Türkiye’nin gündemi her zamanki gibi karmaşık ve son 20 yıldır -artarak- olduğu gibi ruh karartıcı. Dolayısıyla gündem içinde bazı önemli şeyler, yüksek sesle yürütülen başka önemli tartışmaların arasında kaynayabiliyor.
Eğer konu Kıbrıs ise aslında gündemin yoğun olmasının pek de önemi yok. Türkiye toplumu tarafından Kıbrıs konusunda devlete açık çek sunulmuş olduğundan Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bugüne kadar Kuzey Kıbrıs’ta gönlünce at koşturdu. Kürt bölgelerinde karanlık işlere karışmış rütbelilerin emekliliklerinin tadını Kıbrıs’ta çıkarmasından üstüne çökülen Rum mallarına, kara paradan yasa dışı kumara kadar her türlü üç kağıtçılığın Kuzey Kıbrıs üzerinden legalleştirilmesine kadar her gayrimeşru iş ‘yavru vatan‘ üzerinden döndürüldü. Türkiye toplumu, bu işleri ya bilmedi ya bilmezden geldi ya da bu işlerin açıktan parçası oldu.
Sömürge sözleşmesi
Diken’de Kıbrıs üzerine bir yazı yazmıştım o yüzden tekrara girmek istemiyorum, ancak şu kadarını hatırlatmama izin verin: Türkiye toplumunun Kıbrıs konusundaki cahilliği bilinçli ve kasıtlı bir cahilliktir. Yani Kıbrıs söz konusu olduğunda, işimize geldiği kadarını biliriz, kalanı ezber ettiklerimizden tamamlarız. Sonunda Kıbrıs’ta olan biten, gelir gider, bizi yumuşak etlerimizden ısırıverir.
Biz tartışmazken Kuzey Kıbrıs’ta son yıllarda bu işlerin Türkiye toplumu açısından en hayati olanı dönüyor; tabii ki ‘ana vatan‘da en ufak bir itiraza uğramadan… AKP’nin parti-devlet rejimi, 1974’ten beri hemen her Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin payı olan Kıbrıs’ı ‘Türkleştirme-İslamlaştırma‘ projelerine müthiş bir hız verdi son zamanda. Kıbrıslı Türklerin demokratik iradesi, önce demografik müdahalelerle, daha sonra açıktan politik hamlelerle hiçe sayıldı; Saray’ın vasıfsız memurları Kıbrıs Türk halkının seçilmiş liderine racon kesmeye başladı. Sonunda Ankara, geçen yıl, Ersin Tatar’ı Kuzey Kıbrıs’a ve Kıbrıslı Türklerin başına kayyım olarak ‘seçtirdi’. Seçim, seçimi yapması gerekenin iradesine ters olunca hesap tutmuyor tabii. Kuzey Kıbrıs’ta haftalardır hükümet krizi var; başbakan bulunamıyor, bulunan başbakanı ya Ankara beğenmiyor ya Ankara’nın beğendiği akla mantığa sığmıyor. Bu sırada, ‘bağımsız ve egemen‘ devletin elektrikleri tasarruf için zırt pırt kesiliyor, yaşam destek sistemlerine bağlı hastaların hayatları gidip geliyor.
Ancak ‘ana vatan‘ın derdi ‘yavru vatan‘ın çocuklarının tasarruf adına feda edilmesi değil. Ankara’nın, yani AKP parti-devletinin Kıbrıs’ta bambaşka bir gündemi var. Nisanda, Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ile o dönemin KKTC başbakanı Faiz Sucuoğlu arasında bir ‘Ekonomik ve Mâli İşbirliği Protokolü‘ imzalandı; Kıbrıs kamuoyunda yaygın kullanılan ismiyle ‘İlhak Protokolü‘. Bu protokolle ilgili baştan istediğiniz yorumu yapabilirsiniz, ancak kategorik olarak net olan bir şey varsa, bu metnin iki bağımsız ve eşit devlet arasında imzalanmadığı. Zira söz konusu protokol, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ın iç işlerini gönlünce dizayn ettiği ve bunun karşılığında parası neyse vereceğini taahhüt ettiği bir nevi ‘sömürge sözleşmesi‘. Sabık başbakan Sucuoğlu, böyle bir metne imza koyan herkesin yapacağı gibi, bu protokolü 39 gün KKTC Meclisi’nden kaçırdı. Kuzey Kıbrıs kamuoyunun büyük bölümü Resmî Gazete’de yayımlanınca de bu sözleşmeden haberdar oldu.
Protokolün eklerinde KKTC vatandaşlığının kolaylaştırılmasından yabancı yatırımcıya Kıbrıslı Türk ortak şartının kaldırılmasına, Türkiye’nin koordinasyonunda Kuzey Kıbrıs’ta Diyanet teşkilâtı kurulmasından Türkiye’deki ifade özgürlüğü yasaklarının Kuzey Kıbrıs’a yayılmasına kadar uzun bir sipariş listesi var Türkiye’nin. Protokolün başında da Türkiye’deki şahane rejimden Kıbrıslı Türkler de payını alabilsin diye Türkiyeli Türklerin kamu bütçesinden ne kadar para çıkacağı yazıyor (Bu protokolle ilgili Kıbrıslı Türk gazeteci Hasan Kahvecioğlu’nun Nokta Kıbrıs internet sitesinde yayınlanan ‘İlhak protokolü mü, idam fermanı mı?’ başlıklı yazısını okumanızı tavsiye ederim).
Var mı itirazı olan?
Şu ana kadar Türkiye’de bu sözleşme için bir itirazı olanı duymadım. Çoğunluğun haberi yoktur zaten de, her şeyini bir sonraki seçimde bu iktidarı indirmeye programlamış kurumsal muhalefetin haberi var mıdır, ondan da emin değilim. Açıkçası, haberdar olsalar iyi olur muydu, bundan hele hiç emin değilim. Zira Kılıçdaroğlu ve Akşener, nedense ısrar ve inatla ‘milli mesele‘ saydığı dış politika konularında Erdoğan’a açık çek verdiğini tekrar etme ihtiyacı duyuyor. Doğu Akdeniz ve Ege konusunda da muhalefet, AKP’nin alabora olması kesin gibi gözüken kayığına binmekte son derece kararlı. CHP lideri, en son Erdoğan’ın 10 sorusuna Twitter üzerinden cevap verirken, “Duruşumuz çok nettir. Akdeniz ve Ege’de baskıyı artırmamız şarttır” diye buyurdu, yani bir nevi “Yetmez ama evet” dedi…
Kılıçdaroğlu’nun ve yüksek ihtimalle ‘altılı masa‘da kimsenin göremediği şu: Kıbrıs, çarelerinin sonuna gelmiş ve moda deyimle ‘tüm tuşlara basarak‘ sarayını kurtarmaya çalışan Erdoğan için işe yaraması muhtemel son çare.
Kıbrıs, yukarıda belirttiğim gibi TC hükümetleri için adeta bir ‘örtülü siyasi ödenek’. Kıbrıs’ta istediğiniz her şeyi yiyip bunun siyasi sonuçlarını lehinize kullanabiliyorsunuz. Neticede bu, 70 yıldan uzun süredir Türkiye siyasetinin geleneği. 1940’larda Turancılık davasıyla tasfiye edilen aşırı sağcılar, sömürge yönetiminin devamı için Britanya’nın etnik bir sorun olarak uydurduğu ‘Kıbrıs davası‘nı Türkiye siyasetine yeniden girmek için kullandı. 1950’lerde Menderes, ekonomik kriz ve yolsuzluklar nedeniyle kaybetmekte olduğu iktidarı kurtarmak için sonu 6-7 Eylül’e varan bir milliyetçi fanatizme sırtını dayadı. Ecevit, 1974’te Erbakan’la girdiği zorunlu ortaklıktan kurtulup tek başına iktidar olmanın çaresini Kıbrıs’ı uluslararası hukuka aykırı olarak işgal etmekte buldu. Erbakan, Ecevit’in bunu yapamaması için Kıbrıs’ın bir ucuna yapıştı. 1990’ların ‘Beyaz Toros‘ hükümetleri, Türkiye’de halının altına süpürülemez hâle gelen suçları Kıbrıs’a ihraç edip kurtuldu. Velhasıl-ı kelâm, Kıbrıs’ta olan Kıbrıs’ta kaldı, o kadarla kalsa yine iyi, yapanın yanına da kâr kaldı. Hatta kahraman bile ilân edildiler.
Erdoğan’ın sınırsız jokeri var
Erdoğan’ın Kıbrıs stratejisi, tıpkı maddi örtülü ödenekte olduğu gibi, bu siyasi açık çekten yararlanma boyutlarını öncesiyle karşılaştırması zor boyutlara taşımış vaziyette. Kağıt üstünde bağımsız bir egemen devlet olarak bir tek Türkiye’nin tanıdığı, pratikte ise bağımsızlığı ve egemenliği Kıbrıslı Türklere reva görmeyen en büyük aktörün Türkiye olduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, parti-devlet rejimi döneminde Erdoğan’ın düşüşünü rahat bir inişe çevirecek paraşüt olarak hazırlanmış durumda.
İktidarının ilk döneminde kendi iktidarının devamını Kıbrıs sorunun çözümüne ve Türkiye’nin bununla bağlantılı Avrupa Birliği üyeliğine bağlayan Erdoğan -ironik bir şekilde- şu an çareyi Kıbrıs sorununun çözülemeyecek derecede tırmandırılmasında arıyor. Bu, Türkiye için sonuçları açısından Putin’in Ukrayna seferinden daha korkunç yerlere varabilecek bir ‘çılgın proje‘ (Hatırlatma: Biz Rusya değiliz, nükleer silahlarımız yok, doğalgaz da üretmiyoruz); ancak Erdoğan’ın kendi geleceği için o kadar da çılgınca değil. Zira Kıbrıs kumarında, Erdoğan’ın yeninden çekebileceği neredeyse sınırsız jokeri var.
Anahtar kelime ilhak
Bu köşeyi takip edenler biliyor, başlıktaki meseleye altı-yedi paragraftan önce gelmeyi sevmiyorum. ‘Çok uzundu okumadım‘cılar için yazıların özetini TikTok’ta geçme niyetim de yok. Asıl meseleyi nefesi yetenlerle konuşalım istiyorum. Meslek büyüğüm Mustafa Dağıstanlı yine kızacak bana ama yazarı yazıdan çıkarırsan, yazı yazardan çıkmıyor bazen (Geçen hafta Diken’de yaptığı eleştiriyi okuyun mutlaka, bu arada). Neyse, evet, esas meseleye geliyoruz. Anahtar kelime ilhak…
Spekülasyonda üşütüklük seviyesine gelmek istemiyorum ama inanın ki oluru olmasa yazmazdım. Evet, 2023’te Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs’ı Türkiye’ye ilhak etmesini son derece olası görüyorum. Açıklayayım…
Birincisi; Erdoğan’ın şu an bütün anketlerin kaybedeceğini gösterdiği 2023 seçimini kurtarabilmek için bir dizi şarta ihtiyacı var. Öncelik, seçimin mutlaka ve mutlaka ‘olağanüstü koşullarda’, hatta mümkünse ‘Olağanüstü Hâl koşullarında‘ yapılması… Bu, hem parti-devlete seçim öncesi koşulları, hem de seçimin kendisini istediği gibi manipüle edebilme şansı verir. Zaten parti-devlet rejiminin, Agamben’e atıfla, ‘sürekli olağanüstü hâl‘ stratejisi izlediğini görmek zor değil. 15 Temmuz sonrasında rejimin inşa edildiği 2017 ve 2018 seçimlerinde bunun nasıl bir avantaj sağladığını biliyoruz.
İkincisi; uluslararası bir kriz çıkarmak. Erdoğan’ın son dönemde dış politika hamleleri, Yunanistan’la gerginliği artırma politikası ve en son Miçotakis’e yaptığı salvolar; Yunanistan’la ilişkilerin seçim döneminde gündemin ‘Yaşa, var ol Harbiye‘ maddesi olarak karşımıza çıkacağını gösteriyor. Bunun birkaç nedeni var…
İlk olarak, Erdoğan’ın Ortadoğu cephanesi tükenmiş durumda. ABD ve Rusya ile ilişkilerin mevcut durumu ve İsrail-BAE-Suudi Arabistan üçlüsüne mecburen biat edilmesi, bunun yanısıra mevcut sığınmacı sorunu nedeniyle Ortadoğu fütuhat planlarının toplum ve muhalefet nezdinde de alerji yaratması, o cepheyi kapatmış gözüküyor. Kuzeyde yeni bir cephe açmak için şartların olmadığı da çok açık. Mecburen klasiklere dönüyoruz.
Dahası, Yunanistan’la tırmandırılan gerginlik, hem muhalefetin koşulsuz ve anlamsız desteğini topluyor; hem Avrupa Birliği’yle didişmeyi beraberinde getireceği için Batı karşıtı İslâmcıların gazını alıyor, hem de genel olarak savaş seven ülkücüleri konsolide ediyor. Lâkin, Yunanistan’la Ege adaları ve Doğu Akdeniz üzerinden girilen krizler, yeterli toplum desteğini sağlayacak cinsten değil, zaten Türkiye toplumunun Yunanistan’a bakış açısı, 1999’dan beri geçmişe kıyasla olumlu. Ama Kıbrıs, başka bir konu. Çünkü Türkiye toplumu, Kuzey Kıbrıs’ı kendi malı görüyor. Bugün Samos’u ya da Kos’u işgal etmek, Türkiye’de de ‘N’oluyoruz?’ duygusu yaratır. Ama Kuzey Kıbrıs yarım yüzyıldır işgâl altında, kimsenin de bir itirazı yok. İlhaka itiraz edecek -benim gibi- üç beş deliyi de susturmak zaten kolay. Hele Erdoğan çıkar Ecevit’e selam da çakarsa, o delileri susturma işini AKP’lilerden önce ‘aslan sosyal demokratlar‘ yapar.
Kıbrıs’ta şu an olan artık Kıbrıs’ta kalmamalı
Erdoğan’ın 2023 seçimlerindeki şansı; gündemi kendisinin belirlemesine, mevcut sıkıntıların üstüne çıkabilecek bir ‘milli dava‘ yaratmasına ve muhalefeti siyasetsizlikle biat arasındaki o kara deliğe sürüklemesine bağlı. Şu an ‘işbirliği protokolü‘yle temeli atılan Kuzey Kıbrıs’ın ilhakı, yalnızca Kıbrıslı Türklerin değil, demokratik Türkiye’nin de sonu olabilir.
Kıbrıs’ta şu an olanın artık Kıbrıs’ta kalmaması gerekiyor, zira yakın gelecekte Kıbrıs’ta olacaklar kesinlikle Kıbrıs’ta kalmayacak.
Yazıyı özgün adresinden okumak için!
*Yayıncının özel izniyle tam metin olarak paylaşılmıştır.