Genelde buradaki köşe yazılarımda hep belediyecilikle ilgili araştırmaları ve bunların bizim kentlerimize ne gibi faydalar sağlayabileceğini yazmaya çalışırım. Bunu yaparken amacım sadece köşe yazısı yazmak değil, aynı zamanda ileride ülkemize belediyecilikle ilgili kaynak olabilecek bir araştırmalar serisini bırakmaktır aslında. Fakat bazen öyle bir olay olur ki gündelik yaşamımızda, o olayı atlayıp da başka bir gündemi yazmanız, hatta konuşmanız dahi mümkün olmaz. İşte geçen hafta Doğu Akdeniz insanları tam da böyle bir olayı yaşadı.
Türkiye’de geçtiğimiz Cuma günü bir darbe girişimi gerçekleşti. Aniden gecenin ilk saatlerinde, hiçbirimizin anlam veremediği zamanda başladı ve bitti bu darbe girişimi. Hatta pek çoğumuz Fransa’daki terör olaylarıyla ilgili bir önlem midir acaba diye düşündük ilk anlarda. Fakat darbe girişimi olduğunu süreç içerisinde öğrendik.
Ardından internette ve ekranlarda gördüğümüz görüntüler bizleri kahretti. Belki de bunların arasında bizi en çok üzen, aldığı emirle kendini bir anda halk ile karşı karşıya bulmuş gencecik erlerdi. Bu 19-20 yaşlarındaki çocukların kendilerini böylesine kötü bir pozisyonda bulmaları pek çoğumuzun içini cızlattı.
Süreç tamamlandıktan sonra Türkiye’de yaşayan pek çok arkadaşımdan ve eski öğrencimden mesaj aldım. Soruyorlardı, “Kıbrıs’ta hayatı ve yaşam nasıl? Gelsek orada çalışabiliyor muyuz?” Buna ek olarak yatırımcı arkadaşımla konuştuğumda pek çok kişinin de kendini bu yönde aradığını öğrendim.
Bu durum aslında pek de garip değildi. Askerler, polisler, halk sokağa taşmış ve sivil savaşları aratmayan bir durum ortaya çıkmıştı. Bu durum içerisinde travmaların oluşması ve kaçma isteği yaşanması gayet doğaldı.
Durum böyleyken, arkadaşlarımız bize Kıbrıs’taki yaşamı sorarken ve bizler de medyaya yansıyan görüntülerden dolayı üzülürken, kafamda ÇARESİZLİK kelimesi ve Hindistan’da çaresizlikten dolayı hayatı protesto eden assentrik’ler (münzeviler) dolandı durdu.
Assentrikler milattan önce 6. yüzyıllarında Hindistan’da yaşamış ve hayatı protesto eden bir kesimdi. Milattan önce 15. yüzyılda büyük bir aryan ordu batıdan doğuya gelip Hindistan’ı fethetmişti. Bu aryan ordunun altında zülümler yaşanmış ve Hindistan’da yaşam dayanılmaz hale gelmişti. Halk çaresizdi.
Hindistan halkının reenkarnasyona inanması ise bu durumu daha da dayanılmaz hale getiriyordu. Düşünsenize zulüm dolu bir hayat yaşıyorsunuz ve öldüğünüzde yine aynı hayatı yaşamak üzere geri dönüyorsunuz.
İşte tam da bu çaresizliğin içerisinde Assentrik tepkisi doğdu. Yaşamı protesto eden bu insanlar, yaşadıkları travmanın da etkisiyle kendilerini hayattan çektiler. Günde birkaç pirinç tanesi yiyorlar, kendi idrarlarını içerek yaşıyorlardı. Dahası, hayatlarını tek ayak üzerinde geçiriyorlar ve çivili yataklar üzerinde uyuyorlardı.
Bir ulusun ciddi bir yüzdeliğini böylesine uç noktalara sürükleyen aslında tam olarak çaresizlikti. Türkiye’de yaşanan bu olayları izledikçe ve dostlarımızla konuştukça aklımda hep Hindistan’ın assentrikleri yankılandı. Belki durum bu kadar vahim değildi ama kökeni aynıydı: Çaresizlik.
Yaşanan konu bir darbe girişimiydi ama Türkiye'de bunun ötesinde bir iç savaş ortamı yaşandı sanki. Kardeşin kardeşe saldırdığı bir ortamdı.
Bu süreç içerisinde pek çok Kıbrıslı Türk gibi ben de Kıbrıs’ta yaşadığım için şükrettim. Benzer çaresizlikleri bizden önceki nesiller de yaşamıştı Kıbrıs’ta, ama bizim neslimiz yaşamamıştı. Çok uzaktı bizlere ve hiçbir zaman yaşanmayacak gibi geliyordu. Ve şükretmenin de ötesinde bugün Kıbrıs’ta liderlerin görüştüğü barış sürecinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha fark ettiriyordu bizlere.
Yanı başımızda bu çaresizlikler yaşanırken, bizlere Kıbrıs’ta geç kalmış bir barışı elde etmek için daha fazla çabalama görevi düşüyor. Bu barış süreci için çalışmalı, çaba sarf etmeli ve geleceğe çaresiz kalmayacak bir Kıbrıs adası bırakmalıyız.
Çünkü savaşın iyisi yok…
Yarası var… Acısı var… Gözyaşı var…