Yerel seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından beş gün geçmesine karşın “İÇ KAVGALAR” gündemden düşmedi…
Olayları “paparazileştiren” medyamızın keyfi yerinde…
Partilerde yaşananları, “survivör” heyecanı ve merağıyla izleyen vatandaş da keyifli…
Ve elbette en keyifli kesimlerin başında “Ben söylemiş/timci” büyük(!) yorumcular, köşe yazarları geliyor…
Körlerin fili tarifini andıran yüzlerce yorumla meseleyi çoktan çözmüş arkadaşlar:
"Toplumsal değişimin ayak sesleri"; "Halkın Apolitik zaferi", “Sisteme isyan”; “Eroğlu’nun zaferi…” gibi “derin tahliller” uçuşuyor havada…
Benim “özet teşhisim” de kısa (ve olan biteni açıklamak için yetersiz): Herkes için Pirus Zaferi..*
Tüm partilerde yükselen öfkenin; şiddete varan “iç hesaplaşmanın” ana nedeni de budur bence… Kaybedenlerin, kendi dışındaki herkesi suçlaması, doğal bir savunma mekanizmasıdır elbette; tıpkı “zaferi herkes paylaşırken; yenilgide başkalarını suçlama refleksi” gibi…
Yerel seçim sonuçlarını, "yerel etkenleri ve ayrıntılı oy oranlarını" göz ardı ederek anlamaya çalışmak ne kadar anlamsızsa; Anayasa referandumuna çıkan HAYIR’ı da “Sistem Karşıtlığı”na yormak o kadar yetersizdir…
CTP’nin kırsal kesim ve varoşlardaki belediyelerde ezici bir üstünlük sağlayıp; genel oy oranında birinci parti olmasına karşın elindeki üç kent belediyesini kaybetmesinin nedenlerinden tutun da; Lefkoşa’da seçmenin yarıya yakın kesiminin sandığa gitmemesini; “Nazlı ittifak” moduna giren UBP ile DP’nin (saray destekli bağımsız adayların kazanmasını saymazsak) ciddi bir kan kaybına uğramasını birkaç cümleyle açıklamak olası mı?
Harmancı’nın genç ekibi ve kendi hanesine (kısa bakanlık döneminde gösterdiği sağlam duruş ve çalışkanlığıyla) yazılması gereken başarıyı, kendine yontmaya çalışanların “tahlilleri” ne kadar sağlıklı?
Katı, merkezci, lider odaklı particilik anlayışını; bayraklı/pankartlı mitinglerle propaganda yöntemini; gerçeklerden uzak “vaatler” ve başka yöntemlerle “Oy satın alma” çabalarını parmağımızın arkasına saklanmadan konuşmanın zamanı gelmedi mi?
Hükümette devletin bürokratı; muhalefette memur sendikası sözcüsü ikileminden kurtulup; barış, demokrasi, toplumsal-kültürel gelişme odaklı (sistem dışı) mücadele anlayışı yeniden hatırlanabilecek mi?
Bu soruları daha da çoğaltıp; soğuk kanlılıkla yanıtlar aramazsak; sağlıklı çıkış yolları bulmak ne kadar olası ?…
Bu yılın ilk yazısındaki (Artık Doğruları Konuşalım, 04-01-2014) giriş paragrafıyla sonlandıralım (şimdilik) yazıyı…
Acıları, sevinçleri, umut ve düş kırıklıklarıyla bir yılı daha geride bıraktık…
Siyasi ayak oyunlarına adapte olamayanlarımız, yeni yıla “ya hükümet bozulursa!..” endişesi içinde girdi… (benim böyle bir endişem olmadığını, bir önceki yazımdan anlamışsınızdır.)
Hükümetin küçük ortağı(baş muhtarla dayanışma içinde), ilk günden itibaren kriz ve türbinlere oynamayı marifet sayarken; büyük ortak mehter adımlarıyla yürümekte görüyor çareyi…
TC’nin dayattığı “Ekonomik Paket”te, İlahiyat Koleji’nde, Kıb-Tek’te, Polis Genel müdürlüğü’nde ve UBP kurultayı istihdamlarında hep aynı senaryo yaşandı…
Giderek derinleşen ekonomik kriz ve “Çözüm süreci” için de farklı şeyler söyleyemeyiz…
Temmuz’da, tüm bölgelerde genel seçimi birinci sırada kazanan CTP, siyasi tarihi boyunca hiç bu kadar edilgen pozisyonda olmamıştı…
Hükümet ortaklığı yaptığı her dönemde, sendikalar ve sivil toplum örgütleriyle “düşman kardeşler” olmayı beceren(!) CTP; muhalefet/iktidar çelişkisini bir türlü aşamayıp, tutarsızlıkların sergi salonu olmaya da alışmış görünüyor…
Bu edilgenlik, elbette ki CTP’ye özgü değil… Muhalif partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri ve toplumun geneli de çoktandır bu hastalıktan muzdarip…
(Konuyla ilgilenenlerin bir de, 02-11-2013 tarihli, “CTP’nin neye gereksinimi var?” başlıklı yazımı yaniden okumalarını öneririm…)
* Pirus zaferi, yıkıcı büyüklükte kayıplar pahasına kazanılan bir zafer. Kazanan tarafın başka bir zafer kazanamayacak kadar fazla yıprandığı imasını taşır.
• Bir hafta boyunca yurt dışında olacağım. 19 Temmuzda buluşmak üzere…