Bu kaçıncı Datça yazımdır bilmiyorum. Bazı okuyucularım, gezi izlenimlerimi sevdiklerini söylüyorlar. Ben de hevesliyim zaten!
Seyahat gözlemlerini ilginç yapan unsurlar, gidilen yerlerin politikası, yaşam standardı ve sosyal yapısı hakkında bilgiler içermesidir.
Diğer yandan Datça’yı anlatmak bir bakıma Türkiye’yi anlatmaktır. Türkiye’nin 21 yılda gelişim ve değişimini aktarmaktır. Orda yaşayanların, toplum yanısıra birey olarak da değişen akıl ve hissiyatının ip uçlarını vermektedir.
Havası güzel, kuru,esintili bir yaz iklimi, kültürü güzel, doğası güzel, Günlük ve Çam ağaçlarının gölgelediği, balığı taze, incir ve bademi meşhur Datça ile 1990 yılında, Nevin ve Mekin Tanker hocalarımızın aracılığı ile tanıştık. Bu yaz, dostluğumuz 21.yaşına girdi.
***
1990 yılı benim için unutulmaz bir yıldır. 6 Mayıs 1990’da genel seçimler yapılmış, UBP %54, muhalefet partileri TKP, CTP ve YDP’nin koalisyonu “Demokratik Toplum Partisi” %44 oy almıştı. 1976 seçimlerinden beri UBP yıkılamamıştı. Muhalefet birleşti yine olmadı. Uyukusuz ve yenilgi üzüntüsüyle, ertesi sabah eczaneye giderken uğradığım Vedia Barut’tan gazete almak için sekiden adım attım ki, düştüm ve sol bacağımı kırdım. “Kırıldı, kırıldı” diye inledim. “Nereden biliyorsun” sorusuna, “Bize ilk yardım dersinde, kırık çıkık farkını anlatmışlardı. Kırığın çok şiddetli ağrısı olurmuş” dedim. Tahminim doğruydu. Dr. Hami Bey’de hemen ameliyata alındım (parçalı kırıktı) Gözümü açtığımda eylülde İstanbul’da yapılacak FIP (Uluslararası Eczacılık Federasyonu) toplantısına katılıabilecekmiyim diye sordum. “Elbette” dendi. Doktorum, alçıdan çıkmış bacağımı, İstanbul’a giderken “Ne olur ne olmaz” diyerek tekrar alçıya aldı. O zamanlar AKM’de bile sakatlar için geçiş yolları yoktu. Salonlara merdivenle iniliyordu. Asansör çalışmıyordu. Meslektaşların ve bastonumun yardımıyla yürüyebiliyordum. Birliğimiz, 1986’da FIP’e üye olmuştu. İstanbul’da “ev sahibi” sayılırdık. Pera Palas’ta, konsey üyelerine teşekkür resepsiyonu vermiş ve İstanbul’daki öğrenciliğimi, Pera Palas’ın antika eşyalı, klasik müzik çalan tenha barında, çay içerek ders çalıştığımızdan söz etmiştim. İstanbul kongresini bitirip Ankara Hacettepe’de “Bitkisel İlaç Ham Maddeleri Semineri’ne” gittik. Seminer sonrası Kapadokya gezisi vardı. Dekan Atila Hıncal çok istedi ama durumum o geziye müsait değildi. Tankerler girdi devreye, “Bizim Datça Aktur’da yazlığımız var oraya gidelim” dediler. Araba ile 12 saat nasıl seyahat edebilirdim? Çare bulundu arabanın ön koltuğunu geriye yatırıp beni oturttular, mola vere vere gittik. Datça’ya o günden beri vurgunum.
***
seyahat öncesi “Nerede Eski Yazlar” diye bir makale yazmak istedim. Olmadı. Çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemimdeki yaz tatillerimi anlatacaktım. Bu anılara bir ucundan Datça da dahildir. Yine de kararlıyım. Hatta anılarımı anlatan “Kıbrıslı” yazılar yazmak istiyorum. Güncel politikadan soğudum. Zaten KKTC, her şeyiyle o kadar berbatlaştı ki, eleştiri yapıp fikir vermeye değmez. Eleştiri, bir sistemi veya kişiyi severseniz ve değerse yapılacak bir şeydir. En iyisi, unutulmaya yüz tutmuş Kıbrıs kültürünü anlatmak...
Tatile, iki yeni kitapla gittim. İskender ve Latife Hanım (yeğeninin anlattığı) İskender’de yeni bir şey bulamadım. Elif Şafak, Türk erkeklerinin şiddete yatkınlığının faturasını kadınlara çıkardı! Erkek çocuklarını kadınlar yetiştirirmiş! Türk kadın yazarları her zaman kompleksli bulmuşumdur zaten... Latife hanım ile tanışmam İpek Çalışlar’ın derlediği bilgileri, konuşmaları içeren kitabıyla başlamıştı. Onun hakkında çoğu birşeyler yazdı. Ailenin suskunluğunu bozup Latife Hanım hakkında daha doğru bilgi sahibi olmamıza yardımcı olmaları çok iyi oldu. Bir yazım da Latife Hanım için olmalı!
***
Geçen yıldan bu yıla neler değişti? KTHY batalı beri, Dalaman yerine İzmir’e uçmak zorundayız. Bu nedenle, İzmir, Muğla, Gökova, Marmaris ve Datça karayolunu takip ediyoruz. Bu yıl, gidiş-geliş geniş yollar yapılıyor habire. Gece-gündüz çalışılıyor. Tabii güzelim çam ve günlük ağaçları gidiyor ama ulaşım kısalıyor. 15 yıl öncesine kadar Marmaris’e yaklaşırken, bu kasaba, uzaklarda, ağaçların tül perdesi arkasında muhteşem bir fotoğraf verirdi. Son zamanlarda genişledi genişledi, o güzellik kayboldu. O manzarayı görmek için o karayolundan gitmeyi göze alırdım. R. Denktaş da böyle bir fotoğraf çekmişti ve sergisinde satın almıştık.
Bu yıl Marmaris’teki bütün reklam panoları neon ışıklarıya çirkinlik saçıyordu. Sanki Marmaris hep gece kulübü olmuştu. Belediye başkanı CHP’li imiş. Türkiye, İstanbul dahil hiçbir şehir ve kasabada zevkli, sanat ve doğaya önem veren başkan görmedi Rahmetli Dalokay(Ankara) dışında. Ne sağcısı ne solcusu ne dindarı Türkiye’nin güzelliklerini ortaya çıkaramıyorlar. Hatta çirkinleştiriyorlar.
Datça Aktur her canlı ve cansız gibi değişim geçiriyor ama gözü rahatsız etmeden. Bu yıl, sahili de sahiplenen iki lokanta yıkılmış. Plajlar halka açıldı. Ses kirliliği yapan Antik Bar da kapatılmış. Sitenin bir yönetimi var. Onların genel kurulunu izledim. Anlaşmazlıklar, kavga, yumruklaşma, sövüşme ile geçti. Buranın mal sahipleri, politik olarak aynı görüşteler. AKP karşıtı, bu partinin yaptığı iyi icraatları dahi takdir etmeyen, zoraki CHP yanlısı, Sözcü ve Cumhuriyet okuyan insanlar. 30 Ağustos’ta buranın yaşlanan nüfusu, Türk bayrakları, 10. Yıl Marşı okuya okuya yürüyüş yaptılar. Yine de geçmiş yıllara göre AKP’yi mecburi kabullenme gibi bir hava sezdim. Türbanla uğraşan kalmadı. TSK’ya karşı kafalarda soru işaretleri belirdiğini hissettim.
Türkiye’de tabu olan konular delinmeye başladıkça, insanların kafa yorması ve adapte olması kolay değil. Bu nedenle değişimlere mantıksız biçimde tepki koyanlara hem kızıyor hem de onları anlayışla karşılıyorum.
2012’de Datça ve Türkiye’de nelerin değiştiğini ömrümüz yeterse göreceğiz.