DEĞİŞİM SANCISI

Neşe Yaşın

İçindekini dingin bir göl sanırken birden bir taş fırlatır biri. Suyun hareleri genişledikçe genişler. Ruhun bulanır. Kafan karışır. İşte budur bugünlerde hal-i ahvalim.

Hayatı seyrederken gözlerim doluyor son günlerde.  Durduk yerde bir ağlama isteği… Keder veren ayrıntılar seçiyorum galiba ya da süzüp ince bir hüzne dönüştürüyorum her türlü gözlemi… Ciddi bir memnuniyetsizlik hali de denebilir benimkisine… Bir tutam Kıbrıs sorunu sendromu, bir miktar yaş paniği, bir ölçek yalnızlık. Daha çok da varoluş krizinin Kıbrıslıcası…  Kendi tarihimle başa çıkamayıp geleceği net görememe hali…

Yok, öyle depresyonda filan değilim.  Arada şaklabanlıklar yaptığım gülme krizlerine tutulduğum bile oluyor. Gündelik hayata dair sorunları da ertelemeden çözmeye çalışıyorum genelde. Öyle eve falan da kapatmıyorum kendimi; gezip duruyorum.  Ama o boşluk duygusu işte. Taşı fırlatan da o… Zihnimi bulandırıyor bir kere… İçimde yaralı cümleler inliyor. Kalbimin kırığından incecik bir keder sızıyor.

Evet, dünyanın hali kötü… Ama hep kötüydü zaten. En zor zamanların bile bir tesellisi bulunur ama… Belki de iyiye alamet bu iç sıkıntısı… Belki de bu diplere dalış bir an önce su yüzüne fırlamanın  bahanesi…
Sonbahar melonkolisi filan da değil bu… Yaza veda etmekten memnun sayılırım aslına bakılırsa… Her mevsimin başka bir heyecanı var sonuçta.  Her veda bir kavuşmanın öncülü…

Sonbaharın insanı kendi içine dönmeye çağıran olgunluğunu severim ben. Yazın uçuculuğu bir yere kadardır. Güneş yorgunu bedenlerin artık loşluğa, dinlenmeye ihtiyacı vardır. Yaza veda etmenin bir burukluğu olur yine de… Aslında geçen yaz değil de ömrümüzmüş kederi biraz da bu…

Rötarlı bir uçak yolculuğunda yazıyorum bu yazıyı… Gecenin bir yarısı varacağım hava raporuna göre yağmurlu bir İstanbul’a… Yalnız yolculuklarda, havaalanlarında insanın içine çöken bir aidiyetsizlik, kimsesizlik, dünyada kaybolmuşluk duygusu vardır. Sadece belleğim çağırıyor bu duyguyu…

Aslında içimdeki düğümün ne olduğunu biliyorum.Yepyeni  birşey söyleyebilmek istiyorum. Daha önce hiçkimsenin söylemediği bir şeyi hiç kimsenin söylemediği bir biçimde söyleyebilmek. Diğer türlüsü sıkıcı tekrarlar, boşboğazlık gibi geliyor bana. Hayatın gürültüsü içinde kendi sesini yitirebiliyor insan.

Kendimi beğenmeme zamanlarım bunlar  ama  bunun  yeni bir aşamanın önünü açması olası... Zihnimdeki yorgunluğun nedenini anlayabiliyorum. Zamanın hızıyla yaşadığımız bir baş dönmesi söz konusu. Sayısız bilgiyle donatılıyoruz her gün. Kayıtsız kalmak pek mümkün değil. Cümleler, imgeler akıp gidiyor önümüzden. Kimi kez yabancı bir işgale dönüşüyor bu. Başkalarının cümleleri, yargıları arasında kendi sesimizi yitirebiliyoruz.

İçimdeki göl yine dupduru olacak. Doğan güneşle pırıl pırıl parlayacak biliyorum. Bu yorgun yazılar, tekrarlar sona erecek yakında.

Bir İstanbul sabahında devam ettiğim bu yazıda içimin karmaşası, hüznü ve yorgunluğu sizi tedirgin ettiyse bağışlayın beni. Böylesi yağışlı iç halleri doğacak olan bir gökkuşağının habercisidir genelde.
Yepyeni bir dönem olacak biliyorum bunu. İçimdeki koza kırılmak, kelebeğim uçmak üzere…

Hayat hep getirmiştir sürprizlerini, en iyileşmez sanılan yaraları iyileştirmiş, mutsuzlukları canlı renklerle boyayıp yeni umutlara çevirmiştir.

Her gün şiddet ve ölüm haberleri arasında kahrolurken dünyaya yeni doğan bebekler, yaşanan sevinçler de var.
Zaman siyah peleriniyle sırtını dönüp uzaklaşırken gelecek ışıl ışıl duruyor hep önümüzde. Gün doğumu öncesi bir karanlık içinde olduğumu varsayıyorum bu günler. Yeniden ışıyacağımı, hayatın beni yanıltmayacağını biliyorum.

Bu hafta bunları yazabildim ancak. Bu Pazar konukluğumda daha aydınlık cümleler kurmak, hayata daha şefkatle dokunmak, yepyeni şeyler söylemek  isterdim. Bunun için söz vermiş olayım yalnızca.