Bilim insanı, evrim kuramcısı Darwin’e atfedilen unutulmaz sözdür: "Ne en güçlü olan tür hayatta kalır, ne de en zeki... Değişime en çok adapte olabilendir, hayatta kalan!"
Kıbrıs'ın kuzeyinde 1974 sonrası oluşan düzende "verimlilik"le ilgili ciddi bir sorumuz var.
Değişime ayak uyduramıyoruz!
Statükoyu seviyor, elletmiyor, yerimizden kımıldamıyoruz.
***
Siyasileri suçlamak, Türkiye'nin ada yarısındaki tahakküm ve irade gaspını öne çıkarmak ya da Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü üzerinden yürümekle sonuç alınamıyor.
Kıbrıs Türk Hava Yolları örneğini yaşadık.
Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu bir başka örnek oldu.
Şimdi Doğu Akdeniz Üniversitesi var sırada…
Daha pek çok kurumu böylece sayabiliriz.
Belediyeleri örneğin…
Toprak Ürünlerini…
Kooperatifleri…
Eğitimi ticarileştirdik, devlet okullarını köhneleştirdik.
Kamusal sağlığı “özel hastane ve kliniklere hasta taşıma köprüsüne” çevirdik.
Sorunu da çözümü de görüyor ve biliyoruz ama susuyoruz!
Çünkü kimse kendi düzenini, menfaatini ve çıkarını bozmak istemiyor.
***
Pek çok kurum çökerken sorunun temelinde siyasi iktidar ve sendikal yönetimlerin dirsek temasıyla semizleşen verimsizlik, hesapsızlık, öngörüsüzlük var.
Kamusal görevler, üretilen değer ya da hizmet üzerinden değil sadece “yöneten” ve “çalışan” konforu açısından değerlendiriliyor.
Siyasetçi dilediği istihdamı yapıyor ve emri veriyorsa, çalışan da istediği maaş ve hakkıı alıyorsa eğer ne üretilen değer sorgulanıyor, ne de toplumsal fayda…
“Bütçe disiplini” dediğiniz zaman sizi ayıplıyorlar!
“Hizmet süresi” derseniz yüzünüze bakmıyorlar!
***
Ne kadar çok şef, yönetici, amir var dairelerimizde, kurumlarımızda, bakanlıklarımızda; bir bakarsanız, göreceksiniz.
Üç, dört çalışana bir “amir” düşüyor.
Tüm bu yöneticilik ve yükselme sınıfları bir “saadet zinciri” üzerinden kurgulanmış.
Pozisyonlar “kişilere”e göre yazılmış, üretim ya da hizmete değil…
İş artmıyor, kalite artmıyor, toplumsal fayda artmıyor ama yöneticiler artıyor.
Belirli bir sene “çalışmış” olmak, üretime ve kapasiteye, hizmete ve verimliliğe bakmaksızın “yükselmeyi” gerektiriyor.
Yarışmacı bir anlayış yok!
***
“Ne olmaz” ya da “nasıl olmaz” konusunda binbir fikri olan ve uzlaşan toplum kesimleri, iş değişime ya dönüşüme geldiği zaman bunun aslında kendinden başlamasını istemiyor.
İşlevsiz kalan kurum, sorumluluk, mevki ya da iş alanları kapatılmıyor.
Yaptığı iş alanında hiçbir verimi, üretimi, faydası olmayan insanlar bir başka alana kaydırılamıyor.
Bütçe dengeleri sarsılmış iş yerlerinde yeni maaş dengeleri kurulamıyor, gerçek maliyetler ortaya konulamıyor.
Yüzleşmek yok, inkar var.
Geleceğe dair gaile yok, bugünü kurtarmak var.
İki kürek asfalt dökemeyen, tek bir sağlık ocağı inşa edemeyen, elli öğrencinin başını sokacağı iki sınıf yapamayan, sokak ortasındaki üç lambayı yakamayan, çamın üstündeki böcüye ilaç alamayan ülkede bütçenin neredeyse tamamı maaşa, imtiyaza, teşviğe gidiyor ama hayatlarımız ilerlemiyor.
Alt, orta, üst yönetici diye sıralasanız binlerce isim çıkıyor karşınıza, bir kamyon maaş, bir tomar yasal hak ama neyi yönettikleri, nasıl yönettikleri, ne kadar yönettikleri anlaşılmıyor.
Değişime adapte olamıyoruz; dünyaya, teknolojiye, zamana…
Hayatta kalmak istiyorsak eğer değiştirmeliyiz.
Başkasını değil sadece…
Kendimizi de!
'Şantiye elektriği ile havaalanı
açılışı' yaparak tarihe geçilecek
Ercan Havaalanı’nı Birleşmiş Milletler denetiminde dünyaya açmak yerine Erdoğan propagandası için “Türkiye Seçim Kampanyası”na açıyoruz.
2012’de özelleştirildi!
O gün bugün, açıldı açılacak.
10 Ulaştırma Bakanı değişti, 8 Başbakan!
“Açıldı, açılacak.”
Şimdi nihayet açılıyor ama elektrik panosu dahi yok.
Uluslararası havacılık organizasyonu içinde olsaydık eğer cezaların en büyüğünü alırdık.
Kurdele kesilecek, Reis böbürlenecek, milliyetçi damardan nutuklar köpürtülecek ancak ne uçuş güvenliği dikkate alınacak, ne de yolcu konforu…
'Şantiye elektriği ile havaalanı açılışı' yaparak tarihe geçilecek.
Eğer açılırsa (!)
Pilot dostlarımdan birine soruyorum, “18 Nisan’da açılış yapılabileceğini düşünmüyorum, belki bir tanıtım yapılır, çünkü ILS (Aletli İniş Sistemi) sistemini bile çalıştıracak enerji yok, teknik personele tanıtım yapılmadı, test sürüşü olmadı” diyor.
Bir başka mühendise soruyorum, o çok daha net ifadeler kullanıyor:
“Elektrik yok, havaalanı kesinlikle açılamaz, hiçbir sistem test edilmedi, denenmedi, en azından üç dört aylık test sürecine ihtiyaç var, pist ışıklarının bile jeneratörle çalışacağı bir havaalanı olabilir mi? Hiçbir devre, sistem, teknoloji sınanmadan havaalanı açmak deliliktir.”
[ En son duyum: Erdoğan gelmiyor, açılış olmuyor gibi! ]
Kamu fesatçılığı
Polisin "amme fesatçısı" olarak açıkladığı A.P, Cumhurbaşkanlığı'nın Türk Ajansı Kıbrıs yönetim kurulu üyesidir.
"Devlet"in sözleşmeli memurdur.
TC Lefkoşa Büyükelçiliği'nin göz bebeğidir.
Uçağa "kamu görevlisi" olarak binen ama uçaktan "gazeteci" olarak inen, riskini paylaşmadığı bu "statü"yü kamusal konforla kullanan biridir.
Dahası...
İktidar ya da muhalefet siyasilerin "koşarak" programlarına gittiği, örneğin "verimlilik" ya da "adaletten" söz ettiği ama "sen kamu görevlisi bir adam, bu saatte, burada ne arıyorsun, bu toplumun vergileriyle ne iş yapıyorsun" diye sorgulamadığı biridir.
Ortada "amme fesatçılığı" gibi ciddi bir suçlama varsa, aslında, asıl suçlu onca "fesat"a uyumlaşan, sessizleşen, suskunlaşan çok daha geniş yığınlar değil midir?
Elbette son kararı yargı verecektir!
Sıradanlaşan şiddetin suçlusu kimse, mutlaka, cezasını almalıdır!
İsyanım "herkesin herşeyleştiği" bu düzende yapayın yanına kalmasıdır, ne olursa olsun...