Tayfun Çağra
Chris, dedesiyle birlikte yaşıyordu. Henüz 9 yaşındaydı… Üç yıl önce annesini kanserden, bir yıl önce de babasını kaybetmişti.
Dedesi Adam, onunla birlikteydi. Birbirlerine can yoldaşı olmuşlardı.
Çünkü şu an 60 yaşında olan dedesinin de hem oğlunu, hem gelinini, hem de 7 yıl önce eşini kaybetmiş olmanın getirdiği bir yıkıntı durumu vardı.
Bu yıkımlar dedesinin işinden biraz da erken emekli olmasını getirmişti. Yani bir emekli aylıkları vardı şimdi… Ancak küçük bir mülkünden de az bir kira geliri geliyordu.
Bu gelirler ikisine de yetiyordu… Yardımcı olabilecek akrabalar vardı ama başka başka şehirlerde bulunuyorlardı. Şimdilik başkalarının yardımlarına ihtiyaç da duymuyorlardı. Chris okula gidip geliyor, dedesi onu evinde bekliyordu. Yemek de yapabiliyordu Adam veya bazen de dışarıdan çağırıyorlardı.
***
Seneler geçiyordu, Chris 14-15 yaşlarına gelirken Adam’ın da yaşı ilerliyordu tabii ki… O da 65’lere gelmişti. Ancak Chris’le birlikte olmak, ona destek vermek, ondan da destek almak yıllarla gelen yaşların onu yıpratmasına izin vermiyordu.
Aşklar yaşamaya başlamıştı Chris… Ergenliğin meydana çıkardığı hormonlar karşı cinse ilgisini artırıyordu. Adam, ilerlemiş yaşına rağmen Chris’in ergenlik döneminde en büyük yardımcısı, hatta arkadaşı olmasını bilmişti. Onun için de çok zor olmadı bu dönem… Tecrübeler, genç bedene örnek olmuştu.
Kolej, üniversite ve mezuniyet… Chris, hukuk okumuş ve genç bir avukat olarak diplomasını alma günü gelmişti. Aradan 7 yıl gibi bir süre daha geçmişti o ergenlik döneminden sonra… Bu süre zarfında Adam hâlâ torununun yanında dimdik duruyordu. Diploma günü eksiktiler ama bir o kadar da gururlu…
Chris diplomasını havaya kaldırırken dedesinin gözünde anne, babasının da şahit olduğunu umuyordu. Adam, Chris’e gururla bakarken o an aralarında olmayanların da gözleriyle bakıyordu sanki…
***
O gece dede, arkadaşlarını, dostlarını aramış, Chris de kendi arkadaşlarını… Hep birlikte bir bara gittiler… İçtiler de içtiler. Şarkılar söylediler. Chris’in avukatlığını kutladılar. Kendilerinden geçmiş, çakır keyf hatta sarhoş olmuş bir halde çıktılar bardan… Eve kadar yürüdüler. Yürüdüler demek biraz insaflı olur aslında, sürünerek gittiler demek daha doğru.
Eve nasıl girdiler, nasıl yattılar, nasıl uyandılar farkında değillerdi. Chris başı ağrılar içinde uyanırken hemen bir kahve yapmaya gitti. Bir fincan da dedesine yaptı ve içmesi için de uyandırmak istedi ama dede uyanmıyordu.
……………… Hade be… Fazla acıklı oldu. Hemen değişiyorum o zaman… Bir Pazar gününde daha fazla acıya gerek yok. Üstteki cümleden devam ediyorum;
Bir fincan da dedesine yaptı ve içmesi için de uyandırmak istedi. Adam, yaşlı bedenine rağmen daha dinç uyandı Chris’ten… “Hade giyin de dışarıya çıkalım. Bugün evde kalmak istemiyorum” dedi Adam…
Dede, ben yorgunum ama… Akşam çok fena içmişiz. Hâlâ kendime gelemedim.
İyi ya işte… Kendine gelmek için dışarıya çıkmak lazım. Hava güzel… Biraz yürür, biraz dostları görürüz.
Daha akşam gördük dostları… Hem onlar da kötüdür herhalde…
O da iyi… Onları da kendilerine getiririz. Hade Chris, oyalanma da giyin.
***
Giyindiler, çıktılar…
Akşam barda kimler varsa herkesi gezdiler, alabildiklerini yanlarına aldılar… Şehrin altını üstüne getirdiler. Meydanlar, caddeler arşınlandı. Adam’ın enerjisi bitmiyordu. “Bişey içti herhalde” diye mırıldandılar kendi aralarında… Zorla birkaç kez cafeye oturmaya ikna edebildiler Adam’ı…
Mezun olan, avukatlık diploması alan sanki de oydu. Chris genç yaşına rağmen yorulmuş, arkadaşları bitmiş ama yaşlı adam enerji üstüne enerji üretiyordu sanki…
Yine zorla bir cafeye oturduklarında Adam, içindekileri dökebildi;
Arkadaşlar, öyle mutluyum ki!.. Bu mutluluğumun bitmesini hiç istemiyorum. Eşim öldüğünde çocuklara, gelinim öldüğünde oğluma, oğlum öldüğünde kendime söz verdim. Chris’i hiç yalnız bırakmayacağım, Chris bir insan olacak diye… Evet, Chris okudu, avukat oldu ama ondan önce insan oldu. Öyle mutluyum ki… “Yorulduk” diye bana kızmayın sakın, ben mutluluğumu dostlarımla paylaşıyorum sadece…