Rıdvan Arifoğlu
rarifoglu@yahoo.com
Hulki Aktunç Anadolu'da yaşayan insanların çoğunun, kitap dendiğinde kutsal “kitap” olan Kuran'ı anladığını yazmıştı. O kutsal kitap defalarca okunabiliyorken, başka bir kitap okunmaz. Kitap okumak "Kuran'ı tekrar okumak”tır. Eskiden televizyon, radyo gibi aygıtların olmadığı zamanlarda da sürekli okunan hikâye kitapları vardı. Okuma-yazma bilen biri bunları aile içinde, kahvede okur; bilmeyenler de televizyon ekranına az-biraz büyülenmiş bir şekilde bakan dizi izleyicisi gibi okuyucunun ağzının içine bakardı.
Az okullusu ve az okumuşu olan yerlerdir bunlar. Çok okullusu ve az okumuşu olan yerlerde ise durum farklıdır. Buralara örnek olarak kuzey Kıbrıs verilebilir. Kitap "kitap" olarak kutsaldır ve bu tüm kitaplar için geçerlidir. Durmadan kitap okumanın yüceliğinden bahsedilmesi beni ve Throwaway'i -ki 1'e 20 verir- pimpiriklendirebildiklerimizden biri/ikisi yapmaya yetmiştir.
Artık "kitap" okumuyorum, eser okuyorum. Bu bir kitap, resim, film, şarkı veya mimari yapı olabilir. Artık şu "ciltli ve ciltsiz olarak bir araya getirilmiş, basılı veya yazılı kâğıt yapraklarının bütünü" gibi şeyleri okumuyorum.
Son zamanlarda kitapların, bağış aracı olarak kullanılmasına çok rastlanır. Bir dernek için para toplanmasında her daim fazla, her daim istenmeyen o kitaplar kullanılır. Atmaya kıyılmayan, hayır işi için kullanılabilecek nesnelerdir onlar. Ancak bu kadar kutsal bir görev onları evin, büronun dışına çıkarılmasını sağlayabilir!
Kütüphane için yapılan toplu kitap bağışları da aynı mantık üzerinden yürür. Evde değil de kütüphanede topluca duran kitaplar... Bağış yapan ya da bağışı alan, kitapların niteliğiyle ilgili bir kaygısı var mıdır? Belli bir kitabın bir kütüphanede sayısız kopyası varsa aynı kütüphaneye aynı kitaptan bağışlamanın anlamı nedir? Öyle kitaplar vardır ki, belli bir kütüphanede 20 kopyası varken 20 senede bir defa bile ödünç alınmamıştır. Bahsi geçen kitapların çoğu da derin içerikten yoksundur. Aslında yapılması gereken, boş yere yer kaplayan niteliksiz kitapları elden çıkarıp, farklı eserlere yer açmaktır. Kütüphaneler kullanılıyor mu? Ev veya kamu kütüphanelerindeki raflardan kitabı çekip almayı kastetmiyorum. Çoğumuzun evinde kütüphane değil kitaplık vardır aslında. Bastonluk, sütlük, ayakkabılık gibi. Bu kitaplıklarda kitaplar durur ve ara-sıra bir kitabı çekip alırız. Diyelim arkadaşımızın yeni çıkmış kitabını tanıtacağız, o kitap çıkarılır, yazılır, yerine konur filan. Mahcup olmamak için düğüne gitmek gibi.
Bir eserle farklı şekiller ile ilişki kurulabilir. Çoğu kitap bir kişi tarafından bir defa okunur. Bazı kitaplara defalarca bakılır ama baştan sona okunmazlar. Tıpkı sözlükler veya ansiklopediler gibi. Gerçi bir dönem ansiklopediyi (A'dan Z'ye) "okumaya" çalışan kişilerin varlığından da haberdarım. İçinde yaşadığımız internet çağında bu tip bir durumla karşılaşmak mümkün değil. Belirtmek istediğim diğer bir husus ise okumak fiilinin, "kitap okumak" olarak anlaşılmasıdır. Hâlbuki süreli yayınların sunduğu imkânlar, okuma kalitesini de arttırır.
Süreli yayınlarda bolca yazı olmasına rağmen, hemen hemen hiç metin olmaması okuma ve kütüphane gibi konularda ne düşündüğümüzü yeterince açıklar. Metni okumak kütüphaneler arası bir yolculuğa çıkmak gibidir. Her yazının bir eser, bir "parça" olması beklenemez ama zamana karşı az da olsa metin olmaları iyi olurdu. Daha ziyade bir masaya ilişerek ya da bir kafede otururken bir çırpıda çırpılan yumurtalarla hazırlanmış omletler gibi (omletseverleri tenzih ederim).
Toplumun kitap okumasını mistifize etmek, okumanın zevkli bir şey de olabileceğini unutmaktan gelen bir amaç belirleme girişimidir. Hep "yarınlar" için yapılır. Bu da şimdiki zamanın güzelliğini görmemize engel olur. Bir tarafta büyük amaçlar, diğer tarafta da bir çırpıda okunacak kitapların okuyucuları duruyor. İkinci grupta yer alanlar genellikle popüler roman okuyan kişilerdir. O kişileri derinlikten yoksun tüketiciler olarak yargılamadan önce düşünmeliyiz. Pek çok yayınevi, onlar olmasaydı kapanacaktı. Aynı yayınevleri o "yüce amaç" için yazılan kitapları da basamayacaktı.
Derya kuzusu arabalar yağmur dindikten sonra öç alırcasına yayalara çamur(su) fırlattılar. Bir öğrencinin arkadaşlarıyla çektiği selfie geliyor gözümün önüne. Yukarıda sözü geçen ergenin gözleri kasaya geldiğinde önündeki kadına takılıyor. İç güzelliğin daha önemli olduğunu öğrendiği için elbisenin içine içine bakıyor. Şimdi karakalem göğü yazar. Red Kit bir zamanlar yağmurda tir-tir-titrer vaziyette bulup şimdi kaybettiği Rintintin'ini Tanti'nin Hamamı'nın orda arar.
-----------------------------------
Kıbrıs'ta 1892 yılında basılmaya başlanan, çeviri bir kitap olan Müsameretname de böyle bir kitaptı. İlk olarak İstanbul'da basılmıştı. Tercüman Yayınları'ndan "Gece Hikayâleri" diye bulunabilir.
Yağmur: bildiğimiz kadarıyla yağmur. Selfie: herkes gibi olmanın ayrıcalığı.