Demokrasiyi salt seçime indirgeyen zihniyetlere genelde doğu kültürlerinde sıkça rastlanır. Doğu toplumlarında demokrasi kültürü yeterince gelişmediği için genelde seçimi kazananlar “seçimi ben kazandım öyleyse benim söylediklerim ve yaptıklarım esastır” demektedir.
Bunun en somut örneklerini bölgemiz ortadoğuda ve özellikle sosyalist sistemin çökmesinden sonra dağılan Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsız ülkeler olan ülkelerde sıkça görüyoruz.
Son günlerde Taksim-Gezi Parkı olaylarında da çok daha somut biçimde Erdoğan bunu sık sık tekrarlamaktadır. Son genel seçimde % 50’ye yakın oy alan Erdoğan isyan noktasına varan bütün karşı çıkışlara rağmen Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapmakta ısrar ediyor.
Gerekçesi de “orada eskiden vardı, yıkıldı ve park yapıldı, ben de yapılan park düzenlemesini yıkıp yerine aslına uygun Topçu Kışlası’nı yapacağım” diyor.
Dahası AKM’yi de yıkıp yerine gerçek bir opera binası yapacağını ve Sular İdaresi ve arkasındaki boşluğa da büyük bir cami inşa edeceğini bunun gerekli olduğunu iddia ediyor.
Erdoğan son dönemde bir başbakan gibi değil, arkasına % 50 desteği alarak sarhoş olan ve herşeyi yapabileceğini sanan bir diktatör gibi davranıyor.
Halbuki bir ülkenin başbakanı yalnızca kendine oy verenlerin değil, bütün ülkenin başbakanıdır. Hiç kimseyi dışlamadan, bütün toplumun istemlerini dikkate alarak adım atmalıdır.
Türkiye bugünlerde demokrasi kültürü açısından çok önemli bir sınavdan geçiyor. Bu sınavı başarırsa Türk demokrasisi yeni bir aşamaya ulaşacak, ama belki de siz bu yazıyı okurken polis Gezi Parkı’na orantısız güç kullanarak girmiş ve bu direnişi ezmiş olacak. Çünkü Erdoğan’ın ve bakanlarının söylemleri daha fazla tahammül edemeyecekleri yönündedir. Üstelik olaya “yasadışı örgütler”, “yasadışı eylemler”, “yasadışı işgal” gibi saldırıyı haklı çıkaracak boyutlar katmaya özen gösteriyorlar.
Sandık elbette demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biridir. Toplum yönetimleri sınırlı sayıda temsilciden oluşmak zorunda olduğundan bunların kimler olacağına toplumun kendisi karar vermelidir.
Ama çoğunluğun desteğini alarak seçimi kazanan ve kendi kadrosu ile iktidara gelen bir siyasi parti ülkeyi kendi istediği gibi yönetemez. Belli kurallar ve koşullar vardır. Bunlara mutlaka riayet etmesi gerekir. Dahası kendine oy veren çoğunluğun yanında, öteki siyasi partilere oy veren, ya da hiçbirine oy vermeyen ama o ülkenin vatandaşı olan, vatandaşlık görevler ini yerine getiren öteki insanların istemlerine de kulak tıkamamalıdır.
Bu siyasi partilerin yaşamında da böyledir. Bir biçimde delege avcılığıyla seçimi kazanan liderler, sadece kendi destekçilerini hoşnut etmeye çalışırsa o liderin ömrü uzun olmaz.
Başka siyasi partilerde de benzer sıkıntılar var ama son UBP kurultayında yaşananlar bunun en güzel örneğidir. İrsen bey devlet olanaklarını tepe tepe kullanarak ve Erdoğan’ın da tam desteğini alarak 7 oyla kazandığı seçimin ertesinde UBP’nin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Parti bölündü, hükümet düşürüldü ve seçime daha 1 yıl olmasına karşın Temmuz sonunda erken seçim kararı alındı.
Demek ki seçim demokrasinin önemli bir göstergesidir, ama yalnızca seçilmiş olmak demokrasinin gerçek anlamda varlığını kanıtlamaya yetmez.
Demokrasi bir kültürdür. Yaşayarak öğrenilir ve öğrenildikçe de geliştirilir.
Kendine demokrat olmak yine doğu toplumlarında sıkça görülen bir yapıdır. Kendine demokrat olmakla elbette demokrat olunmaz.