Dellalarla beraber biletçiler…

Sevgül Uludağ

ULUS IRKAD
Ne kadar yıl geçti ölümünden sonra pek hatırlayamıyorum. İşte o yıllarda Baflıların web sitesinden daha Mayıs ayından çok tanıdık bir simanın ölüm haberini aldım ölümünün bir buçuk ay sonrası. Üzüldüm de… Çünkü annemin mahallesinde, yani Maraş’taki bizim mahalleden komşumuz sayılan ve onu uzun müddet görmediğim Dincer’in fotoğraflı ölüm ilanıydı bu. Arif Albayrak nereden bulmuşsa bulmuş, Dincer’in ölüm ilanını göndermişti web sitesinden bizlere. Dincer’i Baf’tan tanımayan mı vardı? Dincer 1950 dönemlerinin “Rock and Roll” Modasıyla, 1968 Hippy ve Beatles Modası’nın sembolüydü. Kalın kemeri, bol paçalı pantolonu, özel yağlanmış veya uzatılmış o son moda saçlarıyla bir ekoldü Baf’ta. 1974 öncesi sinema günlerimizden bahsederken dellarlardan bahsetmiştim ama Dincer’in sinemada gişe biletçiliğinden ve de Dincer’in biletlerini sattığı sinema izleyicilerinin elinden biletleri alıp da  gişe kontrolünü yapan Belediye mensubu  biletçilerden bahsetmemiştim sizlere. Ben kendimi daha fazla 1960 sonrasından anımsıyorum ama Dincer galiba, 1942 doğumlu olduğuna göre 1960 veya 1962’de Lise’yi bitirmiş ve demek ki biletçiliği 1963 öncesinde Yeşilova Sineması’nda başlamıştı. Öyle anımsıyorum işte... 1960’lı yılların içinde Dincer’i bizler, Aşağıki mahallede (Ramadan Atay’ın kaldığı sokakta) Enver Bayramlar’ın evlerinde kalırken, yine Beatles modeli bol paçalı pantolonu, uzun saçları ve kalın kemeri ile hatırlamaktayız. Uzun boylu ve iriyarı olmasına rağmen Dincer, bu modayı çok iyi kendine adapte ederdi…

(FOTO: Dincer Halluma fotoğrafta soldan birinci şapkalı uzun saçlı arkadaşımızdır… Işıklarda olsun…)

O yıllardaki bütün gençlik modalarını uygulamaktaydı Dincer Halluma. Mücahitlik görevi yanında sinemada gişe sorumluluğunu hiç ihmal etmedi. Cengiz Topel Sineması 1964-65 yıllarında inşa edilince, Dincer de gişede bilet kesmeye başlamıştı ve toplanan parayı özel el kasası içinde idare edip muhasebeciliğini de yapma görevi üstlenmişti. Bilet kesmek yanında Dincer’in tabelalara filmlerin resimlerini asma görevi de vardı. Sinemanın önündeki tabelalara Dincer bu resimleri bir zımba ile çakar sonra da ya geceleyin ya da gündüzün gişedeki görevini ifa ederdi. Dincer’in bir özelliği de Baf’a 1964 sonrasında gelen Türkiye’nin tanınmış sanatçılarıyla gişe sorumlusu olduğu için tanışması oldu.

Cem Karaca, Barış Manço, Esin Engin bunlardan bazılarıydı. Hatta Esin Engin, Kıbrıs ziyaretinin anılarını ya Bozkurt ya da Halkın Sesi Gazetesi’nde birkaç gün sürecek bir yazı dizisiyle aktarırken, Dincer’den ve onun 1963-64 olayları hakkındaki anılarından da bahsedecekti. Dincer, gişe içerisinde çeşitli artistlerin posterlerini de sergilemeyi çok severdi.

1967 yılında diğer sinemamız Papatya sineması da açıldı. Bu sinemanın yazlığı ve de kışlığı da vardı. Bu sinemanın gişe biletçileri de önceleri üniversiteye yeni gidecek lise mezunu gençlerdi. Daha sonra 1974 yılına doğru Papatya Sineması’nın gişe biletçilerinin kimler olduğunu  hatırlıyorum. Bunlar liseden yeni mezun olmuş lise mezunu gençlerdi. 1967 yılında Türkiye’den büyük bir sanatçı kafilesi geldiği zaman bu sinemada konserlerini vermişlerdi. Aradan 53 sene geçti ama anımsadığıma göre bu sanatçı kafilesinin içinde Ayten Zenger gibi tanınmış tango sanatçıları yanında, Şenay Yüzbaşıoğlu gibi o zamanlar genç olan şarkıcılar da vardı. Hatta bir aralık o zamanki ilgililerden birini göstererek bir şaka yapan bir Türkücü hanım sanatçının o sözleri söyleyince, bazı gençler kahkaha atmış, konser salonundan çıkarken dışarıda hemen inzibatlar onları tutuklamışlardı. Neydi o şaka: Devrin Baf ilgililerinden biri esmer ya; sanatçı onu göstererek:

“Beyaz kız verilir mi Araba, Araba” diyerek onu gösterince kahkahadan kırılan gençler kahkahalarının ceremesini çekmişlerdi. Konserin çıkışında onları eli coplu inzibatlar “Lock Up”a (Hapishanenin enklav dönemindeki öteki ismi, aynı zamanda İngilizce bir tabir)  götürmek için beklemekteydi. Ne de olsa BEY (Bayraktarlık-Elçilik Yönetimi) yönetimi vardı hala daha aynen şimdikinin anası olarak. 

Baf’ta Cengiz Topel ve Papatya sinemalarına olan tiryakilik yanında arada sırada Lefkoşa’ya nene ve dedelerimi görmeye gittiğimizde de, 1960’lı yılların içinde orada da sinemaya  gittiğimizi hatırlamaktayım. Taksim Sineması’nın yazlığı yaz aylarında hatırlayabildiğim sinemalardandır. Şimdiki Vakıflar Pasajı’nın yerindeyse Şahin Sineması bulunmakta ve yine biraz ötede Zafer Sineması’nı da anımsamaktayım. Bu sinemalara zaman zaman Lefkoşa’ya gittiğimde  amcamın çocuklarıyla gittiğimizi çok iyi hatırlıyorum. Bu arada Şahin Sineması’na o kadar sık gitmiş olmalıyız ki gişede bilet kesmekte olan kısa boylu doluca hanım, o bölgelerde kuaförlük yapan halamın evinde (Tümer Mimi’nin annesi) bir defasında beni görünce hatırlayarak  sinemaya devamlı geldiğimi halama söylemişti. Lefkoşa’da bir alışkanlığım daha vardı. O da 1965 yılında üye olduğum kütüphanedir. Sarayönü’ndeki kütüphanede sorumlu olan,  çocuklara sevecen davranan, güleryüzlü teyzenin beni çok okuduğumdan dolayı o zamanın parasıyla birbuçuk şiline kütüphaneye üye yaptığını ve bu sevimli teyzenin çok sonraları arkadaşımız Sevgül Uludağ’ın annesi olduğunu öğrenecektim. O üyeliğim ta 1974 yılına kadar Lefkoşa’yı her ziyaret ettiğimde devam etmişti. Bu satırları yazarken belki de kitapları sevmemde bir katkısı olan insanlardan birinin de şimdi aramızda olmayan o yüreği sevgi dolu güzel teyze, Türkan Uludağ olduğunu vurgulamam gerekiyor.

Sinemaların Belediye görevlisi biletçileri de vardı. Onlar bilet kesmezler ama sinemaya girecek olanların elindeki biletleri alan belediye memurlarıydı bunlar. Bunlardan tanıdıklarım içinde Rahmetli Zehir Ali Dayı en meşhurlarıydı. Zehir Ali Dayı çocukların para vermeden sinemaya girmesine karşıydı ve genelde bu tip çocuklara ben ve kardeşlerim dahil, oldukça sert davranırdı. Biz de bir yolunu bulduk mu, ya bir büyük öğrenciyle veya kalabalıklara karışarak sinemaya ona görünmeden girmeye çalışırdık. Ali Dayı olayın farkına vardı mı Dincer’i kapıda görevli olarak bırakıp hemen içeriye giren çocukları yakalayıp dışarı çıkarmak için onların peşine düşerdi. Zehir Ali dayı’nın görevli olduğu günler pek sinemaya girmemiz olanak halinde değildi ama bazen gene de açık olan arka pencere veya kapılardan da hemen içeriye sıvışarak filmleri görmeye çalışırdık. Zehir Ali gibi gene bugün rahmetli olan Cemal dayı (Eski Güzelyurt Kaymakamı Yalçın Cemal’in babası) ile yine rahmetli Mustafa Kamalı Dayı’nın gerekirse herkes içeriye girdikten sonra sinemaya orada bekleşmekte olan çocukların girmesine izin verdiklerini hatırlamaktayım.

1974 savaşı sonrası tüm Baflılar dağılınca aynen tellallarımız gibi Dincer de işsiz kalmıştı. Mağusa’ya geldikten sonra Kale içinde devam eden sinema olayı, 1970’li yılların sonuna kadar devam etmiş, 1980’li yılların başlarında video olayı ortaya çıkınca artık Mağusa’daki sinemalar da önemini yitirmişti. Artık her ev bir sinema haline gelmişti… Sinema denen o sosyal olay ortadan kalkmıştı. Şimdilerde oluşturulan yeni sinemaların ne kadar o misyona hizmet ettiği bir tartışma konusudur çünkü sinemalar döneminde, yani 1930’lu, 40’lı ve 50’li dönemlerde evlerde televizyonlar yoktu ve insanları bir araya getiren hatta perdelerde, yani aralarda başka sosyal veya politik olayların tartışıldığı bir ayrı olaydı sinemalar.

Dincer Baf’tan Kuzey’deki Mağusa’ya geldikten sonra bir müddet Mağusa Belediyesi’nde çalıştı. Oradan da daha sonra emekliye ayrıldı. Eski işini devam ettirme imkanı olmamıştı 1974 sonrasında. Bir aralık PEYAK’ta çalışan orta yaşlı ve güzel bir hanımla tanıştı ve onunla evlendi. Evlendiklerinden kısa bir müddet sonra bu hanım hastalandı ve vefat etti. Dincer’in kalbi o kadar temizdi ki bu hanımın annesi de ihtiyar ve bakılmaya muhtaç bir insan olduğu için ona da baktı ve kayınvalidesi de hanımının arkasından kısa bir süre sonra ölüp gitti. Hanımının ölümü Dincer’i epey sarstı. Sosyal hayat ile bağlarını kopardı. Son zamanlarda devamlı evdeymiş. Ben onun Omorfo’daki kardeşi’nin yanına gittiğini sanıyordum. Meğer evinde sessiz yaşamına devam etmiş. Bir gün Maraş’ta devamlı gittiğim Berber Ali’ye soracaktım ki yorgunluktan unutmuşum. Geceleyin, Baflılar sitesi sorumlusu Arif Albayrak’tan aldığım mesaj Dincer’in benim fark etmemden daha birkaç ay önce öldüğünü bildiriyordu. Bir gazetenin bir köşesine vermiş yakınları ölüm ilanını. Sessiz bir insandı Dincer. Ölümü de sessiz olmuş. Evde kalbi sıkışmış. Ambulans gelmiş, hastaneye gitmeden ölmüş. Baf’ın ve bir dönemin sessiz tarihi de aramızdan ayrıldı. Anısı önünde saygı ile eğilirim. Hoşça kal, Baf’ın sessiz ama 20. yüzyıla anı ve moda olmuş ekollerine sahip genci…Hoşça kal o dönemin sinemalarından arta kalan anılar. Hoşça kal Dincer…