İnsanlar can derdinde ve kendilerini kurtarmak istiyorlar.
Depremden değil ölümden, yokluktan, cehaletten, denetimsizlikten ve açlıktan kaçıyor, kendilerine güvenli bir ‘ev’ arıyorlar.
Hatay’dan Kıbrıs’a ciddi bir göç var.
İşin insani boyutu önemlidir ancak bunun planlı, kayıtlı, kontrollü olması şarttır.
Öyle olmazsa yine “insani” sorunlar yaşanacak.
Hele hele meseleyi salt “soydaşlık” üzerinden okumak yeni yıkımlara yol açacak.
Bir evde kaç kişi yaşayacak?
Bir köy muhtarı aradı, altı kişilik ailenin yaşadığı iki odalı bir eve, on dört yeni akrabanın geldiğini söyledi.
Böylesi koşullarda “insani” bir yaşam sürdürülebilir olmayacak.
İşin eğitim, sağlık boyutu ve tüm bunların finansmanı var.
Burada en ciddi mesele ülkenin kapasitesini hesaplamak ve göçü bu bağlamda yönetmektir.
En azından gelenleri öncelikle buradaki aile bağlarına ve ikamet imkanlarına göre kabul etmek, yerleştirmek, geri dönüşlerini planlamak şarttır.
Planlamak diyorum savrulmak ya da sürüklenmek değil!
***
“Artçı depremlerden yaşayamaz olduk, okul kalmadı, barınma, beslenme, sağlık, hiçbir şey kalmadı, bunu yapmaya mecburduk” diyor bir depremzede…
Tam bir insanlık dramı bu…
Çok zor…
Ama gerekli planlamalar yapılmazsa Kıbrıs’a göç de çözüm olmayacak.
‘Depremzede Takip Formu’
"Depremzede Takip Formu" oluşturdu, TC Lefkoşa Büyükelçiliği…
Deprem mağduru insanını kayıt altına alırken, ihtiyaçlarını ve taleplerini de saptıyor.
Doğrusunu da yapıyor.
TC Büyükelçiliği bunu yaparken Kıbrıs’ın kurumları nasıl bir sistem oluşturdu?
Kendi evinin içini nasıl planlıyor?
Bilmiyoruz!
***
Kıbrıs en önemli göç sürecini 1974 savaşında yaşadı.
O dönem şöyle bir temel fark vardı.
Yüz elli binden fazla insan kendi evlerinden, iş yerlerinden, otellerinden, tarlalarından ayrılmış, okullar ve hastaneler dahil binlerce bina Kıbrıslı Türklere ayrıca Türkiye’den taşınan nüfusa kalmıştı.
Yüz elli binden fazla nüfus gitmiş, onların bıraktığı yaşam alanlarına seksen bine yakın insan yerleşmişti.
Şimdi belki yüz elli binden fazla insan Kıbrıs’a gelecek ama birilerinin terk ettiği evler, okullar, hastaneler, fabrikalar, tarlalar yok.
O nedenle mutlak yapılması gereken göç sürecini her anlamda yönetebilmektir.
Hem gelen insanlar için…
Hem de burada yaşayanlar…
Binanın tahliyesi için kiracılar ikna edilecekmiş
“Can güvenliği yok” diyor rapor…
Mayıs 2021 raporu da bunu söylüyor, güncellenmiş rapor da…
Kahramanmaraş Depremi sonrası yeni bir “Bilirkişi Raporu” hazırlandı.
Üç farklı inşaat mühendisinin mührü ve imzası var.
“Yapının hiçbir katında depreme karşı can güvenliği performans seviyesi sağlanmadı… Ciddi korozyon tahribatı oldu… Yapı mevcut haliyle can güvenliği açısından tehlike arz ediyor… Derhal güvenli mesafe çerçevesinde mühürlenip kapatılması gerekiyor…”
Uzmanlar söylüyor bunu…
Mağusa’daki ‘Laguna Deniz Yıldızı’ apartmanından söz ediyorum.
Ve halen bu bina kullanılıyor.
***
“Deprem öldürmez, bina öldürür” lafları ne o zaman…
Öyle ortaya konuşmak kolay…
“Riskli yapıları gözden geçirelim…”
“Bilimin rehberliğinde ilerleyelim…”
“Can güvenliği yok” diyor rapor, anlıyor musunuz?
Bir başkasının çürük binalarına bakarak “yıkılsın” demek, hesap sormak, suçlamak, sloganlar üretmek kolay… İş kendi mahallemize geldi mi “ama”, “fakat”, “aslında” gibi sözlerle yaklaşım değişiyor, hesaplar farklılaşıyor.
“Bu araziyi peşkeş çekecekler” lafları ediliyor, binada can güvenliği yokken…
“Bilimin sesine kulak verelim” deniyor ama başka sesler de araya girince işler değişiyor.
***
Gazimağusa Belediyesi’nde toplantı olmuş dün… Vakıflar İnşaat Şube sorumluları, inşaat mühendisleri, başkanlar katılmış… Binanın tahliye sürecinin başlatılması kararlaştırılmış ama önce kiracıların ikna edilmesi gerekiyormuş.
Merak ediyorum, bu şartlarda, bu binada, kimler ikamet ediyor acaba?
Gazimağusa Belediye Başkanı Dr. Süleyman Uluçay, yazımın güncellenmesi ile birlikte şu açıklamayı yaptı: "Bizim açımızdan yapılması gereken ilk aşamada can güvenliğini dikkate alarak buraların kullanılmaması ve bu insanların yaşamlarını devam ettirecekleri yerler konusunda kendilerine liderlik ederek, onları yalnız bırakmamak, sonraki süreci de planlamaktır."
Devletin ismi!
Meclis, “devlet”in adını tartıştı.
Tarihte ismi bu kadar çok olan ama cismine rastlanmayan başka bir yapı yoktur herhalde…
Mizah ustası Aziz Nesin’in meşhur soyadı anısı geldi aklıma…
“1934 yılında soyadı kanunu çıktı. Herkes kendisine soyadını kendi seçtiği için, insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı. En cimriler ‘eli açık’, en korkaklar ‘yürekli’, en tembeller ‘çalışkan’ gibi soy adları aldılar. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için, soyadı yağmasında da hep sona kaldım. Bana ortada böbürleneceğim bir soyadı kalmadığından, kendime ‘Nesin’ soyadını aldım. Herkes ‘Nesin’ diye çağırdıkça, ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.”