“Bu ülkede yaşamak istemiyorum” ifadesi, ülkedeki sıkıntıların aşılamayacağını düşünüp pes etmeyi ve göçü çağrıştırır. “Böyle bir ülkede yaşamak istemiyorum” diyorsanız eğer, idealinizdeki gibi bir ülke için elinizdeki imkânlar ölçütünde sorunların çözümüne katkı yaparsınız!
Bir çöp bidonu ihtiyacınız hâsıl oldu; sorup soruşturdunuz; belediyenin, makbuz karşılığı bir miktar ödemeyle bu hizmeti vatandaşlara sunduğunu öğrendiniz. Gerekli ödemeyi yapıp ihtiyacınızı karşıladınız. Ertesi hafta bir baktınız ki Belediye Başkanı’nın elini sıkıp, “bir ihtiyacım var” diyen komşunuza çok daha sağlam ve daha büyükçe bir çöp bidonu hediye edilmiş Belediye Başkanı tarafından...
Eğer varlık sebebi eşitlik olan ve eşitsizliklere karşı mücadele için yaşamını adamış onca insanın mensubu olduğu bir parti ile hasbelkader yollarınız kesişmişse, şanslısınızdır çünkü örgütlü mücadele ile idealinizdeki ülkeye erişmeniz daha kolay olacaktır. Toplumsal algılar partinizin devri iktidarında bozuk düzeni köklü reformlarla dönüştüremediği şeklindeyse, “Bu partiyi istemiyorum” mu dersiniz yoksa tam aksine partinize sahip mi çıkarsınız?
Bu ülkede kurulan siyasi sistem, insanımızı ayrıcalıklara alıştırdı. Siyasetçi-vatandaş ilişkisi çok çarpık bir şekilde gelişti. Hatta öyle bir oldu ki, eşitsizliğe karşı mücadele eden partiden bile, iktidarı döneminde, vatandaş, bitmek tükenmek bilmeyen bir biçimde ve sistemi nasıl dönüştüreceğini tartışmaya dahi fırsat bırakmayacak denli bir yoğunlukla, “eşitsizlik” talep edebildi.
“Oğluma bir iş, bir de eş” demek için çaldı kapıları anneler. Dünyanın her yerinde vatandaşlar, sistem nasıl öngörüyorsa o çerçevede en kolay ve en ucuz yolla ihtiyaçlarını karşılamaya yönelir her zaman. Siyaset bütünlüklü bir şekilde standartları ön plana çıkaramazsa, vatandaşlar, bireysel düzeyde işlerini halletmekten imtina etmez; siyasetçiden iş talep eder, evine telefon bağlanması için siyasetçileri devreye sokar. En ucuz ve en hızlı hizmettir vatandaşın talebi her koşulda. “Madem sistem böyle işliyor, ben de siyasetçiden oy karşılığı su ya da elektrik faturalarımı ödememeyi talep edebilirim” anlayışına bürünebilir; ayrıcalık talep edebilir vatandaş. Bu öyle bir sistemdir ki bu sisteme karşı mücadelenin bayraktarlığını üstlenen siyasetçilerin dahi her gün kapısı çalınır. Buna ayak uyduramayan ve ilkeleriyle reel politik arasına sıkışıp kalan siyasetçiler de kim olurlarsa olsunlar sistem onları dışlar.
Siyaset üzerinde etkili olma imkânına sahip genç insan sayısı yüksek değil toplumumuzda. “Böyle bir ülkede yaşamak istemiyorum” diyen bir birey olarak benim bu genç insanlardan büyük beklentilerim var. Sistemi dönüştürmek ortak amacı olmalıdır gençlerin. Amaç birlikteliğini sağlayıp araçları tartışabilmeli, birlikte kararlar üretip birlikte bir yol yürüyebilmelidir gençler ve de genç kalanlar!
Ama eğer gençler yöntem ve araçları tartışırken bu sistemin kurdu konumundaki örneğin devlet kurumlarını yönetmiş ve performansları da bir hayli sorgulanır olan “tecrübeliler” bu tartışmaları fırsat bilir ve “idealimdeki ülke budur” diyenlerin pasifize edilmesi için o gençleri birbirlerine karşı kullanmaya başlarlarsa ne olur?
Gençlerin farklı pozisyonları ve farklı yaklaşımları olabilir ancak bu sistemle ilişkileri bağlamında temizdirler! Hiç sanmıyorum ki amaçları netleştirdikçe ülkeye dair idealleri farklılaşsın! Herkes siyasetin içini izleme ve çeşitli insanların hangi davranışları niye geliştirdiğini gözlemleme imkânından veya ilgisinden yoksun olabilir. Ancak “idealimdeki ülke budur” diyen her kim varsa, bilmeli ki, ne söylerse söylesin, bu siyaset değişmediği müddetçe birileri mutlaka onun üretimini mevcut bozuk sistem içinde ve mevcudu muhafaza etmek amacıyla kullanmayı deneyecektir.
Gençlerin görevi zor! Amaç, yöntem ve araçlarıyla birlikte değişimin içini kolektif bir bilinçle doldurmak zorundayız en kısa sürede...