Solyalı, “Güvenli gıda hiçbir şekilde fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak kirlenmemiş gıda demektir. Tarladan sofraya gıda güvenliğinin sağlanması aşamasında Tarım Dairesi’nin görevi sebze ve meyvenin tarladan temiz olarak yani tarımsal ilaç kalıntısı içermeden çıkmasını sağlamaktır” dedi.
“Bugün gelinen nokta denetimlerin en top noktasıdır” diyen Solyalı, AB ülkelerindeki kirlilik oranının %3 olduğunu belirterek, Kuzey Kıbrıs’ta 2015 yılının ilk 5 ayında denetlenen 1019 yerli üründe kirlilik oranının %1.05, 505 ithal üründe de % 5.15 olduğunu kaydetti.
Solyalı, şunları söyledi:
“Ürünler hasat aşamasına geldiği zaman tarladan örnekler alınıp analize gönderilir ve limit üstü ilaç kalıntısı içeriyorsa hasatına izin verilmeyip iki haftalık bir bekleme sürecine alınarak birer hafta ara ile tekrar analize gönderilir. Üçüncü denetim nihai karardır. Yani limit üstü ilaç kalıntısı devam ediyorsa tarlada imha edilir. Tarladan kontrol yaptıran diğer ülkelerle konuyu araştırdığımızda onlar sadece tarladan örnek aldırıp analize gönderdiklerinde limit üstü ilaç kalıntısı bulunursa, şu kadar gün sonra hasat edin diye telkinde bulunurlar o kadar. Biz ise görüldüğü gibi hiçbir risk almayız, kalıntı takibe alınır ve devam ediyorsa imha yoluna gidilir... AB’den gelen uzmanlar da “kendi ülkenizde geliştirdiğiniz bu denetim şekli ile aldığınız başarı takdire şayandır” diyor. Aynı şekilde yurt dışından gelen yaş meyve sebzede de sınır kontrol noktalarında örnek alınarak Devlet Laboratuvarı’na analize gönderilir ve ilaç kalıntısı içerenler ya imha edilir ya da menşeine iade edilir.”
Solyalı, insanların yağ dokularında biriktiği, vücuttan hiçbir şekilde atılmadığı için dünyada 1972 yılında yasaklanan DDT ve BHCli ilaçların Kuzey Kıbrıs’ta uzun yıllar kullanılmaya devam edildiğini söyledi. 1982 yılında Türkiye’den BHC istendiğini ve dönemin Türkiye Tarım Bakanlığı müsteşarının BHC’nin gönderilemeyeceğini çünkü insan ve çevre sağlığı için çok zararlı olduğunu yazmasına rağmen bu ilaçların getirtilip, çiftçilere bol bol dağıtıldığını anlattı.
Solyalı, “Hayvanların yağ dokularında biriken bu ilaçların hayvanların etleri ve sütleri vasıtasıyla insanlara geçtiğini, anne sütü vasıtasıyla bebeklere geçtiğini, toprakta bu ilaçların parçalanma sürecinin çok uzun yıllar aldığını, parçalanma ürünlerinin dahi kansorejen olduğunu bile bile ülkemize getirtip uzun yıllar kullandırdılar. Bu ilaçların topraklarımızdan ne zaman temizlendiği konusunda bir şey söyleyemem ama bugün olmadığını söyleyebilirm. Yaptırdığımız tüm analizlerde bu ilaçlarla ilgili bir bulguya rastlanmadı” diye konuştu.
Tarladan sofraya...
Soru: Yerli ve ithal taze sebze ve meyvelerde denetimler yapıp, bunları kamuoyuyla zaman zaman paylaşıyorsunuz. Ancak halk hala özellikle yediklerine şüpheyle yaklaşıyor. Ne tür denetimler yapılıyor?
Solyalı: Ülkemizde büyük bir bilgi kirliliği vardır. Sırf bir rant elde etmek için her aklına esen halkın da bu konudaki hassasiyetini bilerek, gıda güvenliği konusunda çoğu zaman doğru olmayan birşeyler söyler ve basın da gerçeği araştırmadan yazdığı için tüketicide bir güven bunalımı oluşmasına katkıda bulunur. Biz tüm olumsuz tepkilere rağmen gıda güvenliği konusunda üstümüze düşeni büyük bir efor harcayarak yerine getirmeye devam ediyoruz.
Güvenli gıda hiçbir şekilde fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak kirlenmemiş gıda demektir. Tarladan sofraya gıda güvenliğinin sağlanması aşamasında Tarım Dairesi’nin görevi sebze ve meyvenin tarladan temiz olarak yani tarımsal ilaç kalıntısı içermeden çıkmasını sağlamaktır. Bunun için ürünler hasat aşamasına geldiği zaman tarladan örnekler alınıp analize gönderilir ve limit üstü ilaç kalıntısı içeriyorsa hasatına izin verilmeyip iki haftalık bir bekleme sürecine alınarak birer hafta ara ile tekrar analize gönderilir. Üçüncü denetim nihai karardır. Yani limit üstü ilaç kalıntısı devam ediyorsa tarlada imha edilir.
Tarladan kontrol yaptıran diğer ülkelerle konuyu araştırdığımızda onlar sadece tarladan örnek aldırıp analize gönderdiklerinde limit üstü ilaç kalıntısı bulunursa, şu kadar gün sonra hasat edin diye telkinde bulunurlar o kadar. Biz ise görüldüğü gibi hiçbir risk almayız, kalıntı takibe alınır ve devam ediyorsa imha yoluna gidilir. Bir de ülkemizde yetiştirilen ürünlerde eğer aldığımız birkaç örnek kirli çıkarsa o tür ürünün yetiştirildiği hemen hemen her alandan örnek almaya çalışırız. Örneğin aldığımız bir maydanoz örneği kirli bulunmuşsa, hemen tüm bölgelere haber verilerek ne kadar maydanoz üretilen yer varsa denetlemeye çalışırız. AB’den gelen uzmanlar da “kendi ülkenizde geliştirdiğiniz bu denetim şekli ile aldığınız başarı takdire şayandır” diyor.
Aynı şekilde yurt dışından gelen yaş meyve sebzede de sınır kontrol noktalarında örnek alınarak Devlet Laboratuvarı’na analize gönderilir ve ilaç kalıntısı içerenler ya imha edilir ya da menşeine iade edilir.
Denetimlerin sonucu...
Soru: Yapılan denetimler sonucunda yerli ve ithal taze meyve ve sebzenin durumu nedir?
Solyalı: Ülkemizde sebze ve meyve denetimleri bizim büyüklüğümüzdeki diğer ülkelerden en az on kat fazladır. Örneğin bir AB ülkesi olan Malta yıllık 170, Estonya 400, Güney Kıbrıs 650, Portekiz 1000 ve Türkiye 4000 civarında denetim yaparken, bizim sadece yerli üründe denetimimiz 2014 yılı Ocak-Aralık döneminde 1231 adet olup kirlilik oranımız % 2.9 olarak gerçekleşmiştir. Yine aynı dönemde ithal ürünlerden 1119 tane örnek alınıp analize gönderildi ve 54 tırdaki çeşitli meyve sebze kirli bulunarak imha edildi. İthal ürünlerdeki kirlilik oranı 2015 yılında % 4.83. 2015 yılında 5 aylık sürede ise 1019 adet yerli ürün denetlenmiş olup kirlilik oranı %1.05 olarak gerçekleşmiştir. Bu çok küçük bir rakamdır. Bu beş aylık sürede 505 adet de ithal ürün denetlenerek 26 tanesi imha edilmiştir ve ithal ürünlerde kirlik oranı ise % 5.15 olarak gerçekleşmiştir. Görüldüğü gibi bizim ürünlerimiz yurt dışında üretilen ürünlere göre daha temizdir. Tüm analizlerimizi Devlet Laboratuvarı yapar ve maliyetini de Sağlık Bakanlığı karşılar. Diğer ülkelerden gelen uzmanlarla bu sonuçları tartıştığımızda bu kadar analizin çok olduğunu, bize bunun maliyetinin kimin tarafından karşılandığı sorulur. Merak edenler EFSA (Avrupa gıda güvenliği otoritesi) raporlarından AB ülkelerindeki analiz sayısını görebilir.
“Tarımsal ilaçlar başıboş değil”
Soru: Üreticilerin bilinçlendirilmesi konusunda ne tür çalışmalar var?
Solyalı: Ülkemizde tarımsal ilaçlar hiçbir şekilde başıboş değildir. Tarımsal İlaçlar Denetim Kurulu’nun onaylamadığı hiçbir ilaç bu ülkede satılamaz. Bir ilaç bayii yeni bir tarımsal ilaç (pestisit) ithal etmek isterse Tarımsal İlaçlar Denetim Kurulu’na başvurur. Bu getirilecek pestisitin AB ülkelerinde kullanılıp kullanılmadığı araştırılır, eğer AB ülkelerinde kullanılıyorsa ve bir sorunu yoksa bu sefer Devlet Laboratuvarı’na bu kimyasalın analizini yapıp yapmadığı sorulur ve olumlu cevap alınırsa ruhsatlandırılır. Kurulun onaylamadığı ve çeşitli sebeplerden dolayı yasakladığı bir pestisit kaçak olarak kullanılırsa da denetimlerde laboratuvar bunu tesbit edebilir ve bunun da cezası 10 asgari ücret veya 4 yıla kadar hapistir. Görüldüğü gibi tarımsal ilaçlar ülkemize denetimsiz giremez ama önemli olan bunların bilinçli olarak kullanılmasıdır.
Bu inançla biz de ilaç uygulayıcısı olan üreticilerin eğitim yoluna gittik ve birçok üretim yerinde eğitim verdik. Bugün kirlilik oranımızın bu kadar düşmesinin bir nedeni eğitimler diğer bir nedeni de bu kadar sıklıkla yapılan denetimlerdir. Bir üreticinin ürünün tarlada imha edilmesi onun için çok büyük bir kayıptır. Denetimlerin yeni başladığı yıllarda üreticiler ilaçları hazırlarken kapakla ölçüm yapıyorlardı bugün ise enjekterle çekip çok hassas ölçüyle kullanmaya başladılar. Önümüzdeki günlerde de profosyenel olarak tarımsal ilaç kullanıcılarını eğitime çağıracağız. Tarımsal ilaçlar yasamız AB uyumlu olarak yeniden hazırlandı bu yasanın meclisten geçmesi ile de sadece sertifikalı kullanıcılar tarımsal ilaç kullanabilecek.
Mersin’den dönen patates...
Soru: Zaman zaman Mersin Limanı’ndan geri dönen patatesler olduğu basına yansır ve geçtiğimiz haftalarda da bu tür bir olay oldu. Siz de geçtiğimiz günlerde Mersin’e gittiniz. Bu konudaki sorun aşıldı mı?
Solyalı: Ülkemiz sıcak bir ülke olduğundan phthoriamea operculella dediğiz patates güvesinin üremesi için çok müsaittir. Ülkemizde lida olarak bilinin bu zararlı patatesin kurtlanmasına neden olur. Türkiye’ye ihraç ettiğimiz patateslerimizin zaman zaman geri dönme sebebi bu zararlının Türkiye Karantina Yasası’na göre sıfır toleransının olmasıdır.Yani incelemek için alınan örneklerden bir tanesinde bile bu zararlıya rastlanırsa ayni sağlık sertifikası altında giden tüm ürün geri gönderilir. Hem bu konuda nasıl bir çözüm yolu bulunabileceğini, hem de ağır metal ve GDO analizlerinin üreticiye getirdiği külfetin düşürülmesi için neler yapılabileceğini görüşmek üzere Mersin Zirai Karantina Müdürlüğü’ne bir ziyaret gerçekleştirdim. Bu ziyaretim çok olumlu geçti. Analizler konusunda olumlu gelişmeler olacak. Güve konusu yukarıda da bahsettiğim gibi Türkiye Karantina Yasası’na göre sıfır toleransı olan bir zararlıdır ve bu konuda taviz verilmesi istenemez. Bu her ülkede böyledir yani karantinaya tabi zararlılar ve hastalıkların o ülkeye girmemesi için bu tip tedbirler alınır. Burada üreticiler ve Tarım Dairesi birlikte hareket ederek gerekli tedbirleri almak zorundadır. Üretim ve hasat aşamasında alınması gereken tedbirler konusunda üreticilerin eğitilmesi ve bu zararlı ile entegre mücadele yapılması için çalışmalar başlatmaya karar verdik.
Karantina...
Soru: Pek çok ülkede hastalık ve zararlıların ülkeye girişini engellemek için uygulanan karantina kuralları vardır. Ülkemizde karantina konusunda durum nedir? Bizim ülkemizdeki zararlılarla ilgili bir envanter çalışması var mı?
Solyalı: Karantina Yasası ve bu yasaları uygulamak çok önemlidir. Ülkenizde var olmayan bir hastalık veya zararlı gerekli tedbir alınmadığı için gelirse hem üretiminiz riske girer, hem de bu hastalık ve zararlılarla mücadele etmek için kullanılacak pestisitler insan sağlığına zarar verir. Bugün kulllandığımız yasa fasıl 49 olup (1893 yılı) İngiliz döneminden kalan bir yasadır. AB uyumlu olarak hazırlanmış Karantina Yasası geçtiğimiz ay meclisten geçti ve 2016 yılında yürürlüğe girmesine karar verildi. Bunun sebebi de bu süre içerisinde karantinaya tabi hastalık ve zararlıların envanterini tamamlamak ayrıca bu yasadan etkilenecek paydaşların da gerekli hazırlıkları yapması için zaman tanımaktır.
“1 milyon Euro geri gidecek”
Soru: Karantina Laboratuvarı ne durumda?
Solyalı: Karantina Yasamız meclisten geçti ama henüz bir Karantina Laboratuvarı inşa edemedik. Ben ve bakanlığın diğer yetkilileri, iki yıldan beridir bir arazi bulunması konusunda çok yoğun çaba harcamamıza rağmen bir türlü bize verilebilecek boş bir arazi bulunamadı ve AB’nin çok önem verdiği bu laboratuvarın donanımı için 3 yıl önce ayırmış olduğu bir milyon Euro da bugünlerde bir yer bulup laboratuvar planını çizdirdiğimizi ispatlamazsak geri gidecek.
Soru: GDO konusu son yıllarda gündemde olan bir konu. Ülkemizde bu konuda bir denetim yapılabiliyor mu?
Solyalı: GDO konusunda bir Bakanlar Kurulu kararımız vardır ve bu karara göre çiçek tohumları hariç diğer tohumlardan GDO içermediğine dair o tohumun üretildiği ülkeden belge isteriz. İleriki yıllarda bu analizleri de yapabilecek donanıma sahip olunduğumuz zaman sadece bu belgeler yeterli olmayacak, bunlar aynı zamanda yapılacak analizlerle de teyit edilecek.
Organik tarım projesinde pilot köy Mersinlik
Soru: Organik üretime ve ürünlere hem üreticilerin hem tüketicilerin ilgisi her geçen gün artıyor. Organik tarım konusunda ne tür çalışmalar yapılıyor?
Solyalı: Organik tarım konusunda birtakım projelerimiz vardır. “Organik Tarımın Geliştirlmesi ve Tüketicilerde Farkındalığın Artırılması” konusunda Ege Üniversitesi ile yürüttüğümüz bir projemiz vardır. Bu proje kapsamında Mersinlik köyü pilot köy olarak seçildi ve orada iki yıl süren eğitimlerden sonra organik üretim başladı. Bu ay içerisinde bir hasat şenliği yaparak bu şirin köyümüzdeki organik üreticilerimizle tüketicilerimizi buluşturmayı planlamaktayız. Tabii bu projeden önce de organik üretime inanmış ve gerekli eğitimleri tamamlayarak üretime başlamış üreticilerimiz de vardır. Onlara da gerekli destekleri vererek ülkemizde organik üretimin yaygınlaştırılmasını sağlamak dairemiz ve bakanlığımızın hedefleri arasındadır.
“Kansorejen olduğunu bile bile kullandırdılar”
Soru: Tüm bu anlattıklarınıza ve yapılan denetimlere rağmen hala güven sorunu var. Geçtiğimiz günlerde mecliste bir milletvekili yeterli denetimlerin yapılmadığı, insanlara hormonlu gıdalar yedirildiğini söyledi. Artan kanser vakaları da halkın endişelerini artırıyor. Geçen sene 1231 yerli, 1119 da ithal yaş meyve ve sebzede denetim yaptığınızı, Güney Kıbrıs’ta da yılda ithal ve yerli olmak üzere toplam 650 üründe denetim yapıldığını söylediniz. Ancak kanser vakalarına baktığımız zaman arada büyük fark olduğunu görüyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Solyalı: Bazı milletvekillerinin bile mecliste denetim eksikliği olduğunu söylemesi, üstelik hormon ile pestisitin farklı olduğunu bilmeden söylemesi beni çok üzer. Ayrıca siyasi rant elde edilecek diye tüm üreticileri zan altında bırakması daha da üzer. Böyle bilinen üreticiler varsa direk bize ihbarda bulunabilirler, biz anında denetleriz. Bugün gelinen nokta denetimlerin en top noktasıdır. AB ülkelerindeki kirlilik oranı %3 iken, biz bugün bu rakamın da altına düştük. Tabii bu noktaya gelmek için çok çaba harcadık ve bugün emin bir şekilde konuşabiliyoruz. Ülkemizde denetimler 2004 yılından sonra sıklakla yapılmaya başladı, o da AB ile tanıştığımız yıldır. Ondan önce yıllık denetim bir elin parmakları kadardı. Yani insanımız vücuduna o yıllara kadar çok miktarda pestisit aldı. Pestisitler insan vücudunda azar azar birikir ve bir doza ulaştığı zaman zarar verir.
Güney Kıbrıs’ta kanser vakalarının bizden az olmasını bunca yıllık tecrübemle şöyle değerlendirmek isterim. Bizim bölgemizdeki insanlar ile oradakiler aynı savaşı yaşadı, benzer teknolojik cihazlar kullanırlar, şu anda aynı tarım ilaçlarını kullanılır. Ama yıllar öncesinde bizim onlardan farklı olarak kullandığımız bazı pestisitler vardır ki onlarının etkilerinin bugüne kadar geldiği kanaatindeyim. İnsanların yağ dokularında biriktiği, vücuttan hiçbir şekilde atılmadığı için dünyada 1972 yılında yasaklanan DDT ve BHCli ilaçlar bizde yıllarca kullanıldı. Yasaklanan kimyasalları imha etmek çok zordur. En kolayı bunları geri kalmış ülkelerde kullanıdırılıp tüketilmesidir. Bizim ülkemize de bir şekilde DDT girdi ve üreticilere torbalar dolusu dağıtıldı. Miligramının bile tehlikeli olduğu bilinen bu ilaca 80’li yıllarda insanlarımız patatesleri una bular gibi bulayıp ambarladı ve bu şekilde tüketti. Evlerde her türlü zararlıya karşıda yıllarca bilinçsizce kullandı. Arkasından 1982 yılında Türkiye’den BHC istendi. BHC’nin gönderilemeyeceğini çünkü insan ve çevre sağlığı için çok zararlı olduğunu o dönemin Türkiye Tarım Bakanlığı müsteşarı yazmasına ve buradaki birçok meslektaşımızın karşı çıkmasına rağmen bunlar ülkemize getirtildi ve yine DDT gibi çiftçilere bol bol dağıtıldı. Çiftçiler de bunu tahıl alanlarına bol bol attı. 90’lı yıllara gelindiğinde yapılan analizlerde sütlerdeki BHC oranının çok yüksek olduğu tesbit edildi. Aylarca o konuda eylemler sürdü ama herkes yine de çocuğuna o sütleri içirdi. Bu sadece sütlerde yapılan analizlerdi. Bu ilaçların kullanıldığı yemleri yiyen hayvanların etleri hiçbir şekilde analize tabi tutulmadı. Hayvanların yağ dokularında biriken bu ilaçların hayvanların etleri ve sütleri vasıtasıyla insanlara geçtiğini, anne sütü vasıtasıyla bebeklere geçtiğini, toprakta bu ilaçların parçalanma sürecinin çok uzun yıllar aldığını, parçalanma ürünlerinin dahi kansorejen olduğunu bile bile ülkemize getirtip uzun yıllar kullandırdılar. Bu ilaçların topraklarımızdan ne zaman temizlendiği konusunda bir şey söyleyemem ama bugün olmadığını söyleyebilirm. Yaptırdığımız tüm analizlerde bu ilaçlarla ilgili bir bulguya rastlanmadı.
“Denetimlerde en üst düzey”
Soru: Sonuç olarak insanlara bugün gönül rahatlığıyla taze sebze ve meyve tüketebileceklerini söyleyebilir misiniz?
Solyalı: Daha önce de bahsettiğim gibi bugün denetimlerde gelinen nokta en üst düzeydir. Akridite olan Devlet Laboratuvarı tarafından yapılan analizler sebze ve meyveler yıkanmadan yapılan analizlerdir, çünkü uluslararası kural budur. Buna rağmen kirlilik oranımız bu kadar düşükse, suyla bolca yıkayarak gönül rahatlığı ile sebze ve meyvemizi tüketebileceğimizi söyleyebilirim.