Demuraj kazığı ve seçim!

Serhat İncirli

Demuraj nedir_

Gümrükleme.com.tr adlı internet sitesine göre “Demuraj”, “Dış ticaret işlemlerinde konteynerdeki yükün boşaltılması için alıcı (ithalatçı) ve satıcının (ihracatçı) yaptığı anlaşmayla belirlenen sürenin aşılması halinde, konteyner başına alıcı tarafından (navlun dışı) ödenen gecikme bedelidir.”

-*-*-

Aynı internet sitesinde, bu kavramın detaylı açıklaması da var ve bu açıklama da “Demuraj”ı şöyle anlatıyor:

Demuraj; Türk Ticaret Kanunu’na göre, deniz taşımacılığı uğraşısındaki alıcı ve satıcı, gemi ile sevk edilecek malın, ilgili limanda yükleme ve boşaltma süresini en başta belirlemek zorundadır. Bu yükleme ve boşaltma süresine denizcilik dilinde starya adı verilir. Yükleme süresi taraflarca belirlenmemiş ise liman kurallarına göre bir süre belirlenmesine, eğer limanın bu konuda bir kuralı yoksa ticari geleneklere göre, bu da yoksa malın durumuna göre uygun bir süre belirlenmesi gerekir. Genellikle bu yükleme süresi yedi gün olarak belirlenmektedir. Diğer yandan yükleme ve boşaltma işleminin süresi içinde (starya) yapılmaması halinde, navlun sözleşmesi gereğince gemilerin fazladan bir süre beklemesi gerekecektir ki bu süreye sürastarya adı verilmektedir. İşte bu sürastarya adı verilen fazla süreler için ödenecek ücretlere demuraj adı verilmektedir.”

-*-*-

Demuraj kazığı nedir?

Hah, bizi ilgilendiren budur…

Efendim, “Demuraj Kazığı”, Türkiye’nin mutlak kontrolünde, Ersin Tatar adlı kişi ve UBP adlı siyasi partiye bazı işlerin yaptırıldığı KKTC’de; alakasızlıktan, ilgisizlikten, bilgisizlikten de öteye, aşırı hamasi yüklemeler nedeniyle parasız kalınması sonucunda, ithal edilen akaryakıta ödenecek para olmamasından dolayı, her geçen gün için, denizde bekleyen gemiye ve ihracatçı şirkete ödenen 18 bin Amerikan Doları’dır!

-*-*-

Bir önceki akaryakıt ithalatı beş gün gecikmiştir.

KKTC ahalisi o beş gün için toplamda 1 milyon 500 bin TL fazladan para ödemiştir.

Yönetilemeyen ama hem siyaseten hem de madden sömürülen KKTC’de vergi mükellefleri, bu yönetilememenin bedelini şimdi yeniden ödeyecektir.

Ve öyle ya da böyle, bu ödenen “Demuraj Kazığı”, bir şekilde akaryakıt fiyatlarına da yansıyacaktır.

-*-*-

Sorsanız, “toplantı yaptık, konuyu görüştük” diyecekler…

Üzerine de iki hamasi açıklama yaptılar mı, meseleyi kapatmış olacaklar…

-*-*-

“Ne alakası var” demeyin ama sizden bir ricam olacak…

Lütfen herkes, ama herkes 23 Ocak’ta sandığa gitsin ve bu ülkeyi bu hale getirenlere, işgali – istilayı – sömürge olmayı “mutluluk” diye satmaya çalışanlara değil; ötekilere oy versinler…

-*-*-

Sizin yapmanız muhtemel hatayı önceden yapmış bir kardeşiniz olarak bunu yazıyorum…

O kadar eminim ki, size yalvarıyorum…

“Hepsi UBP’dir” demeyin, “farkları yok” diye düşünmeyin…

-*-*-

Bir hikay aktarayım…

Londra’daydım…

Mehmet Ali Talat ve Ferdi Sabit Soyer koltuk sahibiydi…

Biri Cumhurbaşkanı, öteki Başbakan…

Ve ikisini de “Türkiye’ye teslim olmakla” suçluyordum…

Hem de acımasızca…

Bir gün Londra’da sürgünde yaşam süren Kıbrıslı Türk toplum liderlerinden, esfane komünist Ahmet Sadi Erkurt beni aradı, evine gittim…

Çok güzel bir evi vardı.

Ve evinin bahçesinde de “meyve veren ama meyveleri ne yazık ki yenecek kıvama ulaşamayan” bir incir ağacı…

Damadı, ağaç hastalandığı için kesmişti.

Ahmet Sadi Erkurt, camdan bakıyordu ve gözleri yaşlıydı…

“Seni incir ağacı için çağırmadım ama önce bu incirden bahsedeyim… Çok üzüldüm; çünkü ben her sabah çayımı içerken bu incire bakar, Baf’tan Karpaz’a yolculuk yapardım” demiş ve ne isterse olsun çözüme, barışa bağlı kalınması gerektiğine vurgu yapmıştı…

Ve bir de özetle şunu söylemişti:

“… Barışsever Kıbrıslılar çok bedel ödedi; bu bedeli öderken oluşan ilerici hareketin yenilmemesi, yok olmaması için, buna zarar verecek eylem ve söylemlerden kaçınmak lazım… Birbirimizi vurmamak lazım…”

-*-*-

Tamamen bitmek, tamamen tükenmektir endişem…

 

Bu su böyle akaaaar?

Su boşa akmamalı…

İsrailli bir zamanlar Anadolu’da geziyormuş…

O dönemde Türkiye’de su bol…

Az Türkçesi ile Musevi kardeş kendisini gezdiren Türk kardeşe sormuş:

“Bu su böyle akar?”

Türk kardeş, “akaaaar” demiş!

-*-*-

Musevi eklemiş; “Sen de böyle bakaar?”

Türk, “bakaaar” diye yanıtlamış…

-*-*-

Evet su boşa akmamalı…

İsrafı veya “kaynakları gerektiği gibi kullanma zorunluluğu”nu anlatan bir hikayecik…

-*-*-

Bizde şu andaki durum mu?

Şiirle anlatalım:

-*-*-

Anavatanın yetkilileri ataaaar?

Ataaaar!

Para biteeer?

Biteeeer!

Pahalılık artaaaar…

Artaaaar!

Esnaf bataaar?

Bataaar!

Kazık bize fena şapaar?

Of aman anam; şapar!

Bir de üstüne Ersin Tataaaar…

Garibim sadece hamasi nutuk ataaaar!

Ve ora bura bakaaar!

N’aaaapsııın!


Sizin de ilginizi çeker mi bilemem ama Rum toplumu, kayıpları  için çok daha duyarlı… Biz, sanki hiç kaybımız yokmuş gibi davranıyoruz… Hamasi nutuğa geldi mi elbette iki harman yeri lafla doldururuz ama fiiliyatta yokuz… Rumlar, bu yıl yine kayıplarını Noel ağacı ile anıyor. Lefkoşa’da bu amaçla ağaç hazırladılar ve kayıplarının fotoğrafları ile süslediler… Biz mi? Bizde hamasi edebiyat şampiyonluğu sürüyor… Ve ayrıca aklıma ne takılıyor biliyor musunuz? Kayıplarımızla hiç ilgilenmeyerek, sanki bu konuda daha suçlu olan tarafmışız gibi davranmış oluyoruz… Anladınız siz ne demek istediğimi..