Kimi insanlar söylediklerimizi, yazdıklarımızı içlerinde duyamıyorlarsa bu onların hayat deneyimleri, hayattaki genel duruşları ile ilgili biraz da. Bize çok yakın gelenin başkalarına uzak olması oldukça doğal. Kimilerinin çok beğendiği bir başkası için yetersiz ve değersiz olabiliyor. Bu konuda hassas bir terazi, bir turnusol kâğıdı mevcut mudur peki? Söz konusu sanat olunca konunun hassasiyeti ölçülemeyecek kadar derin bence.
Benim gözlemlediğim, insanların izledikleri ya da okudukları şeyi çoğu zaman temiz bir kalp ve kafayla algılamamış oldukları... Önceden var olan duyumlar, bilgiler ve önyargılar devrededir genellikle. Daha önce bir kitabı çok beğendiğini söyleyen birilerinin bir topluluk içinde aynı kitaba dair eleştirileri izleyince ton değiştirdiğine sıklıkla tanık olmuşumdur. Bunun tersi de mümkün tabii ki... Doğrusu, bu o kadar eleştirilecek bir durum da değil kimi zaman. Bir başkasının açtığı pencereden bakınca daha önce fark edilmeyen bir zaafı ya da artıyı görmek mümkün olabiliyor çünkü.
Kitapları okumadan ya da sadece göz gezdirerek yorum yapanlar olduğu gibi farklı okuma biçimlerine sahip olanlar da vardır. Kimilerinin kafasında katılaşmış hiyerarşi basamakları bulunur. Karşılaştıkları her insanı bazı kimliklerinden ötürü bu basamaklardan birine oturtmaya hazırdırlar. Ağzıyla kuş tutsa beğendiremez denir ya. Sınırın öte tarafına itilmiş böyle bir grup söz konusudur çoğu için. Kadınların üzerine hemen çarpı atmaya hazır kişiler vardır. Bunun dışında periferide görülen bütün etnik kimlikler, yaş, sınıfsal konum gibi faktörler hemen devreye girebilir.
Bir şairden hiç hoşlanmayan, yazdıklarını değersiz bulan bir tanıdığım vardı. İsimlerin gizli tutulduğu bir yarışmanın jürisinde bu kişinin şiirinin birincilik alması için ateşli bir savunuculuk yapmasını keyifle izlemiştim.
Bir sanatsal yaratımın iyi olup olmadığına karar vermek o kadar da zor değildir. Konuya hâkim birisi önüne gelenin bariz etkilenmeler, taklitler içerdiğini görebilir. Yine de zordur bir başkasının yaratısına yargıç olmak. İnsanların birbirlerini yerden yere vurmalarını gözlemlerim çoğu zaman. Bunun ardında kıskançlık, kişisel husumet ya da “gıcık kapma” gibi faktörler mevcuttur kuşkusuz.
İngilizcede “short list” diye bir terim vardır. Düz çevirisi “kısa liste” ama biz “ön ayıklama” diyelim buna. Hepimizin kafasında bir ön ayıklama kriteri mevcuttur. Diyelim ki şiirde; hasbelkader bu alanın içindeysen bir şeyin şiir olup olmadığını anında görebilirsin, çok eskiye ait ya da taklit olduğunu da saptayabilirsin. İçinde bir pırıltı taşıyanı da bir kenara ayırdın farz edelim, iyi saydıklarından oluşturduğun kısa liste ile nasıl başa çıkacaksın?
Bütün beğeniler özneldir sonuçta. Teknik ve yaratıcılık olarak çok iyi olduğunu gördüğün bir sanatsal yaratımı beğenmeyebilirsin. Senden uzaktır. İçinde gizli bir kibir, bir hava atma hali hissetmiş olabilirsin. Ruhunun seyrettiği mecralara yaklaşamamış olabilir. Özgün gelmez sana, sahiciliğinden kuşku duyarsın.
Bazen de bir yaratım gelip tam kalbinden vurur seni. Önüne geniş pencereler açar ve seni oralardan gökyüzüne kanatlandırıp içini heyecanla doldurur. Tıpkı aşk gibidir bu… “Kalabalık mı kalabalıktı dünya/ ama ben seni sevdim” diyebilmektir bir şiirimdeki gibi.
Birilerinin yazdıklarına yargıç olacağını bilmek ürperticidir her zaman. Başkalarının ne diyeceğini düşünüp yazmak, birilerine beğendirmek için yazmak kötüdür ve buna yol açabilir bu korku. Hiçbir şeyi, hiç kimseyi takmadan, kendi yalnızlığınla baş başa, sınırsız bir özgürlük içinde yaratmaktır en güzeli. Önce böyle yaparsın. Bunu sanata ve edebiyata armağan edip edemeyeceğini karar verirsin sonra… Belki de yanlış karar verirsin sana çok özel nedenlerle; ama olsun.
O acımasız yer kapma yarışı, birilerinin bazı alanların iktidarlarına tırmanışı, değersiz olanın göz boyayarak ya da başka hilelerle yükselişi hep söz konusu olabilecektir. İçini acıtan kendi düştüğün konum, hak ettiğini düşündüğün ilgiyi görememek olmasın bence… “Daha iyisini nasıl yaparım” ın peşine düş bana kalırsa. Kendi kalbinin eleştirmeni ol… Hayatta başına gelebilecek en kötü şey hırs yüzünden masumiyetini yitirmektir. Bütün doğallığınla içindeki gizli cevherin ışığını dünyaya saçmaktan başka çaren yoktur. Seni yok etmek isteyeceklerin gözlerini köreltecek bir ışığa ulaşmak olsun hedefin. Âlemin kralı ya da kraliçesi olmak önemli değil. Krallar ve kraliçeleri ayakta tutan sevgiden çok bir kibrin verdiği korku, otoriteye itaat güdüsüdür çoğu zaman. Dağların özgür çobanı olmak yakışır sanatçıya. Bana kalırsa bu böyle. Ne dersiniz?