Demokrasi yandaşlarının, Türkiye’nin otoriterleşme sürecine karşı başlattığı girişim şimdilik istenen sonuca ulaşamadı.
Tüm belirtiler, Türkiye’de siyasal rejimin, özgürlük, insan hakları, hukuk devleti ve demokratik dünyanın parçası olma taleplerine karşı direnmeye devam edeceğini göstermektedir.
Böyle bir yönelim, her alanda olduğu gibi, dış politikada da Türkiye’nin demokratik dünya ile çatışmasını derinleştirmeye adaydır.
Tüm karmaşık yapısına rağmen, Türkiye’nin demokratik dünya ile ilişkilerinin geleceğini etkileyen bazı temel alanlar vardır.
Türkiye’nin siyasal rejiminin niteliği, bu alanların hem içerisiyle ilgili olanını hem de başlıca sorun kaynağını oluşturmaktadır.
Türkiye’nin dış politikadaki yönelimleri büyük oranda içeride yarattığı siyasal rejimin nitelikleri tarafından şekillendirilmektedir.
Her ne kadar da, demokratik dünya, ‘adet yerini bulsun’ anlayışıyla Türkiye’nin demokratik gelişiminden tam anlamıyla umudunu kesmediğine dair mesajlar verse de gerçeklik bambaşkadır.
Türkiye, öteden beri, daha da otoriterleşen, demokratik dünyayla ilişkilerini ekonomik istikrarsızlığını daha da derinleştirmemek adına neredeyse göstermelik olarak sürdüren, demokratik dünyanın hassasiyetlerini anlamayıp hedeflerini paylaşmayan ve otoriter dünyada edindiği dostlukları demokratik dünyaya karşı koz olarak kullanan bir devlet görünümü çizmektedir.
Çizdiği bu görüntü nedeniyle, Türkiye’nin ‘yeni’ dönemde demokratik dünya ile yapıcı ve anlamlı bir ilişki kurması mümkün görünmüyor. Bu durum, tarafların birbirlerine yönelik olumlu beklendilerini sınırlandırmakta ve karşıtlaşmayı derinleştirmektedir.
Türkiye’nin siyasal rejimi nedeniyle demokratik dünyayla yaşayacağı gerilimleri daha da derinleştirecek ve çözümü yakın vadede mümkün görünmeyen başkaca önemli sorunları vardır.
Bunların en önemlisi olmasa da, Kıbrıslıları en çok ilgilendiren konu elbette Kıbrıs sorunudur.
Kıbrıs sorunu, artık giderek daha fazla ‘uluslararası bir sorun’ olma niteliğini derinleştiriyor.
Soğuk savaş döneminde yada Türkiye ile Yunanistan arasındaki kapışmaların her evresinde Kıbrıs sorununun uluslararası boyutu kendini dayatmaktaydı.
Şimdi ise bu uluslararasılaşma yeni bir boyut kazanıyor.
Ya da, başka bir ifadeyle, Türkiye’nin otoriterleşme ve demokratik dünyayla çatışma durumu Kıbrıs sorununun farklı bir biçimde uluslararasılaşmasını dayatıyor.
Türkiye’nin otoriterleşmesine koşut olarak Kıbrıs sorununda takındığı tutum, sorunun barışçıl bir biçimde çözüm olanaklarını giderek daraltmaktadır.
Çözüme dair BM parametrelerinin reddedilmesi ve iki taraf arasında varılan uzlaşmaların çöpe atıldığının ilan edilmesi, Türkiye’nin Kıbrıs sorunu nedeniyle demokratik dünyayla yaşamaya başladığı gerilimlerin sadece bir kısmını açıklamaktadır.
Buzdağının görünmeyen tarafında, Türkiye’nin, AB’nin bir üyesi olan Kıbrıs’i başka bir siyasal coğrafyanın parçası yapma çabası ve demokratik dünyanın bu çabaya gösterdiği tepkiler vardır.
Öteden beri, Kıbrıs’ın AB üyeliğine karsı Türk Dünyası ya da İslam Dayanışması adı altında gündeme getirilen ve ‘tanınma’ çabası şeklinde sunulan alternatif yönelimler demokratik dünyayla çiddi bir çatışma zemini yaratıyor.
Türkiye, Kıbrıs’ın bir parçasını otoriter dünyaya yama yaparak ne kazanacaktır?
Ve, bu yamalama çabası, ne kadar sürdürülebilirdir?
Şimdilik kısa bir yanıtla yetinebiliriz:
Türkiye’nin demokratik dünyayla çatışma serüveni devam ettikçe, Kıbrıs’ın bir parçasını da otoriter dünyaya yamalama çabasının devam edeceği anlaşılıyor.
Bunun Türkiye halkına bir faydası olmadığı ama demokrasiyi reddedenler için bir çıkış kapısı sunduğu anlaşılıyor.
Bu yamalama çabasından en fazla zarar gören unsurun, demokratik korunma mekanizmalarına sahip olmayan KıbrıslıTürkler olacağı aşikardır.
KıbrıslıTürklerin, hangi isim altında olursa olsun, otoriter dünyanın bir parçası olmak istemediği ve bunu kabul etmeyeceği de bellidir.
Bu nedenle, demokrasi dünyasının dayanışmasını, onun bir parçası olmak üzere talep etmesi, KıbrıslıTürkler’in, reddedilemez, en meşru hakkıdır.
KıbrıslıTürkler, ‘zorla güzellik olamayacağını’ herkese anlatmalıdır!