Yanılmıyorsam 1982 – 1983 Ders Yılı...
Kurtuluş Lisesi’nin orta bölümünde okuyoruz...
Orta sonum...
O ders yılı bitimiyle birlikte orta bölüm adını Şehit Turgut Ortaokulu olarak aldı ve liseden ayrıldı...
Ortaokul voleybol takımının kaptanıydım...
Beden Eğitimi hocamız Yakup Kırmızı...
Elendik...
Çok ağladım...
Yakup hocam o kadar acıdı ki, “Şişko, gel basketbol da oyna” dedi...
Yedek medek idare ettik...
Ve takım şampiyon oldu...
-*-*-
Adana’ya gidilecek...
Uçakla...
Ve oradan da otobüsle Afyon’a...
Okulun parası benim cebimde...
Annem, dayımın pardesüsünü hazırladı ve o pardesünün iç cebine üç ganca taktı...
“Olman da biri elini sokup parayı çalar”dı gerekçesi...
-*-*-
Uzun bir otobüs yolculuğu sonrası Afyon’a geldik...
Lefkoşa’dan bir de kız takımı vardı...
Tek katlı bir binada, ikili, üçlü hatta dörtlü yatakların bulunduğu odalara yerleştirildik.
Eski ama bakımlı bir “koğuş”tu...
Oysa, misafir edildiğimiz yer askeri ordu evine aitti ve yan tarafta, üç ya da dört katlı, çok yeni görünümlü bir bina daha vardı...
-*-*-
Rütbesini hatırlamadığım ama ordu evinin komutanı olduğunu Yakup hocadan öğrendiğim subay, hocamızın mücahit geçmişinden olsa gerek O’na müthiş saygı gösteriyordu...
Adam Yakup hocaya arada bir “komutanım” diye hitap etmekteydi ve bu beni o yaşta bile çok şaşırtıyordu...
Çünkü Yakup hocayı sadece futbolcu, antrenör ve beden eğitimi öğretmeni olarak biliyordum...
Ağabeyi İlter Kırmızı’nın “Bir sır adam” adıyla anıları kaleme alınıncaya, yani bir kaç ay öncesine kadar da Yakup hocanın “sır mücahitliği”nden hiç haberim olmamıştı.
Hocanın neredeyse özel hayatını biliyorduk ama askerliğinden asla konuşmamıştı...
-*-*-
Neyse, daha ilk gün, yerleşeceğiz, Yakup hoca, “şişko gel, yatak odalarını ayıralım” dedi...
Komutan, hoca ve ben, yeni binaların ve yemekhanenin olduğu bölgeden ayrılıp, kalacağımız koğuşlara doğru yürüdük...
-*-*-
Komutan ne dedi ve bu yazıyı neden yazdım?
Komutan Yakup hocaya, üç aşağı beş yukarı şunları söyledi:
“... Yakup hocam, sizleri yeni binada da misafir edebiliriz ama ne olur ne olmaz, bu kalacağınız yer, çok daha güvenli ve çok daha sağlam... Depreme daha dayanıklı... Siz bizim misafirimizsiniz ve sizi en güvenli şekilde ağırlamak bizim boynumuzun borcudur...”
-*-*-
Depreme daha dayanıklı!
Bu ne demekti?
Yakup hocaya sordum; “şişko, her şeyi çok merak etme, bu odalar eski ve kokuyor ama daha sağlam” dedi...
Yerleştik...
-*-*-
Çocuklarımız öldü geçtiğimiz günkü depremde...
Mağusa’nın en seçkin 24 öğrencisini yıkılmak için değil deprem, sert bir rüzgar bekleyen otelin enkazına gömdük...
Ve birden aklıma yukarıda yazdığım anı geldi...
-*-*-
Ve yine aklıma, 10 Ocak 2023 tarihli yeniduzen.com’da ve 11 Ocak 2023 günü Yenidüzen gazetesinde yayınlanan “Hem sahte hem fakir” başlıklı yazıda dile getirdiklerim de geldi:
Özeti şöyle:
“... Okul sporları öldü!
Ölür tabi ki!
Teşvik yok, istek yok, heyecan yok!
Bu konuda da “hamaset” suçlu bence!
... Paraları yok!
Kendileri her ne kadar da helaya atla gidiyor olsa da, ayranları kalmadı!
Ve söyleyemiyorlar!
Utanıyorlar “fakiriz” demeye!
“Anavatan maaşlarımızı ödedi” diye yalana başvuruyorlar ama çocuklarımızı Türkiye’ye gönderecek “harçlık”ları bile yok!Hemen anlatayım…
Beş yıl önce, şampiyon olan okulumuzun sporcularına kelle başı 250 TL veriliyordu!
Şu anda da aynı ödeme yapılıyor!
250 TL kelle başı!
Ve her sporcuya, TC devleti de 200’er TL veriyor!
Yani kelle başı 450 TL!Bu parayla çocuklar hem konaklayacak hem de yemek yiyip - su içecek!
Sizce yeterli mi?
Yeterliyse buyurun söyleyin!”
-*-*-
Türkiye şu anda Afyon’da 1982 – 83 yıllarında ordu evi komutanı olan subay veya subaylar gibi düşünebilenler tarafından yönetilmiyor...
Ve bizimkisi gibi fakir ülkeler ise ne yazık ki, en ucuza nerede kalırızın hesabını yapmak zorunda...
İnsan mısınız?
Rant nedir?
En basit tanımıyla rant, “emek harcamadan elde edilen kazanım”dır…
-*-*-
Sürekli “rant” düşünen ve bunu dincilik ya da milliyetçilik kılıfı ile örten zeka, ne Türkiye’yi ne de yavrusunu bir yere götürür!
-*-*-
Siyasetin özellikle sağ kanadında “sürekli rant heyecanı” var ve bu heyecan, faşizmle birleştiği zaman, “iktidarda kalmak için her yolu mübah sayma” anlayışından hiç vazgeçilmiyor…
Hedef hizmet değil, hedef rant!
-*-*-
Ve kimse sorumluluk almıyor!
“Doğal bir afet bu, niye sorumluluk alsınlar ki!” diyenler olacaktır…
“Devlet elinden geleni yaptı ve yapıyor” da denilecek, eminim!
-*-*-
“Kader, yazıldı ve oldu” diyenlerin de az olmadığına inanıyorum…
-*-*-
Ama en azından biri çıkmalıydı ve demeliydi ki, “… Çaresiz kaldık”…
Demediler!
Mesela bizden kimse, “18 saat sonra oraya ulaşabildik” açıklamasını yapmıyor…
-*-*-
Evet, kesinlikle çaba harcandı, mutlaka bir şeyler yapıldı ama “… Evet, binaları kontrol edemedik, demirden ve çimentodan çalanları saptayamadık, onlara göz yummuş olduk” denebilirdi.
Denmedi!
Denmiyor!
-*-*-
KKTC mi?
KKTC’nin Dışişleri Bakanı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden bir şişe su dahi yardım gelmemesi için canını yiyor!
KKTC’nin Dışişleri Bakanı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yardım ekibinin, AB çatısı altında da olsa yardıma gitmesini engellemek için uçağa binip, Ankara’ya gidiyor…
Ve Ankara, “artık yabancı kurtarma ekibine ihtiyacımız yok” demek zorunda kalıyor…
Romanya üzerinden yardıma gitmek için yola çıkan Kıbrıslı heyet geri dönüyor…
-*-*-
Utanıyorum!
İğreniyorum!
-*-*-
Bir de bazıları var ki, bana veya bize, “böyle zamanda siyaset yapılmaz” diye ders vermeye kalmıyor mu?
Siz insan mısınız?
Ha!
İnsan mısınız?
Ne yazacak cümle kaldı, ne konuşacak söz Mağusa!