Zaman zaman çok bunaldığım anlarda, sabret derim kendime. Henüz dibi görmedin. Bir söz vardır ya, gün ışığının bizi aydınlatmaya başladığı anın bir adım öncesi zifiri karanlıktır, diye. Memleketteki karmaşa da o hesap.
Birbirinden farklı toplumsal kesimler, varılan noktayı değişik bakış açıları ile tanımlıyorlar. Kimisi oy kullanmanın manasızlığının kanıtlandığını söylerken, kimisi gittikçe dozajını arttıran müdahalelere karşı -Meclis de dahil- her yerde daha yoğun bir mücadelenin örülmesi gerektiğini söylüyor. Bana sorarsanız, bugün maruz bırakıldığımız tabloya bakıldığında, hiçbir alanı boş bırakmamamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ciddi bir zapt edişle karşı karşıyayız.
***
Evet yıllardır bu ülkede özgür iradeden bahsetmek mümkün değil, yıllardır seçimlere (hatta sağ siyasetçilere dahi) sopa gösteriliyor. Yine de bir şekilde toparlanıyor ada halkı, tüm farklılıklarına rağmen bir araya gelip gereken cevabı verebiliyor.
Her şeye rağmen, bir yol açacağımıza inanıyorum. Bu kadar karanlık, teslimiyet ve kokuşmuşluk boşuna değil. Yancılar ve ağabey kılıklı kuklalardan hesap sormak farz…
Bize ithal edilen demokrasi katliamı, çok yakınımızda katmerli bir şekilde gerçekleşiyor. Güzelim ülke Türkiye ne hâle getirildi baksanıza. Gerçi tarihten bugüne bakıldığında, her zaman darbelerle kesintiye uğrayan, insan hakları ve özgürlüklerinin tek kalemde üzerinin çizildiği bir devlet geleneğinden bahsediyoruz. Ama buna rağmen susmuyor, biat etmiyor halklar. Gezi Direnişi davası hepimizin malumu. Peki ya yıllardır içeri atılan ve sadece tek suçu sivil – barışçı siyaset yapmak olan Selahattin Demirtaş’ın ve yoldaşlarının durumu?
Bu bahsi açmamın nedeni, dün çok güzel bir yazısına denk gelmiş olmam. Karabasana döndürülmüş, adeta “sivil ölüme” mahkûm edilen birinin umut dolu cümlelerini paylaşmak istedim sizinle. Gelin birlikte kulak verelim, bedeni tutsak ama zihni hepimizden özgür olan Demirtaş.
"Büyük değişime hazır olun. Kimseyi dışlamayın. Herkesin el ele, yan yana durması için uğraşın. Ortak paydamız demokratik cumhuriyettir, ortak evimiz Türkiye’dir, ortak devletimiz Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Bütün bunları en çok tahrip eden, toplumu paramparça edip kutuplaştıran Erdoğan ile AKP-MHP iktidarıdır. Bunların tek derdi koltuktur, makamdır, mevkidir, şatafatlı lüks hayattır. Birlik olun, demokrasi ilkeleri etrafında buluşun. Aday kim olacak tartışmasını bırakın. O bir kişiyi değil, ülkeyi düze çıkaracak o güçlü program ile o dev kadroyu oluşturun ve şimdiden meydan meydan, alan alan milyonlarca ses olun, tek yürek olun, “hemen seçim, derhal seçim” diye haykırın. Coşkuyla, moralle, cesaretle harıl harıl seçime hazırlanın, iktidarı değiştirin. Ortam bulanık ama aklınız bulanık olmasın. Başka yolu yok."
Ne kadar tanıdık geliyor değil mi söyledikleri? Çünkü benzer süreçlerden geçiyoruz. Tabi ki farklarımız var. Kıbrıs’ın kuzeyi için geçmişte bu denli pervasızca hareket edilmiyor, sistem kendini deşifre etmiyordu. Belki de o yüzden ayağımıza dolanıyordu gittikçe boynumuza dolanan ipler. Durmadan yere kapaklanıyor, görmek istemediğimizde anlamamazlıktan geliyorduk yaşananları.
Neyse ki devlet idaresinde olmayan şeffaflık, müdahale süreçlerinde sağlanmaya başladı. İşte bu noktada karşı durmak daha kolay.
***
Birazda kimsenin ağzından düşmeyen, en trend kelime olan demokrasi üzerine konuşalım. İnsan onuruna sahip çıkmak için sıkı sıkıya sarıldığımız hak, özgürlük ve adalet kavramları gibi demokrasinin de gittikçe içi boşaltılmakta, elimizde kabuğu bırakılmaktadır. Adeta romantik bir boyutta ele alınıp, esas problemin ekonomik kriz olduğu söylenmektedir. Hâlbuki yaşadığımız finansal ve sosyal çöküşün en temelinde yatan neden; TL kullanımı ile kurulan bağımlılık, demokratik değerlerimiz üzerinden yapılan saldırılar ve bunlara karşı gereken cevabı vermeyen cumhurbaşkanı başta olmak üzere hükümet edenlerin sinikliğidir.
Demokrasiyi salt “sandık seçimine” bağlamak aymazlıktır. Seçimler, demokrasinin yalnızca bir öğesidir. Eğer toplumsal iradeniz saldırı altındaysa ne ülkedeki artan yoksullukla baş edebilirsiniz ne de yozlaşmış, toplumun sahip olduğu kurumları tek tek elden çıkaran işbirlikçilere karşı güçlenebilirsiniz.
Eğer içinde yaşadığınız yapıyı iradenize sahip çıkarak bizzat yönetemiyor, aksine verilen talimatları yerine getiren robotlara dönüştüyseniz, o zaman toplumun yararına bir adım atamazsınız. Hizmet ettiğiniz ve çıkarlarını doyurduğunuz tek bir odak vardır; o da size sopanın ucunda yiyecek uzatan sahibiniz. Bir nevi akıllı çocuk olursanız oturacağız koltuklar, makamlar uğruna onurunuzu teslim edersiniz. Tıpkı cumhurbaşkanı ve hükümet edenlerin yaptığı gibi. Tabi ki bunun faturası da topluma kesilir.
***
Yıllardır eleştirdiğimiz, zaman zaman nemalandığımız sistem artık çıkar değil sadece kötülüğe neden oluyor. Olmaya da devam edecek. Önümüzdeki günlerde kurulması muhtemel hükümet de sadece zaman kazanacak, sonrası yeniden keşmekeş.
Henüz robotlaşmamış, kukla olmayı da kendine yediremeyenler, hazır sistem bu kadar deşifre olmuşken daha net ve kararlı bir şekilde, sonuç alıcı hamleler yapmalıdırlar. Unutmayın bu oyunda güçlü olan biziz, onlar sadece birer piyon.