Belgin DEMİREL
(Çok değerli arkadaşımız Belgin Demirel, sevgili babacığı, gardiyan Ahmet Demirel’in hatıralarını kaleme almaya devam ediyor... Okurlarımızla bu değerli hatıraları paylaşıyoruz – S.U.)
Gardiyan Ahmet Demirel anlatıyor:
“Vardiyanlıktan önceki mesleğim demircilikti. Demirci Hasan Usta vardı, Hasan Öztürk. Demirciliği ondan öğrenmiştim. Lefkoşa'da bir hanın içindeydik. O zaman demirciler böyle sanayi bölgelerinde değildi.
Derviş Ağa'nın Hanı derlerdi hatırladığım kadarı ile. Güney Lefkoşa'da kaldı şimdi Derviş Ağa’nın Hanı. Hasan Usta, nal kesmede ustaydı; nal kesmede dengi yoktu. Mesela biz nal keseceğimizde dört defa ocağa koyardık. O, üç defada kıpkırmızı atardı oraya. O konuda çok yetenekli ve çabuktu. Temrozlu idi. Demirci Ziya Usta vardı, o dayısı idi Hasan Usta’nın. Mesleği dayısının yanında öğrendiydi. Çok akıllı ve çok becerikli biriydi.
Ben demirci olduktan sonra babamın işi bozuldu. Çünkü çiftçilik yapamaz oldu. Gardaşım yanında idi. Onunla ya çiftçilik yapacaktı veyahut da çobancılık yapacaktı. Babam, dünürü Yorgozlu Ömer ve Damdelen Hasan ile birlikte üçü bir traktör aldılar...
BİR PATOZ SİPARİŞİ...
Çiftçiliğe öyle devam ettiler. Bir patoz istediler, düven sürmekten kurtulmak için. Bana babam, “Ustan yapabilir mi bana bir patoz?” dedi. “Bir sorayım,” dedim. Ustama sorduğumda, “Yaparım tabii,” dedi, ama patozun ne olduğunu bilmiyordu. Bizim kaynak yaptığımız asetilin kazanına da atoz denirdi. O onu sanmıştı. Hiç görmemişti ve bilmezdi de ama yine de “Yaparım,” dedi. Ben de o güne kadar patozun ne olduğunu bilmiyordum. Gutsoşera (Çolak) takma adıyla bilinen Cevdet Usta’nın dışardan patoz getirttiğini duymuştuk. Hasan Usta, Cevdet Usta’dan görmek istedi patozun nasıl birşey olduğunu. Cevdet Usta müsaade etmedi genne. Garajındaki patozu göstermedi.
Cevdet Usta’nın garajı Kristal Sineması'nın yanındaydı. Hasan Usta gece sinemaya girdi. Halk çıkınca sinemadan ve etraf tenhalaşınca, garajın kenarından el feneriynan patozu gördü.
Ertesi gün geldi, bize, “Böyle böyle yapacaksınız,” diye tarif etti. Başladık yapmaya, ama bir noktaya kadar geliriz. Görmediğimiz ve bilmediğimiz birşey olduğu için iş duruyor. “Böyce gider bakarım,” derdi. Gider, bakar ve yeniden tarif verirdi bize.
Yekten, “Ben fiyat bilmem. Yapacağım. Bak oğlun da burda çalışır. Ne masraf ettiysem verirsiniz. İsterseniz de hiç vermeyin; ben bu işi yapacağım,” demişti babama.
Öyle öyle tamamladık patozu ve getirdik Gönyeli’ye. Demetleri yedirip, öğütmek için patozun üstüne ben çıktım. Küçük bir ayıbını gördüm patozun. Ağzı dardı ve demeti içine alamıyordu. Lazım bir kişi daha olsun yanımda da kesip, küçültsün demeti. Ben hem demircilikten hem de çiftçilikten öğrendiklerimle o kusuru görebilmiştim. “Usta, bunu 0’dan 10 santime kadar keseceyik ve açacayık,” dedim. Çiftçi Damdelen Hasan da “Doğrudur,” dedi. 10 santim açtık ve gayet mükemmel oldu.
Ahmet Demirel, geçtiğimiz günlerde 95inci doğum gününü kutladı... Resimde sevgili babacığının anılarını kaleme alan kızı Belgin Demirel ile...
“VOLKAN, SOLİNADAN BOMBA İSTEDİYDİ...”
Böylece demirciliği öğrendikten sonar 1952’de Gönyeli’de kendi dükkanımı açtım. O zamanlar Volkan vardı, TMT henüz kurulmamıştı. Volkan da bizden solinadan bomba yapmamızı istedi. Solinanın bir tarafına baso açılıyordu. Diğer tarafı da yapıştırılarak, bomba üretimi tamamlanıyordu. İçine de patlayıcı madde koyardık. O zamanlar bu işlere bakan Destaban Eniştem, bombaları, köyde terk edilmiş tenha evlerde yapmamızı önerdi. İngiliz Devri tabii. EOKA da başlamıştı o dönemlerde. 56’nın başlangıcı. Patlayıcı madde bulunduran ve imal eden, idam cezası alıyordu. Bir akşam köyün demirci yanında çalışan gençleri ve patlayıcı maddelerden anlayan birkaç kişi ile böyle terk edilmiş bir evde bomba yaparken, İngiliz’in devriyeye çıktığı haberi geldi. Haber üzerine hepsi çil yavrusu gibi kayboldu. Ben kaldım orada. Ben oraya kaynak yapıtırıcılarım, asetilen tüplerimle gitmiştim. Bu malzemeler benim üzerime kayıtlıydı. Çok korkmuştum ve bu korkumdan dolayı fazla tepki gösterdim sanırım. Bazıları bana, “Ne var bunda bu kadar korkacak?” bazıları da “Dabansız!” dedi. “Tamam,” dedim. “Herkes kaçtı, ben de kaçabilirdim. Ancak köyde bir tek demirci var, o da benim. Bu aletler Hacikiryako’dan alınmış ve benim üsdüme gayıtlıdır. Bu tüplerin numaraları var. Bundan korkmaycak bişey yok. Bundan böyle ben bombaları dükkanımda yapacağım.”
İNGİLİZ DEVRİYE GELİYOR...
Dükkanım, eski Girne-Lefkoşa anoyolunun üstünde, Gönyeli Camii’nin karşısında bir dükkandı. Ben bir gün tam solinayı bomba haline getirmiş yapıştırırken, ansızdan kapıda bir İngiliz devriye belirdi. Islık çalarak, dükkanın kapısında durarak, bakar bana. Ben de o an korktum, ama çabuk toparlandım. “Ne anlayabilir ki bundan? Mesleği bilmesi lazım,” diye düşündüm. Hiç bozuntuya vermedim. Demircilerin örsünün yanında su dolu yarım varil vardır. Çeliklere su vermek için. Onun içine atıverdim. Varil bomba dolu. Su çok bulanık olduğu için içindekiler görünmüyor. Selamlaştık, kaçtı. Çok korktum tabii, sonu idam çünkü.
MASTER KEY KALIBI...
1 Temmuz 1956’da vardiyan yazıldım ve dedim, “Ohhh kurtuldum kazasız belasız bu bomba tehlikesinden.” İki defa neredeyse idamlık durumdan dönmüştüm. Bir müddet çalıştık vardiyan olarak. TMT kurulduktan sonra bir gün bir emir geldi, bütün araları ve zindanı da açabilen, ‘master key’ dediğimiz anahtarın kalıbını çıkarmam istendi. Sabuna kalıbı çıkardım, anahtarcıya gidene kadar sabun kurudu, şekil bozuldu ve getirdiğim anahtar kapıları açmadı. Daha sonra Türk Onbaşı Kara Mustafa bana anahtarı verdi. Anahtarı dökmeci Muhip’e götürdüm, kalıbını aldı. Ben o zamanlar henüz muvakkat vardiyanım. Yoklansam ve anahtar üstümde bulunsa, tutuklanacağım. İki tokat yesem konuşacağım. Kimse demesin, “Ben konuşmam. Söylemem.” Seni söyletirler. Kazasız belasız anahtarı Onbaşı Kara Mustafa’ya iade ettim. O anahtarları ne yaptılar? Bir yerleri açtılar mı? Bilemiyorum. TMT’nin yapısından dolayı biz daha yukarısını bilmiyorduk. Senin görevin bitti, başka konuşmayacaksın. Durum böyleydi.
“ŞİDDETİN HEP KARŞISINDA OLDUM, HİÇ ŞİDDET KULLANMADIM...”
Hepimiz bulunduğumuz meslekte TMT’ye gereken görevi yapıyorduk. Önce demirci olarak yapmıştım, sonra vardiyan olunca bir başka şekilde görevlendirilmiştim. Şiddetin hep karşısında oldum. Bu kadar yıl vardiyanlık yaptım, hiç şiddet kullanmadım, ama o günlerde yaşananları bugünkü şartlarla değerlendirmemek lazım. Mesela Gönyeli Hadiseleri var. 12 Haziran günü ben göreve gitmeycek olsaydım, ben de o hadiselere karışmış olacaktım herhalde. O günlerde iki toplum da o şiddete psikolojik olarak hazırlanmıştı...”
BAF’TAN HATIRALAR VE GİDENLERİN ARDINDAN...
“Kaya Kıralp ve Sacit Canova, unutulmaz...”
Ulus Irkad
Kaya Kıralp, 1980 sonrasında tanıdığım önce bir baba, sonra da elinden her iş gelen bir emekçiydi. Beş oğul yetiştirmiş ve ondaki emek becerisini onlara da öğretmişti. Çocuklarının hepsini evlendirmiş, artık seksenli yaşlarının başlarında torunlarına da örnek bir model dede olmaya başlamıştı.
Kaya Kıralp, Baf’ın Melandra-İstinco Bölgesi’nde yetişmiş köyünde de, köy çevresinde de emeğiyle tanınmış bir beyefendi insandı. Benim hanımımın (Kayınvalidem ve de kayınpederimden) akrabalarındandı. Babası Şevki Kıralp, o yörede üretime katkıda bulunan, hakkıyla, alnının teriyle kazanan bir üretici köylüydü. Harnıp ve zeytin ağaçları, ceviz ve badem ağaçlarından topladığı ürünleriyle ailesinin geçimini sağlamaktaydı. 1974 sonrasında, Mağusa-Maraş Bölgesi’ne yerleşen Baba Şevki Kıralp, ölene kadar hep köyünü rüyasında görmüş ve bir gün köyüne dönme umudunu hiç yitirmemişti.
Kaya Kıralp
“AKŞAM İSTİNCO’DAYDIM... GENE KÖYÜMÜ RÜYAMDA GÖRDÜM...”
Beni her gördüğünde “Akşam İstinco’daydım, gene köyümü rüyamda gördüm, işçilere harnıpları toplamalarını söylemiştim” diyordu. İngiliz Dönemi ve Kıbrıs Cumhuriyeti Dönemlerinde Yol memurluğu –“Ebistatlık” yapan Dedem Hamza Erdoğan’ın yakın arkadaşlarındandı. Rahmetli dedem, yol inşaatlarını onun işçilerine göre ayarlarmış, çünkü Şevki Kıralp işlerini bitirince, işçiler dedemin idare ettiği yol inşaatlarına gelip çalışmaktaymış. Bir dayanışma içindeymiş o zamanlar dedemle. Bu yüzden çok iyi arkadaştılar. Bu köylülerin üretim ve yurt özlemi her zaman için, hala daha şimdilere kadar bile görülebilir. Kaya Kıralp da, aynen babası Şevki Kıralp gibi, Kuzey Kıbrıs’ta emeği ile yurduna sahip çıkmaya çalışan bir emekçimizdi.
EMEĞİYLE YAŞADI...
Kaya Kıralp beş oğlan yetiştirdi. Onlara emekle nasıl geçinebileceklerini öğretti. Örneğin oturduğu evin üstüne üç veya dört kat eklerken, hep oğlularının emeğiyle veya katkısıyla bu binayı inşa etti. İnşaatçılık yanında, arabanızda bir problem olduğunda da, Kaya Kıralp’ın yanına gitseniz, evde her türlü alet edevat vardı ve Kaya Kıralp arabanızdaki problemleri anında halletmekte en büyük uzmandı. Oğluları Bayram, Sabri, Kemal, Yüksel ve Özgür de, her işin uhdesinden gelmekteydiler. Bütün oğluları da babaları gibiydiler.
Kaya Kıralp’ı İstinco veya Melandra çevrelerinde tanımayan yoktu. O bölgelerde Rumlara ve Türklere Kaya Kıralp’ın adını söyleseniz muhakkak size onunla ilgili bir anılarını söyleyeceklerdir. Babası Şevki Kıralp ve annesi Zalihe Kıralp gibi hayata hep umutla baktı. Emeğini ortaya koyarak kendi üretti ve kendi yarattı. Oturduğu evini bile kendisi inşa etti. Komşuları veya akrabaları bir yardıma muhtaç oldukları zaman evlatlarıyla yardımlarına koştu. Yardımseverdi, küçüklerine sevgiyi, büyüklerine de saygıyı eksik etmezdi.
Sacit Canova
TEMİZ YÜREKLİ BİR İNSANDI...
Dünya sevgisi , emek ve insanlıkla dolu olan bu koca yürek geçen gün durdu. Evrendeki bir başka yaşamda gene emeğiyle insanlara yardım edecek, insanlığa örnek olacak, bir yiğit ve temiz yürekli adamı yitirdik. Onu unutmayacağız. Hoşça kal Kaya abi, sonsuzlukta rahat uyu…
SACİT CANOVA'YA SAYGI VE RAHMETLE DİYORUM...
Bir an 1960’lı yıllara dönüp baktığımda 1964 yılından itibaren Baf’ta her alandan tutun, spor, müzik ve tabii ki kültürel etkinliklerde Sacit Canova da anılmaya değerdir. 1964 yılından itibaren birkaç mahalleye sıkıştırılan Baf gettosu içinde Mustafa Baflı, Hikmet Canova ve tabii ki her zaman anılmaya değer Ali Volkan’ı da buraya yazarsam inanın yetmez. Baf’ın tüm olaylarına şahit olan gençlerdir bunlar. Tiyatro, futbol ve dahası müzik etkinlikleri de bu gençlerin katkı koydukları alanlardır. Ali Volkan ve kardeşleriyle etrafındaki gençlerin 1963-64 olaylarıyla sıkışan Baf’ta yaptıkları katkıları yadsımamak gerekir. Baf, yiyeceksiz ve susuz kalmıştır ama getirdikleri çözümlerle Baf halkına su bile dağıtmışlardır. Ülkü Yurdu faaliyetlerini durdurmuştur ama Baf’ta futbol unutulmasın, gençlik sporsuz kalmasın diye bu gençlerin futbol liglerine katılmaları ve koydukları katkıları kimse yadsıyamaz elbet… İşte 1963-64 olaylarıyla yaşı onlardan biraz küçük olan Sacit Canova da o etkinliklerin arasında fırladı. Saz gruplarında güzel sesiyle türküler söylemeye başladı. Devrin TRT ve Türk Peyaz Perdesi’nin güzel sesli adamı Nuri Sesigüzel’in türkülerini seslendirdi önceleri. "Fabrika Gülü" Türküsü aynen Nuri Sesigüzel gibi Sacit tarafından da söylenirdi Baf’ta o zamanlar… Daha sonra sporda da adını duyurmaya başladı. Atletizmde kısa koşuların şampiyonuydu. Müzikte olduğu gibi sporda da başarılı olduğunu gösteriyordu.
BAF RİNTLER’İN SOLİSTİYDİ...
1967 yılında, Kıbrıslıtürk gettolarında terapi olarak, genliğin 1963-64 yıllarındaki travmalardan kurtulması için bir devrim gibi ortaya çıkan “Beatles” ve "Avrupa- Pop" Müzik patlamasıyla, aynen “Güryeller”, “Bayrak Kuartet”, “Feveranlar” ve de “Kareler” gibi Kıbrıs’ta parlayan “Baf Rintler Topluluğu”nun güzel sesli solisti ve “Anadolu Pop” tarzının da solisti oldu. Uzun bir dönem Baf Rintler Topluluğu’nun vazgeçilmeyen bir solisti ve elemanı oldu. Babam, Gazi Baf Radyosu sunucusu Hüseyin Irkad, bazı reklam müziklerini, Rintlerle birlikte, onunla yapmıştı mesela: “Garip Bakkaliyesi, açıktır kapısı, her eşyanın alası” diye… Sonra yine 1967-68 yılında faaliyetlerine tekrar başlayan Baf Ülkü Yurdu’nun ileri uçta hızlı ve golcü elemanı olarak Kıbrıs’ın futbol büyükleri arasına soktu Ülkü Yurdu’nu Sacit… 1974 yılında gene Baf’taydı. Savaş sonrası Londra’ya yerleşti ve 1979 yılından sonra tekrar Kıbrıs-Güzelyurt’a döndü. Baf’ın parlak futbolcusu, solisti, kültür temsilcisi ve de güzel sesli çocuğu, 1964 sonrası Baf’ının vazgeçilmez gençlerinden Sacit Canova’nın sesi geçtiğimiz günlerde sustu. O dönemleri yaşayanların çoğu muhakkak onu hatırlamaktadır. Sacit Canova, Baf toprağına ve Kıbrıs spor ve kültür tarihine ismini Altın harflerle yazdırmıştır.
Tüm ailesine, tüm Baf kültür ve spor çevresine başsağlığı diliyorum. Yıldızlar ebediyen yoldaşı olsun…