Eşitlik, sosyal adalet, farklılıklara saygı ve benzeri değerlerin gelişmesi için değişime ihtiyaç vardır.
Tüm bu değerler “düşünceye” dayanır.
Pozitivizmin hüküm sürdüğü dönemde Marks’ın “alt yapı üst yapıyı belirler” tespiti siyasal alanda devrim düşüncesini besliyordu.
Devrimle kurulacak sosyalist düzende “alt yapının” yani ekonomik düzenin “üst yapıyı” yani düşünceyi evrimleştireceği öngörülmekteydi.
KSP adayı Mustafa Onurer, “sorunları devrimle çözeceğiz” diyor.
Sorunları devrimle çözeceğini iddia eden başka da bir aday yok.
Diğer adayların “düşünceyi” hangi zeminde evrimleştireceği merak konusudur.
Pozitivizm sonrası dönemde üretim ilişkileri karmaşıklaştı.
En az sermaye kadar emek ve bilgi de “gücü” temsil eder oldu.
Devrim niteliğindeki değişimler sürece yayılsa da değişmeyen bir şey var:
Ekonominin önemi!
Kimi Marks eleştirmenleri, “bir evde kadın-erkek eşitliğini sağlamakla ekonominin ne alakası var?” diye sorguluyor.
Hunharca katledilen Özgecan Aslan’ın dramı kuşkusuz “üst yapıdaki” çarpıklığın bir sonucudur.
Bu çarpıklıkla mücadeleyi “devrim gününe kadar” ertelemeyeceğimiz ise kesindir.
Her toplumsal olguyu ya da hadiseyi ekonomi üzerinden okumak doğru değildir ancak Marks’ın tespitini tümden yabana atıp mevcut kırılgan yapıya mahkûmmuşuz gibi bir “öğrenilmiş çaresizliğe” de hapsolmamak gerekir.
Siyasetçiler “üst yapıyı” dönüştürebilmek için “alt yapıyla” da ilgilenmek durumundadır.
Aksi, büyük bir kandırmacadır!
Adayların değişim konusundaki samimiyeti daha güçlü bir ekonomik yapı için ne yapmamız gerektiğine ilişkin ortaya koydukları “düşünce” ile sınanmaktadır!
Kudret Özersay zaman zaman doğru icraatları popülizm penceresinden okumayı yeğlese de en genelde sürdürülebilir bir yapıya geçişle ilgili söylemleriyle çağdaş bir siyasetçi izlenimi yaratıyor.
Mustafa Akıncı ekonominin öneminden hareketle olsa gerek, Başbakan Yardımcılığı döneminde Karpaz’a yapılan yatırımları anlatıyor bölgeye gerçekleştirdiği ziyaretlerde!
Adayların, somut tecrübeler üzerinden ve ekonomimizi zayıflatan yapısal sorunlarla “yüzleşme” niyeti ile birtakım “düşünceler” serdetmesi gerekiyor inandırıcı olabilmeleri için.
Akıncı’nın, Başbakan Yardımcılığı dönemindeki yatırımlardan söz etmekle yetinmesi, bizzat kendisinin bir siyasetçi olarak mağduriyetine sebep olan “alt yapıdaki” ciddi aksaklıklara hiç değinmemesi, “bu işte bir bit yeniği var” dedirtiyor insana.
Geçmişte yaşananların sebepleri ve bir daha bankalarımızın batmaması için bugün neler yapılması gerektiği ile ilgili “düşüncelerini” ben gerçekten merak ediyorum.
Partisi TDP, ekonomik konularda popülizmin ötesine geçemiyor.
Hâlbuki CTP, Bankalar Krizi’nin yaşandığı 2001’de muhalefet partisi olarak krizin aşılması için atılması gereken adımları desteklemiş, popülizmden uzak durarak son derece yapıcı bir rol üstlenmişti. Krizi “düşünceleriyle” topluma açıklayan ve yaşanan kalkışmaların akıl yoluyla yatıştırılmasını sağlayan da CTP idi.
CTP, o dönemde, dama çıkıp “kendimi aşağıya atacağım” diye bağıran, polisin bacaklarına sarılarak “kurtar bizi, birileri bizi kurtarsın” diye haykıran, park halindeki TKP piyangosu arabasına saldıran mudilerin sorunlarını çözmek için öneriler geliştiriyordu.
Krizin yaralarını saran ve bankacılık sistemimizin güçlenmesi yönünde somut adımlar atan da CTP olmuştu.
Bugün de CTP bankalarımızın ekonomik kalkınmamıza gerekli katkıyı sunabilmesi için icraattadır.
Hiçbir popüler tarafı olmasa da kamu borç stokunun artmasını engellemek için çalışıyoruz ve halka her fırsatta konunun önemini anlatıyoruz.
TDP ya da Mustafa Akıncı bu gibi konularda ne düşünüyor?
Kamu borç stokumuzun döndürülmesi önemli mi onlar için?
Önemli ise somut olarak ne öneriyorlar bu konuda?
Sibel Siber’in partisi “alt yapıyı” güçlendirmek için çalışırken O’nun “üst yapıya” ilişkin mesajlar vermesi bütünleyici bir unsurdur çünkü biz büyük bir aileyiz!
Diğer adayların inandırıcı olabilmek adına laf salatasının ötesinde söylemlerinin içini “düşünceyle” doldurması gerekecek bu seçim sürecinde.