DENEME CESARETİ

Neşe Yaşın

 

Belki de kanımı ateşleyen özgürlük tutkusunun verdiği yorgunluktan ötürüdür kendime güvenli alanlar arayışım. Bazı mekanların müdavimi olmak gibi bir alışkanlığım var öteden beri. Aynı kafelere gider, hatta aynı masa ve sandalyede otururum hep. Arada yeni bir mekân denediğim de olur tabii ama benimsemem zaman alır. Kendimizi güvende hissettiğimiz yer ya da durum en iyisi değildir halbuki. Bu tanıdıklık hali bir biçimde iyi gelir ama insana…  Değişim korkusu insanı ve toplumları fena halde kuşatan bir şey ne yazık ki… Denenmemiş olanın belirsizliği kafamızı karıştırırken daha önce denediğimize meylederiz hemen. Belki çok iyi değildir ama denenmiştir en azından. İyi gitmeyen ilişkilerimizde de bu yüzden ısrar ederiz. Yeni olanın bilinmezliği bizi o kadar tedirgin eder ki eskinin bildik alanında kalmakta inat ederiz.

Yeni bir ülkeye, yeni bir şehre giderken de benzer bir tedirginliği yaşar insan. Neyin nerede olduğunu, kültürel kodları filan bilmemek gerer. Bugünkü teknolojiye rağmen mi diyeceksiniz? Haklısınız, elimizdeki telefonlar bize epeyce yol gösterebiliyor. Geçmişle kıyaslanınca çok daha kolay her şey.  Bilgi deneyimden farklı ama. Bazı şeyler ancak deneyimle kavranabiliyor.

Belleğim bana asla yakınında durmam dediğim bazı insanları ne çok sevdiğimi, ön yargılarla gittiğim ortamlara nasıl bağlandığımı hatırlatıyor.

Aynı şeyi başkaları da benim için söylemiştir: “Böyle biri olduğunuzu hiç bilmiyordum. Hakkınızda çok yanlış bir intiba edinmişim” diye…  Herkes bir başkasını kendine göre tercüme ediyor çünkü. Başkalarıyla ilgili yargılarımız onlardan çok kendimizle ilgili çoğu zaman.

Bir de insanlar, mekanlar ve durumlar sürekli değişime tabi… Bizim on yıl öncesinde bıraktığımız bir insan şimdilerde başka biri olmuş, mekân ise iyiye ya da kötüye doğru değişmiştir. Bazen bir insana ilişkin yeni bir bilgi ediniriz ve bu onun hakkındaki fikrimizi tümden değiştirir. Bir ışık yanar kafamızda ve bu ışık altında farklı bir kişi görüveririz.

Bazı mekanlar ve bazı insanlar bizi hemen kucaklar ama… Bir şehre girer girmez onu çok seveceğimizi hissederiz, bir insanla tanışır tanışmaz kalbimiz yer açar ona.

Deneme cesareti olmasaydı pek çok harika durum ortaya çıkamazdı. Yenilikler karşısındaki tutumlarımız biraz da hayatlarımızın hikayesini yazan.

Korku eylemsizlik ve tekdüzelik demek, cesaret ise yepyeni renkler, tatlar ve kokuların alemine dalmak. Korkunun bizi yönetmesine dair bir eğitim sistemi var. Çizgiden çıktığımız anda cezalandırılacağımız işaret ediliyor. İtaat etmek, boyun eğmek sükunetin ve beladan imtina etmenin yolu.

Günümüzün politik atmosferi biraz da bunun eseri. Güvenlik kaygısı hayatlarımızı yöneten. Oysa bir kez cesaret edip zıplasak ve önümüzdeki engelin üstünden atlasak belki de harikalar diyarında bulabileceğiz kendimizi. Tut ki dizlerimiz yaralandı ilk atlayışta; iyileşecektir sonuçta ve değişimin verdiği ödül çabucak unutturacaktır onu.

Biz bekleyen belirsiz ve tanımadıktır ya korkumuzdan adım atamayız oraya. Var olanla, onun vasatlığıyla idare etmeye çalışırız. Başımıza gelebileceklerden ürküp başımıza gelmiş olana rıza gösteririz.

Sonra geçip gider hayat… Hep aynı şekilde sürmez tabii, bizim cesaret etmediğimiz değişimlerin yerini başka değişimler alır… Değişim kaçınılmazdır çünkü… Bizim belirleyemediğimiz yol yerine başka bir yol belirlenir bizim için.

Cesaret gösterenler ise düşe kalka da olsa dağın ardına ulaşabilirler bir gün. Ulaşamasalar bile buna cesaret etmiş olmanın erincini yaşarlar. Hedefe varmasalar da yolculuğun zengin deneyimini kazanırlar.

Korkaklar kazasız belasız bir hayata sahip olabilirler belki ama onları hayata getiren kazanın hakkını vermemiş olurlar böylece… Renk renk çiçeklerle dolu bir bahçenin kokularıyla esrimek yerine bir bozkırda tüketirler zamanlarını. Çoğunluğun hikayesi de budur zaten dünyada.