1990’ların ilk yılları...
UBP’de bir gerginlik!
Ve akabinde de karpuz gibi ikiye bölünme!
DP’nin Dünya’ya gelişi!
-*-*-
Gazetecilikteki ilk yıllarım...
Kıbrıs Gazetesi, Lefkoşa içinde, Hasane Ilgaz Sokak’taki yerinden, bugünkü dev tesise yeni taşınmış...
Gazetenin başında Mehmet Ali Akpınar...
Ben spor işlerinden, haber merkezine yeni geçmişim...
Altımda bir küçük motosiklet...
Akpınar çağırıyor, “Abiciğim sen mesaini UBP’de geçireceksin; Tünay komutan var orada, git yanına otur, ne var, ne yok, kim geldi, kim gitti, kim girdi, kim çıktı, kim ne dedi, hepsini not alıp haber yapacaksın” diyor...
-*-*-
Akpınar ve Tünay komutan...
İkisini de Allah rahmet eylesin...
Kahve, çay, kola, kebap...
Tünay komutanın odasındayız...
Ahmet abi O’na yardımcı oluyor...
Ahmet abi geçen yıl galiba UBP idare amirliğinden emekli oldu.
Bir de köylüm Fatoş yeni sekreter olmuş...
Fatoş hala sanırım UBP Genel Başkan Sekreterliği’ni sürdürüyor...
Ve dahaları var tabii ki...
Genel Başkan da Dr. Derviş Eroğlu...
-*-*-
Biri giriyor, öteki çıkıyor...
O dönem, ülke üç ilçeden veya kazadan oluşuyor...
Lefkoşa, Girne, Mağusa...
Mağusa’da sessizinden bir kongre yapılıyor, ama ilk kıvılcımları görebiliyorsunuz...
Girne’de Ünal Çağıner ilçe başkanı, hafiften sertleşen bir mesaj veriyor...
Tünay komutan, “... Lefkoşa ilçe kurultayı çok önemli be Serhat” diyor...
Aklım kesmiyor aslında.
“Neden önemli?” diye sormaya da çekiniyorum...
-*-*-
Derken, Lefkoşa İlçe Başkanı Fikret Kürşat, bu kongrede, “... Herkes bilmelidir ki, bu ülkede UBP’den büyük yoktur” diyor...
E doğru!
UBP hep birinci parti!
O güne kadar da başka parti birinci olmamış!
Peki bu mesaj kime?
Mesaj, Rauf Raif Denktaş’a!
-*-*-
Yavaş yavaş meseleyi çözüyoruz...
Tüzük değişikliği konuşuluyor...
Yine bugünkü gibi...
Dört genel başkanlık kalkacak, genel sekreterlik kurulacak falan...
-*-*-
Derken, öğreniyoruz ki, UBP’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş, genel sekreterlik için bir isim öneriyor...
İddialara göre bu isim Serdar abi...
Taner Etkin, Denktaş beyin müsteşarı...
Bir gün o geliyor UBP’ye...
İddiaya göre de bu teklifi Derviş beye O getiriyor...
Bize öyle deniyor...
Ve Derviş bey, UBP tarihinde belki de ilk defa, hatta TMT tarihinde de belki de birinci kez, emir ya da ricaya karşılık “hayır, genel sekreter Hasan Yumuk olacak” yanıtını veriyor...
-*-*-
Fikret Kürşat’ın ilçe kurultayı konuşması ve bu yanıtla birlikte, “Rauf Denktaş’tan yana olan ekip”; ilk başlarda “9” kişi olarak UBP’ye bayrak açıyor...
Derken, ipler kopuyor...
Ve Serdar Denktaş ile partinin çok ağır abilerinden sekiz tanesi ayrılıp, disipline verilip falan kopuyor... DP, yani Demokrat Parti kuruluyor...
DP’yi kuranlar UBP’de “Tek Adam Rejimi” olduğu suçlamasını getiriyor ama UBP’de kalanlar, ülkeyi tek adam rejiminden kurtardıklarını gizli de olsa söylüyor...
-*-*-
Tabii ki bu yazdıklarım, “bildiklerim” içerisindeki küçük bir bölümdür.
Kapalı kapılar arkasında neler olup bittiğini orada olanlar en iyi bilecektir.
Ancak, o günlerde UBP’de var olan Eroğlu – Denktaş kavgası, Eroğlu’nun mutlak galibiyeti ile sonlansa da, akabinde kurulan DP, ilk erken seçimde, CTP ile koalisyon kurup, UBP’yi tarihinde ilk defa “ana muhalefete” gönderecektir.
-*-*-
O günlerde, “Denktaş – Eroğlu” çekişmesi veya iktidar mücadelesi vardı...
Peki şimdi?
-*-*-
UBP’nin yayın organı, “biriz, bütünüz, etle tırnağız” diye çekinmese her gün başlık atacak...
Sebep?
Aslında sebep, UBP’nin kendi içinde ve aslında Türkiye’deki bazı önemli merkezlerle “bir ve bütün” olmamasıdır!
-*-*-
Türkiye’deki bazı merkezlerin burada adamları vardır...
Hiç bir resmi sıfatı olmayan bu adam veya adamlar; “UBP’de genel başkan şu olmalı, bu olmalı” hatta bunun da ötesinde, “adayları da biz belirleriz” endamındadır!
Hatta ve hatta, bu adam veya adamlar, Büyükelçi’nin ötesinde veya kontrolü dışında “işler”in mümessilleridir.
-*-*-
Ve UBP’de şu anda bu adam veya adamların “baskısı”na biat edenlerle etmeyenler arasında yarış söz konusudur.
Tüzük değişikliği falan da 1990’ların başındaki gelişmeleri hatırlatmaktadır...
Anlayacağınız; UBP’de "Déjà vu"!
-*-*-
O dönemde heyecanla takip ediyordum.
Denktaş bey Enver Emin’i istiyordu, istemiyordu gibi çekişmeler bile olmuştu...
Genel Sekreter olarak Derviş beyin kafasındaki isimi olan Hasan Yumuk (Allah rahmet eylesin) kimdi, nereden çıkmıştı?
Serdar Denktaş genel sekreter yani partinin “ikinci adamı” olur muydu, olmaz mıydı?
Rahmetlik Hacıahmetoğlu ne olacaktı?
-*-*-
Hiç heyecanımı yitirmedim, takipteyim...
Türkiye şunu istiyor, bunu istemiyor...
Türkiye’nin buradaki adam ya da adamları UBP’deki bütün kontenjan adaylarını seçimsiz belirleyecek mi?
YDP’den umudu tamamen kesen Türkiye, UBP’yi yüzde yüz kontrol etmek amacında mıdır?
-*-*-
Hani “Bir ve bütündünüzüz!”
Değilsiniz işte canım benim değilsiniz!
-*-*-
Peki UBP erken seçimden birinci parti olarak çıkar mı?
Yoksa yeniden bölünür mü?
Hatta daha da önemlisi; H.T. ve F.S. rumuzlu iki vekil partiden ihraç edilir mi?
Heyecanlı, çok heyecanlı!
Rum bakışı ile ünlü meselemiz!
Elbette tümü değil elbette ama tahminime göre önemli oranda Kıbrıslı Rum, “ünlü sorunumuz”la ilgili olarak “çok olumlu veya iyimser şeyler” düşünmüyor.
“Çözüm olmaz” noktasındadır büyük çoğunluk!
Neden peki?
Ayrıntıya girmenin pek anlamı yok ama son zamanlarda, geçmişe göre pek sık olmasa da görüştüğümüz Rumlara göre “Türkiye kesinlikle çözüm istemiyor, istemesi için de sebep yok ve Erdoğan gayet rahat”...
-*-*-
Geçen gün çok sevgili bir Rum arkadaşla sohbet ettik...
Özetle söyledikleri şöyle:
“... Erdoğan akıllı adam, kimse Kıbrıs’la ilgili olarak kendisine baskı yapmadığı için de gayet rahat”...
“... 1974’ten sonra da Rum tarafının beklediği aynı çevreler, Türkiye’yi çözüme zorlayacak hiç bir şey yapmadı... Bundan sonra yapmayacak”.
“... Erdoğan, mevcut durumdan memnundur, Kıbrıslılar zerre kadar umurunda değildir... Kuzey’in tamamen kendi kontrolüne girdiği de apaçıktır...”
-*-*-
Rum dostuma soruyorum: “Peki biz ne yapacağız, ne yapmalıyız?”...
Rum dostum; “Siz kimsiniz?” dercesine; gözlerini yana kaydırıyor, denize bakıyor...
Evet haklı, biz kimiz?
Cumhurbaşkanımız ve de hükümetimiz, esas duruş sergilemeyi geçti; yalakalığı zirveye taşımak için namazdan namaza koşup, “eda” ediyorlar!
-*-*-
Rum dostumuz haklı...
KKTC’deki “vatandaş”ların ceplerindeki pasaportların yarısı onlardan, yarısı Türkiye’den...
Ülkenin liderinin bile dört pasaportundan biri olan “KKTC” Pasaportu sadece Lefkoşa – Girne arasında geçerli!
Aşı kartlarımız, aşı passlarımız Lefkoşa Hastanesi’nden Yeşilyurt Hastanesi’ne kadar işlem görebiliyor.
Ayıptır söylemesi ama neredeyse Elye’de bile geçmiyor!
-*-*-
Haaa eklemek lazım, Rum dostuma göre KKTC’deki cumhurbaşkanları ve hükümetler, eskiden de “Türkiye’nin kuklası”ydı!
Şimdikiler mi?
“Kukla bile değiller” diyor!
-*-*-
Çözümsüzlük devam ederse ne olacak?
Rumların kaybedecek hiç bir şeyi yok...
E Türkiye’nin de kaybedecek hiç bir şeyi yok...
Hatta Türkiye, sadece çözüm olursa kaybeder!
Haliyle, “1974’e kadar direnen Kıbrıs Türk toplumu, demek ki kendi için direnmemiş” diyelim ve “hayırlı tükenişler” dileyelim!
Fotoğraftaki bir adet çek yaprağıdır...
Devlet mi Asya bebek için 10 bin TL vermiş?
Yoksa Başbakan mı?
Başbakan’ın Merkez Bankası’nda hesabı mı var?
Şaka gibisiniz!
Hayatınız şov!
Halkın parasıyla en insani meselelerde bile siyasi propaganda yapmak; “ipin ucunu iyice kaçırmak”tan başka bir şey değildir!
Lütfen istifa edin!