Fayka Arseven KİŞİ
CTP Milletvekili Erkut Şahali, UBP’nin yalan rüzgarında savruldukça savrulduğunu ifade ederek, UBP, kamu kaynaklarını kendi siyasi çıkarları doğrultusunda heba eden, halkın kamplaşmasından siyasi fayda uman, Kıbrıs Türk Halkı'nın kimliğine, kültürüne, devletine ve ülkesine dair bağlarını hiçe sayan ve demokrasinin kendilerine avantaj sağlayacak biçimde hırpalanmasından gocunmayan tavrından derhal kurtulmalıdır” dedi.
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın, Kıbrıs sorununa yönelik tavrını yorumlayan Şahali, “ Eğer Ankara ile Kuzey Lefkoşa o masanın bilmediği bir dil konuşmaya başlarsa, bileceğiz ki takvimler 20 Temmuz, 1974'e geri dönecek ve biz iğne ile kazdığımız kuyuya dozerle toprak doldurmuş olacağız” vurgusunda bulundu.
Bu hafta Erkut Şahali ile ülkede yaşanan son siyasi gelişmeleri konuştuk.
- YENİDÜZEN: Çok önemli bir dönemden geçiyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde ve sonrasında yaşananlarla ilgili neler söylersiniz?
- Erkut ŞAHALİ: Gerçekten çok tarihi bir dönemden geçiyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimi sadece Kıbrıs sorunu bağlamında çok önemli gelişmelerin arifesinde gerçekleşmekle kalmadı ama aynı zamanda, Türkiye ile aramızdaki ilişkinin de çarpıklığının bir kez daha bütün açıklığıyla gözler önüne serilmesine yol açtı.
Seçimde Kıbrıs Türk halkının çok keskin biçimde kutuplara ayrıştırılması, bilerek ve isteyerek tercih edildi ve bundan siyasi kazanım amaçlandı. Son derece sorumsuz ve kasti hasar niyetiyle yapılan bu tercih, bizi 1974 sonrasının propoganda iklimine sürükledi.
Hainlik suçlamalarından başlayarak, Türkiye'nin seçime doğrudan müdahalesine davetiye çıkarılmasına kadar uzanan türlü anormalliğin yaşandığı gerçekten tarihi bir dönüm noktası oldu bu seçimler. Bir yanda Türkiye'nin kolaylıkla uyarılan sinir uçlarına dokunarak karşı tepkiyi dürten ve bunun yarattığı mağduriyet üstünden propogandasını sürdüren bir cephe ile öte tarafta Türkiye'nin kanatları altına sığınarak ne gelirse "eyvallah" diyen ve Türkiye'nin bu ülkedeki varlığını kendinden ötürü değil de kendi varlığını Türkiye'den ötürü gören bir anlayış, Kıbrıs'ın kuzeyinde maalesef akılların tutulmasına ve gerçeğin, akılcı olanın görülmez kılınmasına yol açtı.
Sonuçta Maraş gibi, 1974 yılından beridir Kıbrıs sorunu dosyasında apayrı bir yeri olan çok önemli bir konu, seçmen iradesinin dürtülmesi amacıyla maksadı dışında ve gelecekte bize avantaj değil ağır kayıplar yaşatacak biçimde harcandı. Maraş'a dair irade sahibi Ersin Tatar'mış gibi gösterilen bir mizansen sahnelendi ancak talimatları o değil de Türkiye Cumhurbaşkanı verdi. Tatar, o gün düzenlenen ve Yüksek Seçim Kurulu tarafından yasaklandığı halde gerçekleştirilen törende başbakan sıfatıyla podyuma çıktı ama sadece baktı. Etrafında olup biteni tam olarak kavrayamadı, önüne konan metni, prova edecek fırsatı dahi bulamadığından olsa gerek, doğru dürüst okuyamadı.
Türkiye'den ülkemize su getiren ve yılbaşında arızalanan su borusunun tamir edildiği, yine Yüksek Seçim Kurulu'nca yasaklanmış olmasına karşın, törenle duyuruldu. Kıbrıs Türk Halkı'nın her damlasını parasını ödeyerek satın aldığı bu su ve onu ülkemize ulaştıran borular, Ersin Tatar olmasaydı tamir edilip akıtılmayacakmış gibi bir hava yaratıldı. Toplumun en ihtiyaçlı 10 bin kişisine bir defaya mahsus verilen 2'şer bin liralık yardım, mağduriyetin istismarının resmi oldu. Bunların tamamı seçimden önceki 5 günün içine sığdırıldı.
Türkiye'den gelen siyasi ve bürokratik kadroların ülkemizdeki faaliyetlerini, iddialardan ya da kendi bulgularımızdan değil sadece ama kendi "faaliyet raporlarından" öğrendik. Seçim öncesindeki anormal istihdamları, Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine yakınlıklarıyla meşhur kanaat önderlerinin Türk televizyonlarındaki ağız dolusu küfür ve telkinlerini, büyükelçiliğin buradaki siyasi gayretlerini saymıyorum bile.
İşte tüm bu curcuna içinde, bizim itidal çağıran, aklı öne koyan, Kıbrıslı Türkler'i dünyaya davet eden ve Türkiye ile karşılıklı saygı ve yararı öngören ilişki biçiminin gerekliliğine vurgu yapan sesimiz, genel başkanımız ve adayımız Sayın Tufan Erhürman sadece, sinirleriyle değil kulaklarıyla duyan, duygularıyla değil aklıyla düşünen, bugünün değil yarının hesabını yapanlar tarafından duyulabildi. Seçimi kazanamadı ama gönüllerin tam ortasına yerleşti.
Seçimi Sayın Ersin Tatar kazandı ve KKTC'nin 5. Cumhurbaşkanı oldu ama daha ilk günden teamülleri de Anayasa'yı da yerle yeksan ederek makama yerleşti. Israrlı bütün uyarılarımıza karşın başbakanlıktan, yerine vekil tayin etmeden ayrılarak devleti hükümetsiz bıraktı. Partisinde kimin yeni başkan olacağı belli olmadığından, vekalet verecek kadar kimseye güvenmediğini kanıtlamış oldu. Dahası, UBP başkanlık yarışı ekseninde yaşananlara bakacak olursak, her an birbirlerini yemeye ya da hançerlemeye hazır olduklarını anlıyoruz.
Şaşarım, karışlarım!
"Bu UBP’nin iç meselesi, size söz düşmez". Şaşarım, karışlarım! Bu iç mesele sandıkları şey, benim her bir yurttaşımı etkiliyorsa, ona bana, her birimize zarar veriyorsa, ülkesine, kimliğine ve en önemlisi benliğine duyduğu aidiyeti her gün biraz daha zayıflatıyorsa, bunun içi dışı olmaz. Bu benim meselemdir, derdimdir, gailemdir.
- YENİDÜZEN: Yeri gelmişken, UBP kurultayı hakkında ne söylersiniz?
- Erkut ŞAHALİ: Ne denebilir ki! Olmaması gereken ne varsa maalesef yaşanan ve bedelini de hep beraber acı biçimde ödediğimiz bir kurultay. Güya 5 başkan adaylı ve 6800 üyenin oy kullandığı bir kurultay yapmışlar. En fazla oy alan iki adayın bir hafta sonra yeniden yarışacağı ancak sonraki tura iki gün kala her iki adayın birden seçimden çekildiği sözüm ona demokratik bir kurultay. Kimse ne olduğunu tam olarak söyleyemiyor, herkes biliyor ama kimse cesaret gösterip konuşamıyor. İddialar AKP'nin doğrudan müdahalede bulunduğu, bu çerçevede yaşananlara bağlı olarak, Kıbrıs temsilcisinin istifa ettirildiğidir. Ancak bu konuda her konuşan yetkili ağız bir başka yalanla sadece merağı besliyor. Halbuki gerçeği söylemedikleri, aralarındaki çelişkilerle sürekli kanıtlanıyor. Bu konuda 20 kişi kafa kafaya verip izah edemedikleri bir karar alıyor ancak söyleyecekleri yalanı çalışmadan birbirlerinden ayrılıp televizyonlara koşuyor. Cümbüş de böyle başlıyor. Her anlatan kendi kapasitesine göre bir yalan uyduruyor ve UBP yalan rüzgarında savruldukça savruluyor.
Her ne hikmetse, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ve seçimden sonra, yaptıkları değerlendirmelerde demokrasi bakımından utanç abidesine dönen seçimlerimizi "demokrasi şöleni" diye niteleyen Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinden kendileriyle ilgili iddialar ayyuka çıkmışken, UBP kurultayı hakkında tek kelam gelmiyor. Bu size normal geliyor mu allah aşkına! Ömer Çelik mesela, AKP sözcüsü. Bir sendikacının açıklamasına sayfalarca yanıt verme ihtiyacı duyarken, kendi partisinin buradaki temsilcisine görevden el çektirildiği bir durum ortada dururken, UBP'nin kurultayı hakkında tek satır laf etmiyor, edemiyor. İddialar karşısında "evet yaptık" ya da "yapmadık" diyemiyor. Demokrasi şöleni diye diye, demokrasi katli yaşanıyor maalesef. Bir de demezler mi "bu UBP’nin iç meselesi, size söz düşmez" diye. Şaşarım, karışlarım! Bu iç mesele sandıkları şey, benim her bir yurttaşımı etkiliyorsa, ona bana, her birimize zarar veriyorsa, ülkesine, kimliğine ve en önemlisi benliğine duyduğu aidiyeti her gün biraz daha zayıflatıyorsa, bunun içi dışı olmaz. Bu benim meselemdir, derdimdir, gailemdir.
“UBP, kamu kaynaklarını kendi siyasi çıkarları doğrultusunda heba eden, halkın kamplaşmasından siyasi fayda uman, Kıbrıs Türk Halkı'nın kimliğine, kültürüne, devletine ve ülkesine dair bağlarını hiçe sayan ve demokrasinin kendilerine avantaj sağlayacak biçimde hırpalanmasından gocunmayan tavrından derhal kurtulmalıdır.”
Bir yerde söyledim, çarpıtıldı ama umursamadım. UBP'nin çok ciddi bir arınmaya ihtiyacı var. Kimi aklı evveller bunu "yıkanma" diye algıladı, kızdı, yolu hamama kadar uzattı. Mesele etmedim. Ben UBP’nin gerçek bir arınmaya ihtiyacı olduğu görüşümde ısrarlıyım. UBP, kamu kaynaklarını kendi siyasi çıkarları doğrultusunda heba eden, halkın kamplaşmasından siyasi fayda uman, Kıbrıs Türk Halkı'nın kimliğine, kültürüne, devletine ve ülkesine dair bağlarını hiçe sayan ve demokrasinin kendilerine avantaj sağlayacak biçimde hırpalanmasından gocunmayan tavrından derhal kurtulmalıdır. Bu tam teşekküllü bir arınmayı gerektirir ve bu arınma kişilerin değil anlayışların değişmesiyle başarılabilir. UBP'yi kimin yöneteceği beni ilgilendirmez, bu evet, onların iç meselesidir. Ancak UBP’nin Kıbrıslı Türkler'e ne söylediği ve onlara ne yaptığı benim de meselemdir.
“Özgürgün, İç Tüzüğün uygulanmasını engelliyor”
“Hüseyin bey de her üç toplantının birinde bir mazaret bildirerek kendiliğinden başlatılabilecek bir işlem için koşulların oluşmasını önledi.”
- YENİDÜZEN: UBP'nin bunca karmaşası içinde bir de Hüseyin Özgürgün konusu var. Geleceği konuşuluyor.
- Erkut ŞAHALİ: Hüseyin bey ister gelir, ister gelmez kendi takdiridir. Ortaya bir istifa iradesi koydu, bize düşen gereğini yerine getirmek olmalıydı ama bu da UBP'nin hallerine endekslenmiş durumdadır. Halkın vicdanı, Özgürgün'ün durumunu kabul etmiyor ve bize yönelik de kızgınlığa yol açıyor. Bilinmesi gereken nokta, meclis başkanlığının iç tüzüğe göre işlem yapacağı koşulların oluşmasına Hüseyin beyin fırsat vermediğidir. Şöyle ki, iç tüzük izinsiz ve özürsüz üç genel kurul toplantısına katılmadığı takdirde, meclis başkanlığına milletvekilliğinin sonlandırılmasına ilişkin işlem başlatma yetkisi veriyor. Hüseyin bey de her üç toplantının birinde bir mazaret bildirerek kendiliğinden başlatılabilecek bir işlem için koşulların oluşmasını önledi. Durum bundan ibarettir. Hüseyin Özgürgün gelir gelmez, gelir de ne yapar inanın benim hiç ilgimi çekmiyor, bu da UBP'nin derdi olsun.
- YENİDÜZEN: Cumhurbaşkanı Hükümeti kurma görevini Ersan Saner'e verdi. Ne olacak hükümet işi? Ersan Saner bulur mu kendine ortak? Ne gibi olasılıklar öngörüyorsunuz koalisyon için?
- Erkut ŞAHALİ: Ersan bey, hiç hesapta yokken başbakan olmak için yola düştü. Ya da hesap buydu da o yüzden parti başkanlığına aday olmadı. Bilemiyorum. Ama baktığım yerden gördüğüm, kendi içinde parça pinçik, kimsenin kimseye güvenmediği ve bugün dost olanların yarına hasım olarak uyanabileceği bir UBP var ortada. 20 gün sonra bir kurultay denemesi daha yapıp Ersan beyi genel başkan seçeceklermiş. Nereye kadar? 10 ay sonraki olağan kurultaylarına kadar. Yani Ersan bey emanetçi Başkan ve hatta emanetçi başbakan olacak. 10 ay sonra ne olur? Geride kalan üç haftaya bakarak konuşacak olursak, kimse bilemez. Partinin başına yeni biri geçebilir, bu yeni biri, elbette başbakan olmak isteyebilir. Ersan bey bugün öyle ya da böyle ele geçirdiği kudreti bırakmak istemeyebilir. Bunu da göreceğiz. Ancak kesin olan bir şey varsa o da, UBP kendine bir koalisyon ortağı bulsa dahi iç çekişmesinin devam edeceğidir. Bunun anlamı, ülkenin ve yurttaşın acil çözüm bekleyen yığınla sorunu geri planda kalarak, gündem dahi olamayabilir onlar için. Onlar için aslolan UBP’nin çıkarları ve UBP’deki makam yarışıdır.
Nereden mi biliyorum? Geride kalan bütün zamanlarda, ama en çok da son bir ayda yaşananlara bakarak, bunu kesin olarak biliyorum. Böylesi bir başbakanla ve darmadağın partisiyle kim ortaklık etmek ister, bu ortaklık hangi zeminde mümkün olur ve vadesi ne kadar sürer kim bilebilir ki!
- YENİDÜZEN: Ama yine de olasılık var mı diyorsunuz?
- Erkut ŞAHALİ: Elbette var. Memleket ne durumda olursa olsun, yurttaş ne çekerse çeksin, hükümette olma halini her şeyden çok önemseyen birileri hazırda bekliyor. UBP, elbette hükümet programında ne yazdığına hiç aldırış etmeden hükümette olmayı isteyecek ortak ya da ortaklar bulabilir. Kendi de çok önemsemez zaten hükümet programlarına yazdıklarını ya da Türkiye ile imzaladıkları anlaşmaları. Aslolan Hükümette olmak olunca, bunları takmayan ortaklar pek ala yeni bir hükümet kurabilirler. Göreceğiz. Herhalde bugün yoklama turlarına başlarlar. Nabızlar tutulur, öneriler yapılır, görüşler alınır ve ona göre gidilecek köyün minarelerine yönelinir.
“Evde yalnızsınız, canınız sıkıldı, bir dost yüzü görmek ve belki bir kahve içmek için yan komşunuza gitmeye karar veriyorsunuz. Komşu kapısına tam geldiniz ki, içeriden bağırışma, şiddetli bir tartışmanın sesleri geliyor. Belli ki içerde huzur yok. Siz yine de zili çalıp "merhaba, bir kahveye gelmiştim" der misiniz?
- YENİDÜZEN: CTP ne yapar, UBP ile koalisyona girer mi?
- Erkut ŞAHALİ: Bu konuda, özellikle bugün, kişisel görüş dahi olsa, bir görüş bildirmek doğru olmaz. Çünkü CTP, kurumlarıyla yönetilen bir partidir. Kurumsal yapısı içinde her organ yetkisi dahilinde görev yapar. Ancak şu kadarını söylemeden geçmeyi de özsaygım bakımından haksızlık sayarım. Evde yalnızsınız, canınız sıkıldı, bir dost yüzü görmek ve belki bir kahve içmek için yan komşunuza gitmeye karar veriyorsunuz. Komşu kapısına tam geldiniz ki, içeriden bağırışma, şiddetli bir tartışmanın sesleri geliyor. Belli ki içerde huzur yok. Siz yine de zili çalıp "merhaba, bir kahveye gelmiştim" der misiniz?
- YENİDÜZEN: Peki hükümet kurulamazsa, seçim kaçınılmaz olursa?
- Erkut ŞAHALİ: Mevcut mevzuat gereği Haziran ayında sandıklar Ersin beyin yerine yeni bir milletvekili seçmek için kurulacak. Olur da normal prosedürler çerçevesinde bir hükümet kurulamazsa, ülkeyi hükümetsiz bırakmayacak, yani bugünkü kaostan bir an önce kurtaracak bir formülle seçim takviminin başlatılması doğru olabilir. Mevzuat gereği ara seçimde bir Lefkoşa milletvekili seçileceği halde, ülke genelinde sandıklar kurulacak. Koşullar dayatırsa, o kurulacak sandıklardan bir milletvekili yerine elli milletvekili çıkarmak gerekecekse, emin olun bunun devlet hazinesine maliyeti, mevcut koşullarda çok daha fazla olmaz.
Elbette yurttaş seçim yorgundur. Zaten yerlerde sürünen siyasetin ve siyasilerin itibarı, son yaşananların ardından bir o kadar daha aşındı. Ancak eğer cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde, seçimden sonra ve UBP'nin kurultayı ekseninde yaşananlardan bir ders çıkarılacaksa ve bu ders de Kıbrıslı Türkler'in kendi kendine yeten, kendi kendini yöneten, kendi ülkesinde bugün ve gelecekte kendi kimliğiyle, kendi kültürüyle var olacağı koşulların mutlaka yaratılması ve güvence altına alınmasıysa, ki bizce bu olmalıdır, o zaman belki de seçim bir külfet değil, tam tersi bir fırsat olacak.
“Yanlış ve tehlikeli”
“Federasyon arayışını kendi görev süresi ya da kendi nesliyle sınırlandırma yaklaşımı ne kadar yanlışsaydı, "artık yeni fikirlerin tartışılması lazım" diyerek olmayacak dua için amin demeye çalışmak de o denli yanlış ve tehlikelidir.”
- YENİDÜZEN: Tüm bu sorunlar ve belirsizlik içinde, bir yandan da Kıbrıs Sorunu'nda yeni bir sürecin hazırlığı devam ediyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
- Erkut ŞAHALİ: Kıbrıs Sorununa ilişkin Türk Tarafı'nın pozisyonu da aslında memleket halleri gibi. Bir Türk tezi olan ve bizim önce Kıbrıs Rum Tarafı, sonra Birleşmiş Milletler ile dünyaya kabul ettirdiğimiz federasyondan çark etme eğilimi işittiriliyor. Öncelikle şunu söylemek lazım: Federasyon arayışını kendi görev süresi ya da kendi nesliyle sınırlandırma yaklaşımı ne kadar yanlışsaydı, "artık yeni fikirlerin tartışılması lazım" diyerek olmayacak dua için amin demeye çalışmak de o denli yanlış ve tehlikelidir. Federasyon, özünde devletin ve toprağın eşitlik temelinde paylaşılması ve buna karşılıklı rıza gösterilmesidir. Yeni şeyler diye söylenen ise esasta, karşılıklı olarak devletten de topraktan da vazgeçmek anlamına gelir. Yani bizim 1960 anayasasından kaynaklanan ve kendi rızamız olmadan elimizden alınamayacak haklarımızı, yerine uluslararası geçerliliği olacak bir şey koymadan, elimizin tersiyle itmemizdir bu "yeni" diye söylenen ve aslında Kıbrıs Sorunu dosyasındaki ihtimallerin en eskisidir. Çünkü bu yeni gibi gösterilen aslında Taksim'dir başka da bir şey değil.
“Eğer Ankara ile Kuzey Lefkoşa o masanın bilmediği bir dil konuşmaya başlarsa, bileceğiz ki takvimler 20 Temmuz, 1974'e geri dönecek ve biz iğne ile kazdığımız kuyuya dozerle toprak doldurmuş olacağız.”
Crans Montana'da çöken beşli konferanstı ve beşli konferans, müzakerelerin en son aşamasıdır. O çöküş, konferansın konuları nedeniyle değil, temel parametrelerin birincisi olan siyasi eşitliğin karşılıklı kabulü noktasında Anastasiadis'in gerekli cesareti gösterememiş olması nedeniyle yaşanmıştı. Geçtiğimiz kasımda bu konu temize havale edildi ve şimdi Genel Sekreter Gutters, müzakereye kaldığı yerden devam edilecek koşulları yeniden sağlamaya çalışıyor. Eğer müzakere masası resmi yada gayrı resmi, yeniden beşli katılımla kurulursa, Anastasiadis Crans Montana öncesindeki duruşuyla orada olmayı şimdiden taahhüt ediyor. Yani, iki bölgeli, iki toplumlu, toplumların siyasi eşitliğine dayalı ve tek uluslararası kimliği olacak bir federasyonu kabul için o masada olacak. Atina da, Londra da. Eğer Ankara ile Kuzey Lefkoşa o masanın bilmediği bir dil konuşmaya başlarsa, bileceğiz ki takvimler 20 Temmuz, 1974'e geri dönecek ve biz iğne ile kazdığımız kuyuya dozerle toprak doldurmuş olacağız. O yüzden umarım ki Sayın Ersin Tatar ve Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenler, 2004 iradesi ile hem bizim, hem kendilerinin kazandığı itibarı heba etmeye ve en düşük ihtimalle, Kıbrıs Türk Halkı'nın yarısının rıza göstermeyeceği bir çıkmaza girmeye kalkışmazlar. Seçim meydanlarındaki atraksiyonlar kendilerini bir noktaya taşımış olabilir ama bundan öteye sloganlar ve hamasetle, üstelik dünyanın anlamayacağı bir dille konuşarak gidilemez.
Kıbrıs Rum Tarafı'nın dünya ve uluslararası hukuk önünde kabul ve taahhüt ettiği federasyona değil de bağımsız bir Kıbrıs Türk devletine rıza gösterip onu tanıması ve hatta tanınmasına yeşil ışık yakması, hayal ve akıl ötesi bir beklentidir. Bu mümkün olsaydı, bırakın KKTC'nin diğer devletler tarafından tanınmasını, en azından Türkiye Cumhuriyeti bu tanımanın bütün gereklerini bir tamam ve eksiksiz yerine getirebilirdi. Getiremediğine göre, yapılması gereken bellidir: Macera arayışı felaket getirmeden, bildik yoldan çıkmaksızın yürünmelidir. Elbette isteklilikle, elbette hukukla, elbette diplomasiyle.