Antik Çağ’daki Atina demokrasisinden bugüne kadar dönüşüme uğrayan ve halk iradesine dayandığı iddia edilen sistem, yaşadığı tökezlemelere rağmen varlığını sürdürüyor. Birçok kavramda olduğu gibi, sanki kalıplaşmış bir gerçekliği varmış gibi, hiçbir şekilde sorgulanmadan kabul ediyor ve işlerliğini eleştirmiyoruz. Koşullardan, zamanlardan ve mekanlardan bağımsız bir demokrasi anlayışı mevcutmuş gibi düşünüyoruz. Mesela savaşlar, askeri darbeler sonrasında halk oyuna sunulan anayasal düzenleri düşünün. Seçimler demokrasinin bel kemiği ise, o dönemlerde yaşanan ne idi?
Bugün dünyanın pek çok ülkesinde “demokrasi krizi” yaşandığını söylemek mümkün. Hatta siyaset literatüründe illiberal demokrasi (boş demokrasi – hibrit rejim), post-demokrasi (politikasızlığın politikası) gibi kavram ve çalışmalara da göz atmakta yarar var. Her ne kadar uluslararası hukukun dışına itilsek de, büyük dünya ülkelerindeki sebeplerden kaynaklanmıyor olsa da, halkın iradesinin tekerleği patlayıp yokuş aşağı inen araba gibi sürüklendiğini söylemek mümkün. Nereye çarpacağı, sonrasında ne gibi zararların oluşacağı malum.
***
Ülkede yaşanan bilinmezlik içinde anlam ararken elime bir kitap geçti. Emilio Gentile’ın <Demokraside Halk Her Zaman Egemendir” (Yalan!)> isimli çalışma, sohbet tadında yazılmış kısa yorum yazılarından ibaret. Yazar genel manada temsili demokrasinin içine düştüğü çıkmazın nedenlerini ve sonuçlarını tartışmaya açmış. Özellikle “Sahne Demokrasisinde Egemensizleştirilmiş Halk” başlıklı bölümde okuduklarım, zihnimde ufak tefek yarıkların oluşmasına yardımcı oldu.
Kıbrıs’ın kuzeyinde var olan sistemi, batı demokrasileri ile karşılaştıracak değilim ama yapılan tespitlere bakıldığında, mevzubahis politika yapma pratikleri olduğu zaman, benzer unsurlar ortaya çıkıyor. Mesela halk egemenliğini yansıtması gereken demokrasilerde; “politikacıların yolsuzluğu, partilerin gözden düşmesi, yönetenlerin kendi çıkarlarını düşündüklerine olan inanç” gibi unsurların genel anlamda demokrasiye duyulan kayıtsızlığı, seçimleri boykot etme girişimlerini ve sonuçta “antipolitik” bir noktaya varılmasına neden oluyor. Yazarın da belirttiği gibi, yurttaşlar egemenliklerini gittikçe kaybediyor, “egemensizleşmiş halkın sahne demokrasisi”* zehirli arsız otlar gibi etrafımızı sarıyor.
***
Yine ve yeniden bir seçim sürecine giriyoruz. Son zamanlarda yaşanan çirkinlikler, siyasetteki yolsuzluk – mafya ilişkisi iddiaları gibi çürümüşlükler ve artık ayyuka çıkan sömürgeci müdahaleler bir tarafta dururken, seçim ile kurtuluşa ereceğiz demek, trajikomik gerçekliğimizin göstergesidir.
Evet bu dönemki kadar irade ayaklar altına alınmadı, evet devleti sonsuza dek yaşatacağız diyenler hiçbir zaman bu denli kendileri ile çelişmediler, evet toplumsal gruplar arasındaki gelir uçurumu bugünkü yoksulluk seviyesi kadar derinleşmedi ama “sahnedeki demokrasi oyununun” galası çok uzun süre önce gerçekleştirildi.
Demokrasiyi ayakları üzerinde durduracağız lafı, gerek toplumun geneli gerekse siyasetçilerin kendileri için büyük bir meydan okuma (challenge) denemesidir. Önümüzdeki seçimde farklı bir tablo ile karşılaşsak bile; kaybolan (ya da hiç elde edilmemiş) demokrasi algısını, unutulan politika yapma pratiklerini yeniden toplumla buluşturmazsak, uzaktan kumanda ile talimatlandırılmış bir “sahne demokrasisine” maruz kalacağız.
***
Peki biz ne yapıyoruz? Memleket yönetimindeki istikrarsızlığın sebebini teknik yasal aksaklıklara bağlayıp, günü kurtarmak için çözüm önerileri arıyoruz. Şu anda içinde sorun barındırdığı söylenen ve Yüksek Seçim Kurulu’nun da uyarı yaptığı oy kullanma sisteminin değişmesi gerektiği üzerine saptamalar yapılıyor. Uzun zamandan beri ortak bir paydada buluşamayan siyasi partiler, gerek karma oyun gerekse tek bölge yönteminin yeniden gözden geçirilmesi hususunda anlaştılar.
Sanki bunlar değiştirilirse sorunlar ortadan kaldırılacak algısı yaygınlaştırılıyor. Böylece temsili demokrasinin yaşadığı çürümenin hakiki sebeplerini tartışmak için zemin de kalmamış oluyor. Teknik hukuki düzenlemelerin siyaseti aydınlığa kavuşturması bekleniyor. Belki de karma oyun kalkması şahıstan ziyade ideolojiye yönelme açısından (ne kadar mümkünse) olumlu olabilir ama bu durumda partilerin siyaset yapma konusunda bugünün çok ötesine gitmesi gerekiyor.
Yeniden bölgesel seçim listesine dönülmesi ise yerele odaklanması bağlamında demokrasi açısından çok daha yararlı. Çünkü politikayı takip eden seçmen dahi gereken sayıyı tamamlamakta zorluk yaşıyor, meclise girmesini isteyip istemediğine karar vermediği kişilere oy vermek durumunda kalıyor. Ayrıca ada yarısını gezip gezip her gece bir meyhanede seçim çalışması yapmak da çarşaf listede hedeflenen feodalliği yıkmıyor, sadece bölge sınırlarını geliştiriyor, o kadar.
***
“Seçim sınırına gelindiğinde bunları konuşmak abestir” diyenler olacaktır. Maalesef bu ülkede bahsi geçen sorunları konuşmanın zamanı asla gelmiyor, getirilmiyor. Anayasa ihlal ediliyor, ihalesiz alımlar yapılıyor, vatandaşlık alanlar rüşvet verdiklerini dost sohbetlerinde açıkça dile getirebiliyor, kimileri sebepsiz yere zenginleşirken diğerleri sistemli olarak yoksullaşıyor, siyaset – mafya ilişkisine dair söylentiler kulakları sağır edercesine konuşuluyor ve yıllardır bu icraatları yapanların partisi en fazla oyu alıp kısa süreli aralıkların ardından iktidar koltuklarını doldurabiliyor. Sizce tüm bunlar seçim sisteminden mi kaynaklanıyor?
Biliyorum çok önemli işleriniz olduğu için oturup demokrasi, toplumsal iradenin gerçek anlamdaki manası, anayasal hukuk devleti gibi kavramlar üzerine düşünmek için vaktiniz yok. Ne de olsa bunlar günlük yaşamın bir parçası değil, değil mi? Ah keşke öyle olsa. Yine ve şimdi daha açıkça soruyorum, her türlü yıkıntıya rağmen, bunların mimarı olan UBP ve türevleri niye birinci parti olarak listede yerini koruyor? Ganimet sistemini devam ettiriyorlar diyerek sıyrılmak mümkün değil. Çünkü sorun çok daha derinde. Işığı yakıp kuyunun dibine bakma ve onaylanma beklemeden toplumsal dönüşümü sağlama cesaretine sahip olmak gerekiyor. Bunu yaparken, insanların kendilerini güvende hissetmeyi neden özgürlüklerine tercih ettiklerini sorarak işe başlayabiliriz.
*Emilio Gentile, “Demokraside Halk Egemendir” (Yalan!), İletişim yayınları, s. 59.