Çok dikkat edildiğini sanmıyorum. Fakat Türkiye adayı bölen 1974 Müdahalesinden söz ederken Garanti Antlaşmasına pek gönderme yapmıyor. Belki işin başında bir kaç kez Garanti Antlaşmasına değinilmiştir ama daha sonraları 1974 Müdahalesi ile Garanti Antlaşmasını pek yan yana göremedik.
Bunun nedeni ilk bakışta basit gibi görünüyor olabilir. Müdahale esnasında ve sonrasında Garanti Antlaşması ihlal edilmiştir, bu yüzden Garanti Antlaşmasına pek değinilmiyordur diye düşünebilirsiniz. Fakat sanırım tek nedeni bu değildir.
Özellikle KKTC’nin ilanından sonra Garanti Antlaşmasına gönderme yapmak iyice imkansız olmuştur. Çünkü adada ayrı bir Türk devletinin kurulması Garanti Antlaşması temelinde hiçbir biçimde haklı gösterilemez. Nitekim ilginçtir, 1960’lı yılların başında Kıbrıs’ta ayrı bir devletin kurulması gerektiğine inanan Dr. Küçük ile Rauf Denktaş, Türkiye’ye gönderdikleri raporlarda böyle bir devletin kurulabilmesi için Türkiye’nin Garanti Antlaşması temelinde adaya müdahale etmemesi gerektiğini söylüyorlardı.
Evet, doğru okudunuz. Türkiye’nin adaya Garanti Antlaşması temelinde müdahale etmemesini istiyorlardı.
Neden mi?
Sorunun yanıtı aşağıda inceleyeceğimiz belgede vardır.
Rauf Denktaş ve Dr. Fazıl Küçük’ün imzasını taşıyan ve Glafkos Kliridis tarafından İngilizce çevirisi yayınlanan 14 Eylül 1963 tarihli belgede son derece ilginç değerlendirmelere rastlıyoruz. Söz konusu belgede doğru bir saptamayla Kıbrıslı Rumların başından beri Zürih ve Londra Antlaşmalarından kurtulmak istedikleri belirtildikten sonra, 1964 yılının “Makarios’un Yılı” olacağı, Başpiskopos’un o yıl içerisinde anayasayı değiştirmeye yöneleceği ileri sürülüyordu. Buna bir tepki olarak da Türk tarafının daha aktif bir politika izlemesi isteniyordu.
Kıbrıs Rum tarafının “iki seçenekli” bir yolda ilerleyebileceği saptandıktan sonra, Makarios’un izleyeceği politikaya bağlı olarak farklı alternatifler öneriliyordu. Kıbrıslı Rumlar Zürih ve Londra Antlaşmaları ile anayasayı doğrudan geçersiz ilan etmeye yönelebilirlerdi veya son üç yılda yaptıkları gibi anayasayı uygulamayarak Kıbrıslı Türkleri azınlık statüsüne düşürebilirlerdi.
Eğer Kıbrıslı Rumlar anayasayı ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye yönelirlerse, yapılacak tek şey kalıyordu: Kıbrıs Türk toplumu kendi kaderini kendi eline alarak ve “engel kalkınca yasak olana geri dönülür” şiarını uygulayarak, Zürih ve Londra Antlaşmalarının dışında bir Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurmak!
Belgede, Kıbrıslı Rumların anayasayı ortadan kaldırmaları halinde Türkiye’nin adaya müdahale hakkı olduğunu ancak bunun “iyi bir şey” olmayacağı ileri sürülüyordu. Çünkü Türkiye’nin Garanti Antlaşmasına dayanarak yapacağı herhangi bir müdahale ancak 1960 statüsüne geri dönmek için yapılacaktı. Yükümlülüğü bu yönde idi ve bu, ayrı devlet hayali gören liderlerin talepleri ile bağdaşmıyordu. Kıbrıslı Türk liderler, Türkiye’nin adaya askeri müdahalesi yerine, Kıbrıs’ta bir “Türk Cumhuriyeti” kurulmasını öneriyorlardı.
Görüleceği gibi, Kıbrıs’ın anayasal düzeninin parçası haline gelen Garanti Antlaşmasının varlığı veya varlığını sürdürmesi, KKTC’yi “yaşatmak” veya gelecekte ayrı bir devlet kurma hevesinde olanların işine hiç gelmez. Çünkü Garanti Antlaşması bu türden şeylere caiz vermez. Böyle şeyler yapılmışsa, örneğin 1983 yılında KKTC ilan edilmişse, bu, Garanti Antlaşmasının yarattığı bir durum değil, bu anlaşmanın çiğnenmesinin yarattığı bir statüdür. Tam da bu yüzden garantörlerin tek taraflı müdahale hakkı Kıbrıs Rumlar ve Yunanistan tarafından kesinlikle kabul görmez. Ocak ayında Cenevre’de yapılacak ve ağırlıkla Garanti ve Güvenlik konularının ele alınacağı konferansa giderken bunu akıldan hiç çıkarmamak gerekiyor.