TC Cumhurbaşkanı Yardımcısı geldi ve davul zurna karşılandı.
Davulcuyu, zurnacıyı kim tuttu, merak ettim.
Misafir bürokrata, ada yarısının yeni "patronu" muamelesi yapılması da manidardı.
***
İlk gençlik yıllarımda, henüz lise öğrencisiyken sünnetlere giderdim, davul zurna çalmaya...
Şah dayı vardı, sünnetçi…
Hep tembihlerdi, tam da usturayı vururken, coşkuyla çalacaktık, çok daha gürültülü!
Çocuğun “çığlığı” o gürültüde kaybolacaktı böylece…
O an bir “lokum” atılırdı evladın ağzına…
Bir yanda cümbür cemaat sesler, beri yanda lokum…
Ne feryat, ne sızı (!)
***
Ercan'daki karşılamayı izleyen gazeteci arkadaşım anlattı: “Tek bir Kıbrıslı yoktu.”
Başbakan, bakan, bürokrat takımını dışarıda tuttu elbette!
Kıbrıs'ı bir başka ülke olarak kabullenmeyen talimli ve terbiyeli atanmışlar, dünyaya şöyle bir görüntü çiziyor: "Kendi kendinizi yönetme iradenize, siz kendiniz inanmıyorsunuz."
***
Gazeteci dostum Rasıh Reşat geçenlerde yazdı.
"Bakü Havalimanında, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan ve heyetini, Azerbaycan Cumhurbaşkan yardımcısı ve Azerbaycan Dışişleri Bakan Yardımcısı karşıladı."
TC Cumhurbaşkanı Yardımcısı'nı, burada, "Başbakan" karşılıyor!
O “Başbakan” da dışarıdan görevlendirme ile iş yapıyor.
Söz oyunu yapacak olursak, tam bir “Boşbakan.”
***
Ülkenin tek havaalanının ne zaman açılacağını Türkiye’den gelen başkan söylüyor, denetimi, Türkiye’den gelen bir atanmış yapıyor. Yeni bir “KKTC Meclisi” inşa edileceğini Türkiye’den gelen başkan duyuruyor. Son dönemlerde mahcubiyetle “yerleşke” dedikleri “Külliye”nin projesi Türkiye’de çiziliyor. İhale dahi orada açılıyor.
Sizin “ayrı devlet” iddianız ne kadar da yalan duruyor öyle!
***
Kıbrıs’ta ayrı devlet mümkün değil, biliyorlar.
“İlhak” da diyemiyorlar adına…
Böylece sözle pratiğin birbirini tutmadığı bir oyundur gidiyor.
Yeni Ercan açılacak da ne olacak?
Yine aynı uçaklar inecek, yine Larnaka ve Baf’tan bekleyeceğiz turisti, yine dünyaya kapalı bir alanımız olacak, belki biraz daha ihtişamlı…
***
Kıbrıslı Türklerin siyasi tarihleri boyunca en büyük kaygısı, tahakküm altına girmeden, eşit bir toplum olarak yaşamak ve kendi toplumsal kimliğiyle dünyayla bütünleşmek olmuştur.
Kendi “söz hakkı”nı aramıştır Kıbrıslı Türkler…
Çünkü bu ülkenin asli ortağıdır!
O söz hakkı nerede şimdi, söyler misiniz?
***
“Egemen” sözcüğü ha bire ortaya atılıyor, servis ediliyor, yineleniyor.
Anlamını biliyorlar mı gerçekten?
“Hiçbir kısıtlama, denetleme altında olmaksızın, bağımsız olarak yönetimini sürdüren, yönetimi dışarıdan herhangi bir şeyin güdümünde olmayan…”
Kıbrıs’ın kuzeyinde böylesi bir tablo yoktur.
Hele son birkaç yılda, tümüyle dışarıdan dizayn ediliyor burada hayat!
***
Bir yanda ortak kurduğumuz ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yöneten Kıbrıslı Rum elitleri; Kıbrıslı Türkleri siyasi eşitlikle yönetime dahil etmeyen ve federal çözüme yardımcı olmayan tavırları; diğer yanda Kıbrıs’ın kuzeyini kendinin sayan ve kendinin yönettiğini düşünen bir Türkiye Cumhuriyeti arasında sıkışmış durumdayız.
Davul zurna gürültüsü arasında işitilmeyen çığlık budur!
Her mali protokolde iki dudağımız arasında bırakılan “lokum”a gelince, nedenini siz biliyorsunuz zaten…
‘Sağlam’ durmak
“Sağlam durmak, katı olmak anlamına gelmiyor, dağılmadan durabilmek, yıkıcı bir üzüntü yaşasan da durup belli bir mesafeden duyguna bakabilmek, çözümsüz ya da çaresiz hissetsen de gücün yettiğince ayakta kalabilmek.”
Bülent Usta yazdı, Birgün’de...
Böylesi bir ruh hali sanırım Kıbrıs için de geçerlidir.
25 Haziran ara seçimleri belki de o nedenle son derece önemlidir.
Yine bir irade beyanı olacak ve sağlam durduğumuzu göstermek için sandığa gitmemiz gerekecek.
Kıbrıs’taki Türkiye seçmeni bunu yaptı.
Onca baskıya, kurguya, müdahaleye rağmen önceki seçimlerde bu halk yine gösterdi tavrını…
“İnsanın sağlam durabilmesi için hayatı, kendini ve etik değerleri ciddiye alması ve gerçeklikle bağını koruyabilmesi gerekiyor. Bütün bu ‘sağlam duran’ insanların ortak özelliği, kendilerini‚ büyük insanlık hikâyesinin bir parçası olarak görmeleri…”
Kendimizi dünyanın özlü bir parçası olarak görmekten vazgeçmemeliyiz…
Kimse kalkamaz bu yükün altından
Lefkoşa Belediyesi Başkanı Harmancı’nın bir paylaşımını okudum, geçenlerde…
“Belediyemizde 706 kadrolu 80 de mevsimlik işçi çalışmaktadır” diyor.
Öyle böyle bir rakam değil bu!
Böylesi bir “personel sayısı” olduğu zaman belediye çalışanları kente değil, kentin her bir insanı, çalışanlara hizmet etmeye başlıyor.
Çok daha ağır bir fatura ödüyor her bir yurttaş!
Olağanüstü “şişkin” bir kadro bu!
Böylesi bir “personel gideri” yükü altında, Lefkoşalının hizmet ya da yatırım alması çok kolay görünmüyor.
Bu durumun en önemli sorumlusu sanırım, Demokrat Parti – Ulusal Birlik Partisi ortaklığı süreçleridir ve bu yük, Lefkoşalının sırtına kalmıştır.
Bir bakınız başkente…
Yollarına, temizliğine, altyapısına, köhneliğine, karanlığına…
“800’e yakın çalışan Lefkoşa için her gün, sekiz saat çalışıyor” görüntüsü var mı?
Şimdi yine sendika ile belediye yönetimi arasında gerilim başladı.
Öyle görünüyor ki bu iş büyüyecek.
Kim kaybedecek?
Elbette hizmet hakkından mahrum kalacak yurttaşlar…
Her istihdam furyasının ardından bireye hiçbir sorumluluk yüklemeyen, suçlu siyasileri yargılamayan, ihtiyaç dışındaki kadrolaşmayı sorgulamayan, geçmişin yanlışlarını restore etme yönüne gitmeyen yaklaşımımız var.
İnsan kaynağı ve ortaya çıkan maliyete eş bir hizmet, üretim, sonuç yoksa ortada bunun faturasını yalnızca yurttaşa ödetmek büyük haksızlık…
800 personel nedir, kimse kalkamaz böylesi bir yükün altından…
Lefkoşa Belediyesi çalışanlarının 10 yıl önceki eyleminden… UBP binasına saldırmışlardı, Lefkoşa’daki istihdam furyası ve çöküşün baş sorumlusu yine bu ‘Ulusal’ yapıydı! Ne çok seviyorlarmış bu “devlet”i, unutulmadı.