Öğle vakti dükkan kapısının önüne bırakılan sandalyenin dükkanın kapalı olduğunu bildiren görüntüsü, yine öğle siesta vakti ya uyku ya da denizin tadını çıkarmak…
Bunlar tanıdık şeyler… En azından tanıdık geliyor çünkü biraz geride kaldılar artık. Bu güzel görüntülerin ardından göç görüntüleri… Mübadele günlerinde Girit’ten İzmir kıyılarına göç eden aileler… Yıllarca doğdukları yere gidemememin verdiği ızdırap… İki defa gitmek için yola çıkarken olağanüstü durumlar… Birincisi 1974 Kıbrıs savaşı nedeniyle her şeyin kısıtlanması… İkincisi de 1980 Faşist Darbesi nedeniyle yine yolların kapanması…
Küçük yaşta Girit’ten göç eden ‘dede’nin yıllarca içinde not bulunan şişeleri denize bırakması ve o şişelerin Girit’e ulaşır, bulunur ve cevap alır umudu…
***
Yine Çağan Irmak’ın şahane filmleri arasına eklediği ‘Dedemin İnsanları’ sahnelerinden… 80 Darbesi’nin hemen sonrasında başlıyor film ama bunu sonunda öğreniyoruz. Yaşadıkları yerde sıradan yaşamın anlatıldığı, Türk-Rum çatışmasının daha çok çocuklar arasında çocukça yaşadığı ama gizlice yetişkinler arasında da gezindiği, bunun bastırıldığı duygular ve evdeki üç nesil…
Filmin orta yerinde Girit’ten göçün sahneleri… Apar topar yola çıkan küçük-büyük herkes ve yolda tifodan ölen ‘dede’nin kardeşi Mustafa… O Mustafa’nın yine Girit’te çekilmiş abisinin kucağındaki kayıp fotoğrafı… Ve bu fotoğrafın da filmin sonunda ortaya çıkışı… Çok da yabancı gelmeyen görüntüler… Göçü, savaşı, ayrımcılığı, şovenizmi yaşayan kendi toplumumuza tanış gelen sahneler… 74’te veya 63’te aynı şeyleri yaşayanların akan gözyaşları… Bu gözyaşları arasında insanların komik halleri ve kahkahalar…
İşte bu olaylar filmin genelinde dede ve torun arasındaki ilişkide anlatılıyor… Çağan Irmak’ın ailesini anlattığı filmde göçleri ve savaşları yaşayan bizler de kendimizi buluyor, görür gibi oluyoruz. Göçün de, savaşın da, savaşlardan ve göçlerden çıkar beklentisi olanlar da her yerde aynıdır. Onlar da çok tanıdık geliyorlar.
***
Ve yine tanıdık bir çığlık var filmde… 80 Darbesi’nde görevden uzaklaştırılan belediye başkanı yerine atanan ‘başkan’… Toprakları, sahilleri darbeleri yapanlara peşkeş çekmesi … Görevden alınanların arkalarında haklarını arayacak bir halk bulamaması, o halkın bir gün uyanışının beklentisi ve bir cenazeyle uyanışı…
‘Dede’nin torunu Ozan’ın darbe öncesi askere büyük ilgisi, Türklük merakı, en üstün ırk olma gururu! ve darbede bir askerin dedesini itmesi ve yere düşürmesi ile gözlerde sönen ateş…
İşte bu filmi böyle parça parça anlatırken biraz kendimizi de anlatmak, biraz merak uyandırmak, biraz bizim de yaşadığımız süreci tekrar hatırlatmak istedim.
***
Ben hatırladım;
Dedemin bakkal dükkanında kapısına koyduğu sandalyesi, kapalıdır diye kimsenin girmemesi… 74’ten sonra Güney’den Kuzey’e kamyon içinde birkaç parça eşya taşırken o ‘eşya’ların içine attığımız ama kaybolan fotoğraflarımız… Benim de sanki ‘kayıp’ çocukluğum… Göç sahneleri… Paramal sırtlarında yaşadığımız çadır hayatı… Esir düşenler… Savaşın içinde kaybettiğimiz dedemiz… Mahallemizdeki çocuk savaşları… Top sahamız… Türbinlerinden koşarak inerken yüzdüğüm dizim ve hala duran izi… Hemen yanı başında okulumuz… Seneler sonra kapılar açıldığında koşa koşa gitmek istediğimiz bıraktıklarımız ama zamana yenik düşen duygular…
Hepsi bu film içinde de var. Dedim ya; Göç de, savaş da, kayıplar da her yerde aynı.