber söyleyelim Kleopatra
sazın ve buzukinin eşliğinde…
bugüne dek hep biz analar kaybettik
bari çocuklarımız kazansın Kleopatra
NERİMAN CAHİT
Neriman Cahit ve Kleopatra Bayada, Kıbrıs’ın kuzeyiyle güneyi arasında “geçiş”lerin mümkün olmadığı ya da çok zor olduğu yıllarda birer barış sembolüne dönüşmüştü…
Kleopatra ve Cus Bayada’nın evlerine gidiyordum, o kitaplar ve tablolarla dolu harika evlerine…
Dalmaçyalı köpekleri Noma’yla oynuyordum ve Bayada’nın ofisinde oturup onunla bir röportaj yapıyordum, bana hayat hikayesini anlatıyordu…
Maraş’ta doğmuştu – aslında Latin kökenliydi, ataları Malta’dan gelmişti ancak kendini hiçbir zaman “Latin” görmüyordu Bayada.
Kıbrıslılığın yılmaz savunucusuydu, bu içinde yalnızca Kıbrıslırumlar’ı barındırmayan ancak tüm etnik kökenleri, özellikle de Kıbrıslıtürkler’i, Maronit, Ermeni ve Latin Kıbrıslılar’ı da içinde barındıran bir Kıbrıslılıktı…
1974’ten hemen sonra Kıbrıs bayrağını göndere çeken ve bu bayrağın tüm dairelerde dalgalanması için resmen savaş veren birisiydi… O günlerde bu en büyük “günah”tı – Kıbrıs bayrağını çekmek duyulmamış bir şeydi.
Arkadaşlarıyla birlikte tüm devlet dairelerine Kıbrıs bayrağı çekilmesi için mücadele etmişti. O günlerde devlet dairelerinde yalnızca Yunan bayrakları dalgalanmaktaydı…
O ve arkadaşları Yeni Kıbrıs Derneği’ni kurmuşlardı ve 1974’te savaştan hemen sonra Baf ile Leymosun yöresinde enklavlarda sıkışmış olan Kıbrıslıtürkler’e yardım ediyorlardı. Onları ziyaret ediyorlar, gazete götürüyorlar, hasta olanlar için doktor buluyorlar, aileleriyle temasa geçmelerini sağlıyorlardı…
Tabii ki tüm bu faaliyetlerinden ötürü Bayada kısa sürede ateş altında kalacak, mahkemelerde çok sayıda davayla uğraşmak zorunda olacaktı… Sağcı gazeteler ona saldıracaktı… Ancak Bayada, gülümseyerek tüm bunları atlatacaktı – o çok iyi bildiğimiz hafif gülümsemesiyle…
Çiçekleri çok seviyordu ve Lefkoşa’da kaldıkları apartman dairesinin terasında çiçekleri rengarenk açtığı zaman çok mutlu oluyordu… Aya Napa’da da planlaması ve inşası yıllar alan rüya gibi bir evleri vardı… Bir rüyayı andıran bu ev tüm dostlarına açıktı, her yıl bu evde Yeni Kıbrıs Derneği’nin yemeği yapılıyordu – bu harika evde toplanıyor, yiyor, içiyor, Yeni Kıbrıs Derneği’nin o yıl Kıbrıs’ta barış çabalarına aktif katkı koymuş bir kişi ya da grubu onore etmesine tanık oluyorduk aynı akşam…
Bu rüya gibi ev, Kleopatra ve Bayada’nın yıllarca deniz kenarlarından toplamış oldukları taşlarla inşa edilmişti… Kıbrıs’ta görmüş olduğum en güzel evlerden biriydi. Bir tepenin üstündeydi… Çevresindeki doğayla büyük uyum içindeydi… Evin içinde duvarlar rengarenkti… Dev bir akvaryuma dalıp gidebilirdiniz ya da bahçede şırıl şırıl akan suların arasında havuzcuklara bakabilirdiniz… Gökyüzü yıldızlarla dolu olurdu hep yaz akşamlarında ve Aya Napa’da kendinizi doğanın tam ortasında hissederdiniz… Hayır bu öyle “şık” bir ev değildi, doğaldı, çılgın renkleriyle güzeldi, harika bahçesiyle güzeldi… Noma masalar arasında dolaşıp konukların verdiklerini atıştırırken, Kleopatra bir orkestra şefi gibi mutfağı yönetiyordu… Bayada masaları dolaşıp dostlarıyla teker teker ilgileniyordu…
DEVAM EDECEK