Türkiye’de demokratik gelişmenin önünün tıkanması durumunda ortaya çıkabilecek gelişmeleri ciddiye almamak mümkün değildir.
Böyle bir durumun, farklı düzeylerde etkilerinin olacağını varsaymak için, Türkiye’nin son yıllarda gerek dış siyasetinde, gerekse içeride yaşadığı sorunlara bakmak yeterlidir.
Artık ne içeride ne de dışarıda, bu iktidarı ve izlediği yaklaşımları sürdürmenin olanağı kalmamıştır.
Yani tükenen bir iktidarın ve iktidar anlayışının herhangi bir şekilde sürdürülmeye çalışılmasının ardından, olumlu gelişmeleri umamayız.
Türkiye seçimlerinde bir iktidar değişiminin engellenmesinin ya da gerçekleşmemesinin etkilerinin sadece Türkiye toplumuyla ya da Anadolu coğrafyasıyla sınırlı kalması da beklenemez.
Bu nedenle, hem Dünya hem Türkiye toplumu neredeyse nefesini tutmuş vaziyette bu seçim macerasının sonucunu merak etmekte ve hesap yapmaktadır.
Türkiye’de demokrasinin önünün, muhalefetin zaferiyle açılmasının ardından, demokratik dünyayla yaşanan gerginliklerin giderilmesi, uluslararası demokratik kurumlarla ilişkilerin normalleşmesi ve uluslararası sistemde yaşadığı yalnızlaşmanın sonlandırılması mümkündür.
Peki değişim gerçekleşmezse, gerçekleşmesine izin verilmezse ne olur?
Öncelikle Türkiye ile demokratik dünya arasındaki makas daha da açılır.
Böylece, iktidarın giderek derinleşelen ‘otoriter dünyayla bütünleşme’ arzu ve eğilimi daha somut bir hal alır.
Böyle bir durumda, otoriter dünyanın Türkiye’den beklentileri de artar.
Rusya, Çin ve İran kartlarını oynamaya meyilli AK parti ve ortakları, içeride yaşayacağı finansal sorunları otoriter dünyaya bağımlılığını artırarak gidermeye çalışacaktır.
Otoriter cephe, Türkiye halkının talebi olan istikrar ve refahı sağlayabilir mi?
Bunun uzun vadeyi bile beklemeden, orta ve hatta kısa vadede tökezlemeye mahkum bir beklenti olacağı bellidir.
Otoriter dünyayla ortak bir kaderi paylaşan Türkiye’nin kendi halkına sağlayabileceği olanaklar giderek daralacak ve bu nedenle düzenin devamını sağlamak için, halkın hoşnutsuzluğuna karşı daha sert önlemlerin alınması kaçınılmaz hale gelecektir.
Yani, Türkiye ortaklaştığı rejimlerin yolunu izleyerek, içeride daha despotik yöntemleri kullanmaya yönelmek durumunda kalacaktır.
Zaten iktidar partisinin her düzeydeki yöneticilerinin, seçim sürecinde verdiği çeşitli türden mesajların ortak özelliği ‘muhalefet’ nosyonuna karşı derinleşen tahammülsüzlükleri açığa vurmaktadır.
Demokrasi, katılım, değişim ve refah beklentisi kursağına sıkıştırılmış bir toplumu yönetmek pek de kolay değildir!
14 Mayıs, Türkiye’de iktidarı her ne pahasına olursa olsun elinde tutmayı tasarlayanlarla, bir değişimin artık gerekli olduğuna inananlar arasındaki gerilimin yumuşatılacağı bir olanağa dönüşmüş durumdadır.
Bu olanağın herhangi bir nedenle heba edilmesi işleri kontrolden çıkarabilir.
Kaotik bir ortam umulmayan gelişmelere de neden olmaya adaydır.
14 Mayıs’ın sonuçlarıyla ilgili olarak hesap yapması gerekenlerden biri de KıbrıslıTürk siyaset yapıcılarıdır.
Türkiye’deki mevcut iktidarın, Kıbrıs’ın kuzeyine dönük yaklaşımlarının Kıbrıs için herhangi olumlu bir sonuç üretmediğini herhalde anlamayan kalmamıştır!
Türkiye’de değişime engel olunması durumunda, otoriter yaklaşımların Kıbrıs’ın kuzeyinde de hız kazanacağı anlaşılmaktadır. Bunun nedeni de, Türkiye iktidarının Kıbrıs’ta uluslararası toplumla çatışmayı göze almış olmasıdır.
Toplumlararası müzakerelere zemin hazırlayan BM parametreleri ve ortak uzlaşmaların reddedilmesi, Kıbrıs’ın kuzeyini siyasal, ekonomik ve kültürel açılardan Türkiyenin uzantısına dönüştürme çabalarının derinleştirilmesi, KıbrıslıTürk toplumunun demokratik birikimlerinin tümden yok edilmeye çalışılması ve Kıbrıs’ın kuzeyini tamamen izole ederek, Türkiye’yle birlikte otoriter dünyaya yama yapma çabası, 14 Mayıs’tan sonraki kötü senaryonun bir parçasıdır.
Yani KıbrıslıTürkler de 14 Mayıs’ta değişime engel olunmasının kurbanı olabilirler.
Hem de, hiç hak etmedikleri bir şekilde, oluşumunda herhangi bir söz hakkına sahip olmadıkları bir süreç aracılığıyla daha da derinleşen ve kontrol altına alınma olanağı bulunmayan ekonomik bir çöküntü ve siyasal kaos ortamına sürüklenebilirler.
Bu senaryonun gerçekleşmeyeceğini ummak iyimser ve insani bir yaklaşımdır.
Ama Kıbrıs’ın kuzeyinde siyasal sürece herhangi bir şekilde etkide bulunan aktörlerin, bu kötü senaryo ihtimaline, en azından iyi senaryo ihtimaline verilen önem kadar önem atfetmeleri, siyasal ve ahlaki sorumluluklarının bir gereğidir.