Yanıbaşımızdaki iki komşuda, Türkiye ve Suriye’de etkili olan 6 Şubat depremi, bu ülkelerin çeşitli düzeylerdeki yöneticilerinin akıl almaz akılsızlıklarını ve ihmallerini ortaya çıkardı. Kurallara aykırı olarak ve gerçek bir denetim yapılmadan inşa edilen binalar, binlerce insanı yaşamdan kopardı. Aralarında KıbrıslıTürk çocukların de bulunduğu bu masum insanlar, ‘bize bişey olmazcılar’ın, rant peşinde koşanların ve siyasal çıkar uğruna kamu yararından vazgeçip halkın can güvenliğini hiçe sayanların kurbanı oldu.
Uzmanların, yıllardır dile getirdiği uyarılara kulaklarını kapatıp halkın can güvenliği için önlem almayanların, yapılaşma süreçlerinde denetim yapmayanların, bilime sırtını dönenlerin şimdi hesap verme zamanıdır.
Ama bu hesabı vermekten kaçınmak için şimdiden bazı bahaneler üretmeye çalıştıkları da apaçık ortadadır.
Hesap vermekten kaçmak isteyenler, ya depremin büyüklüğünden, kaderden, şansızlıktan dem vurmakta ya da sorumluluğu tanrıya havale etmeye çalışmaktadırlar.
Bu cinayetlerin sorumlularının hukuk önünde hesap vermelerini umuyor ve bekliyoruz.
Ama, Türkiye ve Süriye’de gerçekleşen depremin açığa çıkardığı olumsuzluklardan tüm bölge ülkeleri gibi bizim de önemli dersler çıkarmamız gerekiyor.
Gelecekte benzer bir depremle karşılaştığımız zaman, kendimizi ve sevdiklerimizi koruyabilmek, genç nesillerin sağlıklı bir çevrede, güvenlik içinde yaşamalarını sağlamak görevimizdir.
Bu görev bir yanıyla basit, öteki yanıyla zordur.
Basit olan taraf şudur: Şu anda doğru kararlar vermemizi sağlayacak olan bilimsel düşünce ve yöntemler yaygın bir şekilde toplumun hizmetindedir.
Kamuoyumuz, bir yandan kayıpların acısıyla sarsılırken, öte yandan da bilime bir çıkış yolu olarak dört elle sarılmıştır.
Bugün ve gelecekte güvenli bir çevrede yaşama arzusuna kamuoyunun verdiği güçlü destek zirveye ulaşmıştır.
Yani bugün ve yarında güvenli bir yaşam ortamı için değişim ve değiştirme anındayız.
Rantçıların, dar görüşlü siyasetçilerin, nemelazımcıların, bakar-hallederizcilerin, şimdi olmazcıların, sen bendensincilerin, yani Kıbrıs Türk Mimar Mühendis Odaları Birliği eski başkanlarından Seran Aysal’ın dediği gibi tüm ahlaksızların buldukları en yakın deliğe saklandıkları bir ortamda değişim gerçekleştirilebilir.
İhtiyacımız olan şey, yasa ya da kural değiştirmenin ötesindedir.
Yapılması gereken şey, ülke topraklarının peşkeş çekilmesine dur demek ve her türlü imar faaliyetinin tüm aşamalarında, dar görüşlü siyasetçilerin, rantçıların ve diğer ahlaksızların yaz-boz tahtasına çeviremeyeceği bir denetim mekanizmasına sahip olmak ve bunu kalıcılaştırmaktır.
Uzmanlar, çoğu durumda gerekli yasa ve kurallara sahip olduğumuzu ama bunların kağıt üstünde kaldığını, uygulamaların denetlenmesinde boşluklar bulunduğunu vurguluyor.
Şu anda ülkemizin toprakları, ‘ekonomik kalkınma’ kılıfı altında kara para aklama cennetine çevrilmiştir.
Tarımsal alanlar, eski bataklıklar, kurumuş göletler, dere yatakları ve kıyılarımız yağmalanmaktadır.
İmar faaliyetlerinin boyutuna topluca bakıldığı zaman, bunun toplumun konut ihtiyacıyla, Turizm faaliyetlerinin planlanıp geliştirilmesiyle, altyapı gereksinimiyle, ekonomik kalkınmayla veya benzeri toplumsal hedeflerle ilgili olmadığı çok açıktır.
Sıradan vatandaşlar, ülke topraklarının rantçılaların kar hırsına meze yapıldığını, doğal çevrenin tahrip edildiğini, kendi ülkesinde küçük bir azınlığa dönüştürülmeye çalışıldığını ve tüm bu olumsuzluklar nedeniyle nefes alamaz durumda olduğunu haykırdığı bir ortamda değişim mümkündür.
Ya halkın çoğunluğu sivil toplum bünyesinde gerçekleşecek bir dizi ortak eylemle bu değişimi başaracak ya da meydan, bilime sırtını dönen, rant peşinde koşan, dar görüşlü siyaset cambazlarından oluşan ahlaksız bir azınlık gruba terkedilecektir.
Sivil toplumun ayağa kalkarak parmağını yüzyılın ihmalinden sorumlu olan ahlaksızların üzerine doğrulttuğu bu ortamda değişim gereklidir. Ahlaksızların buldukları en yakın deliğe gizlendiği, sesini çıkaramadığı, bilime yenik düşerek sadece kayıplar için sahte gözyaşı döktüğü bir ortamdayız. O nedenle değişim kolay ve mümkündür.
Ama zaman oldukça sınırlıdır. Bu da görevin zor tarafını oluşturuyor.
Değişimin gerçekleştirilmesi için, ahlaksızların, bilime ve kamuoyunun duyarlılığına yenik düşerek saklandıkları delikten çıkmasına kadar zamanımız vardır!
Bu değişim, sadece geleceği kurtarmak için değil, bugün hayattan zorla kopartılan çocukluk çağındaki kayıplarımıza karşı bir sorumluluk ve onlara verdiğimiz değerin dayattığı bir görevdir.