Zor bir dönemden geçtiğimiz açık. Kıbrıs Türk toplumu 28 Temmuz seçimlerine giderken, sosyal yozlaşmanın önüne geçmek; sürdürülemez ekonomik, siyasi ve sosyal düzeni değiştirmek; 2013-2015 Ekonomik Protokolünün yarattığı fakirleşmeye dur demek üzere toplumsal iradesini yeni bir alternatif üzerine kurmayı tercih etti. Özellikle hane halkının alım gücündeki ciddi zayıflama, bilimsel araştırmalara göre, yaklaşık yüzde yetmiş oranında bir toplum kesitinin orta kesimden alt kesime yani fakirleşmeye doğru gerilemesi, toplumun sadece yüzde on gibi bir azınlığının ekonomik olarak gelişmesi, esnafın, sanayicinin içinde bulunduğu çok zor koşulların uygulanan ekonomik politika ile ilgili olduğunu sürekli ele aldık, tartıştık, açıkladık...
Bir buçuk yıl önce gerçekleşen UBP Kurultayının yarattığı büyük siyasi tahribat, gerek Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun gerekse AK Parti Hükümetinin kurultaya açık siyasi müdahalesi, sadece UBP için değil, siyasi tarihimize büyük haflerle geçecek “demokrasi katledilme” töreni idi. Kıbrıs Türk toplumunun siyaseten iki ayrı güç odağı tarafından paramparça edildiği bir dönemdi. Ve süreç sadece UBP Kurultayına dair bir hesaplaşma değil, uzantıları Türkiye’deki dönemin güç dengelerine, yani asker-AKP ikilisine uzanan ve bu güçlerin KKTC’deki taraftarlarıyla birlikte verdikleri iktidar savaşını açıklayan bir durumdu, yaşananlar. Belki de siyasi tarihimizdeki en fütursuz, en açık, en haddini bilmez müdahaleden biri ile karşı karşıyaydık. Siyasetin ve ahlakın yerlerde süründüğü günlerden geçtik...
Demokrasinin katli törenini, sadece UBP’ye indirgeyen, “bırak yesinler birbirlerini” diye avunan ya da her iki aktörden birini tercih etme gibi sinik bir tutum içine giren toplum demokratlarının, bir sonraki adım için pozisyon arayışında bulunarak aslında tam da demokrasi adına sınıfta kaldıkları açıktı. Kıbrıslı Türk “aydınlarının” vahim tarihi hatalarından biri daha tekerrür ediyordu, bu sahnede...
Çünkü oynanan oyun sadece buzdağının görünen kısmını kapsamıyordu. Görünen kısmında UBP, görünmeyen kısmında ise tüm toplum, tüm sistem saklıydı.
Çok somut verilerden öte, gözlem ve gelişmelere bağlı değerlendirmeler üzere tanımlandığında, “toplum mühendisliği” ile toplumun dönüşümü olarak hedefledikleri şey bağlamında ekonomik ve siyasi modelin hayata geçmesi için verilen kavganın boyutu, doğrudan Türkiye’nin “ulusal” stratejik çıkarlarını gözetecek kadar iddialı bir düzeye tekabül etmektedir.
Ülkemizdeki siyasetsizleştirilme, iradesizleştirilme serüveninin ardında yatan temel budur. Ancak bu durumu besleyen, en genelde Kıbrıs Türk siyasilerindeki ilkesizlik, bir diğeri Kıbrıs Türk halkının siyasi iradesine bağlı temsiliyet gücünün sürekli zayıflatılması, itibarsızlaştırılması ve bilinçli olarak kontrol altında tutulmasıdır. Ülkemizdeki vesayet rejiminin, siyasetin gücünü zayıflatarak neredeyse etkisizleştirerek itibarsızlaştırması, hem demokrasi kültürünü zayıflatmakta hem de sosyal erozyonu sürekli kılmaktadır.
Eğer en genelde siyaset yapıcıları olmak üzere, toplumun kanaat önderleri bu “eğil da gulle geçsin” oportunizminden çıkmazlar ve ülke gerçeklerini masaya yatırıp toplumla paylaşmazlarsa, Kıbrıs Türk toplumunun sorunları sürekli ötelenecek, sorunlar günlük yaralara tedavi üretmenin önüne geçemeyecektir.
Ve Kıbrıs Türk halkının iradesine ve hükümetinin kararlarına saygı duyulmadığı, nereden gelirse gelsin Kıbrıs Türk insanının sağcı veya solcu, kendi ülkelerini yönetme hakkına müdahale edildiği sürece, “siyasetsizleştirme” daha da artacak ve bu bizi çok daha ciddi toplumsal tehlikelerle karşı karşıya bırakacaktır.
Yani mesele, biz ödevimizi yapalım ki bize görev yüklemesinler saptamasının ötesindedir...
“Mutabakat zaptı” üzerine yazılmıştır...