Hayatlarını değiştirme cesaretine sahip insanları ve toplumları hayranlıkla izlemişimdir hep. Değişim kolay değildir. İnsanın evinde yaptığı tadilat için bile bir süre çile çekmesi gerekir. Önce rahatın ve huzurun bir miktar bozulacaktır ki daha rahat ve huzurlu bir döneme geçebilesin. Vazgeçmeye karar verdiğin bir kişi, bir hayat, bir şehir ayrılık anında gözüne güzel görünür birden… Değişim tedirgin edicidir; bilinmezlerle doludur; emek ister ve vazgeçip yeniden başlayabilme cesareti olmadan mümkün değildir.
Bazı şeyler sonsuza kadar öyle sürüp gidecek gibi gelir insana. Dünyadaki geçiciliğimizin verdiği derin kederdir belki de bazı insanlar, mekânlar ve nesnelere sımsıkı sarılmamızı getiren… Kaybetme korkusuyla dolu bir sarılmadır bu… Her an kaybedebiliriz, her an terk edilebiliriz… Bu olasılıklar gerçekleşmeseler bile potansiyel olarak oradadırlar ve bunun bilgisi bilinçaltımızda bir diken gibi durur.
Çok acılar çektikten sonra kabul etmişimdir hayatımızda başkalarının yalnızca misafir olduğunu… Her şeyin sonlanabileceğini… Şimdilerde derin mutluluk veren bazı ilişkilerin ve bağlantıların bir zaman sonra yoksunluk duygusu ve kedere dönüşebileceğini… Çevrenin sessiz bir gözlemcisi olarak başka hayatlarda da izlemişimdir bunu… En mutlu sandığım ilişkilerdeki gizli dertleri, can acıtan sırları öğrenmişimdir bir gün.
Kendi hayatım için hayıflanıp kendime acımalarımın ne kadar boş olduğunu anlamışımdır başka hayatların da sandığım gibi olmadığını keşfettiğimde…
Bir mutluluk formülü, sihirli bir iksir filan yok… İnsanın kendi ruhsal olgunluğu, yalnızlığı ne kadar başarabildiği belki de en önemli olan… Çocukken keşfetmiştim galiba bunu… Annemle babamla ya da başka tanıdıklarla bir yerlere giderken kafamdan o günlerde saçma sandığım düşünceler geçerdi. Şimdi birden beni unutsalar ya da karar verip beni burada bir başıma bıraksalar ne yaparım diye düşünürdüm. Yolu nasıl bulup geriye dönerim, hayatımı nasıl sürdürürüm? Neden böyle bir vehim içindeydim anlıyorum şimdilerde… Başkalarının kafasından neler geçtiğinden asla emin olamazsın. Toplum bir biçimde insanların güvenliğini sağlamak üzerine örgütlenmiş ama ortada bir “gurur” faktörü var. Pek çok yalnız, birliktelikler mümkün olduğu halde bir başına, kalpleri kırılmış çünkü…
Birisinin bir mecburiyetten ötürü seninle sürdürdüğü bir ilişkiden daha kötüsü var mıdır? Yasalar tarafından, başkaları tarafından denetlenen hayatlar söz konusu olan… Aynı çatılar altında çeşitli nedenlerle kendilerini birbirlerine mahkûm hisseden insanlar yaşıyor. Ailenin her zaman sıcaklık ve sevgiyi anlatan bir sözcük olmadığı apaçık ortada…
Bir yanda da çok derin, çok özel sevgiler var kuşkusuz… Hayat sırf bu yüzden yaşanmaya değer aslına bakılırsa… Anne sevgisi örneğin… Bunu sadece bir model olarak söylüyorum. Hiç anne olmayanlar da bir ‘anne sevgisi’ taşıyabilirler; bazı annelerin ‘anne sevgisi’ taşımaması mümkünken. Hatta bir erkek de bir ‘anne sevgisi ’ne sahip olabilir. Özel bir sevgi türü olarak sınıflandırıyorum bunu. Birisini bütün zaaflarıyla, hesapsız, karşılıksız, tüm benliğini dolduran bir sıcaklıkla sevme biçimi anlamında.
Hayatın geçiciliğine, kırılgan bedenlerimizle bu dünyadaki faniliğimize ilişkin kederi ne dindirebilir? Bununla baş edebilmek için bir “cennet” tasavvuru yapmış insanlık. Kendini avutmanın sayısız yolu var.
Zaman hızla akıp giderken onu istemediğimiz halde mahkûm olduğumuz mekânlar ve ilişkiler içinde yaşamak korkunç değil mi? Değişim için cesaretimiz yoktur ve değişimin daha iyi olacağına dair bir garantimiz de yoktur kuşkusuz. Değişimden korktuğumuz için bazı özel hayat reformlarıyla daha katlanılır kılmaya çalışırız onu.
Kimileri ise büyük bir cesaret gösterip yepyeni hayatlara geçmeyi başarmışlardır. Aslında hayatın işaretlerini doğru okuyup gerekli anda gerekli adımları atabilenlerdir özgürlük ve mutluluğa kavuşanlar. Her hayat eşsizdir ve her insanın deneyimi ve koşulları benzersizdir. Yalancı ve miskin bir huzurda uyuklamaktansa güzel bir şeydir huzursuzluk. Değiştirebiliriz iyiye doğru… Biraz öngörü, biraz zekâ, biraz cesaret… Hepsi bu!