Balkan müziği harika!
Hele de Goran Bregoviç.
Düğün ve Cenaze Orkestrası ile birlikte yine içimizi titretti.
Peki "harika" olmayan ne vardı?
Seçilmiş siyasilerin sahneden rol çalma ve nutuk atma hevesi.
Kültür içinde kültürsüzlük!
***
Goran'ın Kıbrıs'ın her iki yanındaki pek çok konserine gittim.
Doyamadım halen!
Ve bilenler bilir, Goran Bregoviç'in asıl konseri aslında "veda"yla birlikte başlar.
Seyirci biliyor da, belediye başkanı pek farkında değil.
Konser bitti, sanatçılar selamını verdi.
Belediye Başkanı sahneye çıktı, plaketini verdi.
Ne gerek varsa!
"Plaket" kısmı aslında sanatçı için değil, birileri "görünsün" diye kurgulanmış ritüel!
Yoksa sanatçının plaketi, alkışı.
***
Belediye başkanı elinde mikrofon, konuşuyor.
Sanatçı, üstelik de bir dünya yıldızı arkada bekliyor.
Gereksiz de bir laf kalabalığı.
"Bizim folklorumuza da benziyor, aynı müzik aletleri, benzer çalgılar" falan diyor.
Tamam kültürler kardeş de, ne alakası var!
Bir düşünse, kendi çocuğukluğunu...
Yani Kıbrıs'ın müziğinde keman en önde, cümbüş, ud, lautta.
Mehmetalileri hatırlasa Gülferileri!
Oysa Goran'ın orkestrası, tümü bakır nefesliler.
***
Belediye başkanı bitirdi konuşmasını, bu kez sponsor geliyor, bir nutuk daha.
İnsanlar ayakta alkışlıyor.
Protesto için!
Konuşmacılar kendine sandıkça uzatıyor.
Pek çok festivalde görüntü aynı, illa ki kendini gösterecek "bakınız bu işi bir organize ettik" deyiciler.
Puan kazandığını düşünüyor ya, tam aksi...
***
Ve yeniden başlıyor derken Goran, asıl konserine!
Seyirciyle bütünleştiği anlar, yüksek ritm, enerji, müziğin adı Balkan!
Hem derin bir hüzün, hem yürekli bir başkaldırı.
"Çılgın değilseniz, normal de değilsiniz" diyor.
Hele de delirmenin sınırındaki bir topluluğa söylenir mi bu?
O serin Girne akşamında, trompetle trampetin uyumu yakamozları kıskandırıyor!
GÖZETLENMEK
Bir ülkenin sokaklarında, meydanlarında, kentlerinde, barikatlarında “güvenlik” ihtiyacı olabilir.
Anlayabilirim!
Bu ihtiyaçtan dolayı, her yere kameralar yerleştirilebilir.
Hak verebilirim!
Ve bizim yarı ülkemizde böyle bir gereksinim vardır, kabul edebilirim!
Ama..
Bir ülkenin, BİR BAŞKA ÜLKE tarafından “gözetlenmesini” anlamam.
Buna itiraz ederim.
Çünkü...
O “bir başka ülke”nin iradesinde yerim yoktur.
O başka ülkeyi yönetenleri seçmediğim gibi onlara sandıkta hesap sormak gibi bir kapasiteye de sahip değilim. Onlara denetleyemem.
O nedenle de, örneğin Türkiye, bir başka ülkenin Savunma Bakanlığı’na “gel, benim ülkemi gözetle” demez.
Fark budur!
Davul boynunuzdadır ama elinizde bir tokmak yoktur.
ŞU MEŞHUR ‘Z’ KUŞAĞI
AMERİKALI tarihçiler Howe ve Strauss’un muazzam bir yeni nesil tarifi var: 90’lardan sonra doğanlara “Z jenerasyonu” diyorlar.
‘Doğuştan dijital’ onlar. Teknolojinin içine doğdular, bilgisayarlar, akıllı telefonlar, tüm bilgiye arama motorlarıyla ulaşabilmek, “Z nesli” için sıradan.
Ama bu dijital doğuş, önceki nesillerdeki karakteristik özellikleri de bazılarında eksik bırakmış:
Bir şeye ulaşmak için çabalamak, sabretmek, bireysel faydanın yerine toplumsal faydayı koyabilmek.
Geçen ay Kafa Dergisi’nde yazmıştım bu satırları; bu neslin birçoğunun mottosu, “dünyaya bir kez geliyorsun”a indirgenmiş. Sanki kendisi dışındaki 7 milyar insan, dünyaya 10. kez geliyormuş gibi!
(Uğur Meleke)
İzninizle
Yıllık izinlerimin çoğu sene sonunda yanıyor. Annemiz küçükken, “peşine düşer” derdi, “eğer bitirmezsen”... Öyle de olmuyor. Peşimize düştüğü yok! Ama doğrusu biraz dinlenmeyi zihin de istiyor, beden de... Ve uzaklaşmak. En fazla da okumak istiyorum ve yazmak... Öyle makale ya da haber değil, bir kitap projem var, epey oldu, bitmiyor. O nedenle telefonlarımı da köşemi de kapatacağım. Bir haftalığına beni unutunuz, kendimde kalacağım.
İzninizle...
"Çılgın değilseniz, normal de değilsiniz" diyor. Hele de delirmenin sınırındaki bir topluluğa söylenir
mi bu?”