*** Gömü yerinin bulunmasına katkıda bulunmuş olduğumuz “kayıp” Nikolas Kaniklidis, 25 Mayıs’ta toprağa verilecek...
Sevgili Nikolas Kaniklidis,
Senden bana ilk kez rahmetlik Yannis Orfanidis söz etmişti... Henüz 12 Kasım 2006’da yaptığımız röportajda, Değirmenlikli Yannis Orfanidis, köyünüz Değirmenlik (Kitrea) ve Voni (Gökhan) esir kampında yaşadıklarını anlatmış, seni ve “Pramadeftis” lakabıyla bilinen komşun Andreas Pantazis’in öldürülmüş olduğuna nasıl tanık olduğunu anlatmıştı... Rahmetlik Yannis Orfanidis’in eşi Niki’nin akrabasıymışsın, böyle anlatmıştı Bay Yannis bana ve şöyle demişti:
“14 Ağustos Çarşamba gecesi evimizde uyumuştuk... 15 Ağustos Perşembe günü evdeydik... Saklanıyorduk... Evimiz iki katlıydı, dıştan basamaklar vardı yukarıya çıkan... Tahta basamaklardı bunlar... Türk askerleri köye gelmişti... Geldiklerini, yukarıya çıktıklarını, oğlum Stelyos’un kitaplarını ve doktor aletlerini karıştırdıklarını duyuyordum. Oğlum Stelyos doktor olduğu için vardı bunlar üst katta. Oysa onlar, burasının bir hastane olduğunu sanmışlardı!... Evin yanında bir kahvehane vardı, orada oturuyordu Türk askerleri... Biz onları gördük, eşimle ben – onlar da bizi gördüydü... Ama bir şey yapmamışlardı bize... Perşembe gecesi sakin geçti... Biz hala evde saklanıyorduk... Kayınbiraderim gelmişti... “Dışarı çıkabilirsin çünkü insanlara bir zarar vermiyorlar” demişti bana... Ama onların hala bizim evin basamaklarını inip çıktıklarını duyuyordum!...
Bitişik komşunun evinde saklanıyorduk. 20 kişi kadardık burada... Cuma günü evimize gittik, ben hemen eşime “Bana bir kahve yap, metrio! (orta)” demiştim! Tam kahvemi içmeye başlamıştım ki, Türk askerleri geldi!
5-6 kişilerdi... Bizi kahveye götürdüler...
Türk askerleriydiler... Çünkü tek kelime bile Rumca bilmiyorlardı!...
Bizi kahveye götürdükten sonra, tekrar eve döndü askerler. Bir Türk askeri bir transistörlü radyo aldı ve bana “Bunu alabilir miyim?” anlamında bir soru sordu. Ben de ona “Alabilirsin” dedim. Bizi vurmak istediklerini sezdim hareketlerinden, o nedenle karıma “Eve dön” dedim. Karım eve döndü. Beni bir landrover’e bindirip Çaoz’a (Çatoz’a – Serdarlı’ya) götürdüler. Landrover’de çok korkmuştum... Çatoz’a anayoldan gitmemiştik, başka bir yoldan gidiyorduk – bu yüzden beni öldüreceklerini sanmıştım. Birkaç kelime Türkçe biliyordum... Askerlerden biri “Korkma” dedi bana “ben bir erkeğim ve sözümde dururum... Seni öldürmeyeceğim...” Landrover’de şöför vardı, ben vardım ve o asker vardı...
Çatoz’da köyün dışında çok sayıda asker vardı, tanklar vardı, tüfekler vardı... Beni doktor sanmışlardı çünkü evde doktor olan oğlumun aletlerini bulmuşlardı... Onlara yapıcı olduğumu söyledim. O zaman Çatoz’daki yetkililer “Onu geri götürün” dediler.
Evde saklanan diğer kişiler ise tutuklanmış ve Neahorgo’ya (Minareliköy’e) götürülmüştü. O zaman askerlerden biri bana “Seni diğerlerinin yanına götüreceğim ama önce evinden geçeceğim” dedi. Çok yardımcı birisiydi bu asker. “Önce seni karına götüreceğim ki hayatta olduğunu görsün” dedi. Ama etrafta Rum askerler olduğundan mıdır, beni köye değil Kitrea (Değirmenlik) polis karakoluna götürdü. Oradan da Minareliköy’e götürülmem söylendi... Oradaki albay “Neden geç kaldınız? Neden daha önce gelmediniz?” diye sordu... Minareliköy’deki kiliseye götürüldüm – burada Değirmenlik’ten, Voni’den (Gökhan), Palekitre’den (Balıkesir) ve bölgedeki köylerden insanlar vardı...
Sanırım 500 kişi vardı... Kadın, erkek, çocuk, karışıktı...
Cuma günü henüz Değirmenlik’teki (Kitrea) evdeydi karım... Albay bize “Kimse saklanmasın artık, evinize dönünüz, hiçbir şey olmayacak” dedi.
Bir çevirmen vardı Rumca’ya çeviren söylenenleri ama onun Kıbrıslıtürk mü, yoksa Türkiye’den mi olduğunu bilemiyorum. Minareliköy’den köyümüze dönerken çatışmalar bitmişti, araçlarıyla dönen askerlere rastladık. Kitrea’da şu anda Atatürk büstünün olduğu yerin yakınında yani... Çatoz’dan geliyordu bu arabalar. Askerler bize araçlara binmemizi söylediler. Ancak bazı (Kıbrıslırumlar) buna itiraz etti ve “Albay bize evimize dönmemizi söyledi” dedi. Araçlardan birinde İsmet’in oğlu vardı, adını hatırlamıyorum... Bana “Yannis Dayı, bin arabaya, bir şey olmayacak” dedi. Bindiğim araçta beş Kıbrıslırum asker ile Kitrea’dan (Değirmenlik) 6-7 tane de yaşlı adam vardı. Bu bir tür forttigo’ydu... Girne’ye giderken bu araçta insanları dövüyorlardı...
Girne’ye doğru gidiyorduk... Araçtaki bazı Kıbrıslırum askerlerin saçlarını çekiyorlardı, onlar da bağırıyordu. İsmet’in oğlu nedeniyle benim kılıma bile dokanmamışlardı... Girne Boğazı’nda ağıllar bölgesinde kaldık Cuma gecesi...
Bu ağıllarda başka Kıbrıslırumlar vardı, kadınlar da vardı... 500 kişi kadar vardı – çocuklar ve kadınlardı buradakiler... 10-15 yaşlarında çocuklar vardı... Mandrada kaldık, yerde oturuyorduk. Sabahleyin bizi ayırdılar. Gençleri orada bıraktılar, yaşlılarla kadınları Lefkoşa’ya götürdüler. Gençleri Türkiye’ye göndermişlerdi savaş esiri olarak.
Araçtan çıkarken İsmet’in oğlu, “Yannis Dayı, burada ineceksin da bakalım...” demişti... Sonra Cumartesi günü bizi Pavlidis’in Garajı’na götürdüler.
Bizi Türkiye’ye göndermeyip, Pavlidis’in Garajı’na götürdüler...
Yalnızca gençleri götürdüler Türkiye’ye... Kadınlarla yaşlı erkekleri Pavlidis’in Garajı’na götürdüler. Kıbrıslıtürk polisler bize “Sizi serbest bırakacağız ve buradan Lefkoşa’nın güneyine gideceksiniz, evinize değil” demişti... Sonra da “Yok sizi göndermeyeceğiz, evinize gideceksiniz” demişti...
Ne yapacaklarını bilemiyorlardı... Cumartesi günü saat 2’de bizi bir otobüse koydular ve Kitrea’ya (Değirmenlik) geri götürdüler...
Kitrea’ya (Değirmenlik) gittik... Köyün biraz içinde bizi otobüsten indirerek “Evlerinize dönün” dediler. Bazıları otobüsten inmemişti ama ben gidip eşimi bulmak istiyordum, otobüsten inip yavaş yavaş eşimi bulmaya gittim. Anayoldan gitmedim eve, patikacıkları izledim... Evime giderken, eniştemizin öldürülmüş olduğunu gördüm, Nikolas Kaniklidis’ti adı, evin dışındaydı... Neredeyse kaldırımda yatıyordu... Nikolas, eşim Niki’nin kızkardeşinin kocasıydı... Yoluma devam ettim ve bir kişinin daha öldürülmüş olduğunu gördüm. Bu, Andreas Pantazis idi... Sonra eşimin de öldürülmüş olabileceğini düşünerek ona seslenmeye başladım: “Tamamsın? Tamamsın?”... Eşim de bana seslendi, “Tamamım...” O zaman ona Nikolas ile Pantazis’in öldürülmüş olduğunu anlattım. Böylece evde kaldık o gece... Pazar günü bazı Kıbrıslıtürkler geldi köye... İki-üç kişiydiler. Mezar kazdılar bu ölüleri gömmek üzere... Onları daha önce görmemiştim... Bazı Kıbrıslırumlar’ı da aldılar, mezar kazmaya ve ölüleri gömmeye yardım etsinler diye... Kipros Kolyos da yakın akrabamızdı, o da yardım etmişti mezar kazmaya, ölüleri gömmeye... Sonra onu da öldürdüler!...”