Kayıplar Komitesi yetkililerine bazı Kıbrıslırum şahitlerle birlikte Yipsu’da (Akova), Lisi’de (Akdoğan) ve Kukla-Galopsida arasında (Köprü-Çayönü) bazı olası gömü yerleri gösterdik… “Akova’da ilkokulun arkasındaki bir kuyuya 10-15 yaşlı Kıbrıslırum gömülmüş…”
29 Mart 2019 Cuma sabahı erkenden, saat 08.30’da Kayıplar Komitesi’nin iki genç araştırma görevlisi Sıla Murat ve Angeliki Anthusi beni Lefkoşa’daki evimden alıyorlar ve birlikte Derinya geçiş noktasına gidiyoruz – buradan bir Kıbrıslırum şahidi alacağız…
Sıla’ya buraya nasıl gidileceğini tarif ediyorum… Bugüne kadar Derinya Kapısı’na hiç gitmemiş olduğum için, bir gece önceden Mağusa’dan değerli arkadaşımız Serdar Atai’yi aramış ve ondan buraya nasıl gidebileceğimizi öğrenmiştim… Ancak Sıla “Daha dün buradaydım, bazı tabelalar görmüştüm Derinya kapısına gidişi gösteren, yolu biliyorum” diyor… Ancak kısa süre sonra kayboluyoruz ve anayola dönerek Serdar Atai’nin tarifi üzerine Derinya Kapısı’nı bulmaya çalışıyoruz…
Serdar Atai bana “Mağusa belediye binasını bulacaksınız” demişti, “ondan sonra da dikenli telleri izleyiniz, dikenli teller boyunca aracınızı sürünüz, bu teller sizi Derinya’ya götürecektir” demişti…
Serdar Atai’nin dediği gibi dikenli telleri izleyerek ilerlemek çok tuhaf geliyor bana ve gerçekten de içimde bir bulantı başlıyor… Dikenli teller boyunca Kıbrıs’ın bir zamanlar hayat dolu güzel evlerini görüyoruz, şimdi sanki birer hayalet gibi duruyorlar – bazılarının pencereleri yok, kimilerinin kapıları yok, çoğu iki katlı olağanüstü güzellikte evler bunlar… Ara bölgede kalmışlar – burası Maraş… Çocukluğumun, genç kızlığımın sahillerinde geçtiği o güzel yer, şimdi tam bir hayalete dönüşmüş… Duvarlardaki boyalar solmuş ve tam da Kıbrıs’ın o güzelim sarısına dönüşmüş: Ohronun bütün tonları, açık sarılar, açık turuncular duvarlarda öylece duruyor… Bunlar Maraş’ın evleri, savaş burayı vurduğu zaman telaşla terk edilmişler, burada yaşanmış olan korkunç acılara şahitlik eder gibi öylece duruyorlar 45 yıldır… Tüm bu evlerin sahipleri, kendi adalarında göçmen durumuna düşürüldüler – ve bu evleri yakından gördüğümde, bir insan olarak neden bu evlerin sahiplerine tamir edilip, boyanıp yeniden bu kente hayat gelmesi için geri verilmediğini anlamam mümkün değil – Maraş’a hayat geri gelebilir bu evler sahiplerine geri verilirse, gülmeleri, ağlamaları, yıldızlara bakmaları, çalışmaları, çocuk sahibi olmaları, denize gidip yüzmeleri ve bu adada daha güzel günler için düşler kurmaları mümkün olabilir Maraş geri verilirse sahiplerine…
İlerledikçe utanç ve öfke duyuyorum, üzüntü duyuyorum, tüm bu güzel, terk edilmiş evleri gördükçe… Evlerin az ilerisinde denizi görebiliyoruz, Akdeniz’in mavisi ışıldıyor… Bir balkonda kaktüsler çiçek açmış, başlarını aşağıya uzatmışlar… Her taraf yemyeşil, sapsarı çiçeklerle dolmuş… Buradan fotoğraf çekmeyi çok isterdim ama çekmiyorum çünkü buranın adı “Askeri bölge” ve eğer fotoğraf çekersem tutuklanabilir ve “askeri bölge fotoğrafı çekti” gerekçesiyle mahkemede yargılanabilirim… Pek çok yerli ve yabancı gazeteci bu yüzden tutuklanıp yargılanmış zaten…
Derinya askeri plajını da görüyoruz, burası yaz aylarında sivillere açık ancak buraya girebilmek için Kıbrıslıtürk olmanız gerekiyor – hiçbir Kıbrıslırum’un bu plaja adım atıp da yüzmesine izin yok… Tekrar utanç, öfke ve bulantı duyuyorum ve imkansız bir soru fırlayıp çıkıyor ortaya: Neden? Neden birbirimizi “görünmez” kılmakta bu kadar hevesliyiz? Neden normal, uygar insanlar gibi davranıp birbirimizi ezmek ve yeryüzünden silmek için çaba göstermek yerine, birbirimize uygar biçimde davranamıyoruz? Neden mantığın ve pragmatizmin hayatlarımızda yer etmesine izin vermiyoruz? Neden olmadığımız bir şeymiş gibi davranıyoruz? Neden “mış” gibi yapıyoruz? Neden birbirimizin acısını ve ızdıraplarını hissedemiyoruz, neden empati kuramıyoruz? Maraş’ı bu şekilde bırakmakla ne kazandık? Bu şekilde çürümesine, binaların ufalanmasına izin vererek, bazı insanların bu evlerin duvarlarındaki fayansları bile söküp çalarak bunları satmalarına izin vererek ne kazandık? Ne geçti elimize? Bir Kıbrıslıtürk sivil eylem grubu olan Mağusa İnsiyatifi yıllardır Maraş’ın açılması, sahiplerine geri verilmesi için mücadele ediyor, kampanyalar yürütüyor… Yüzlerce eylem yaptı, yüzlerce bildiri yayımladı Mağusa İnsiyatifi, Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar olarak Maraş’ın sahillerinde, buradan çok uzak olmayan bir yerde eylemler yaptı, bu adada barış isteyen Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın bu isteğini yansıttı… Buradaki renkler o kadar olağanüstü ki akşam Lefkoşa’ya eve döndüğüm zaman yakın arkadaşım ressam Nilgün Güney’i arayıp ona duvarların rengini, kaybettiğimiz Kıbrıs’ın rengini, bir hayalet gibi duran Maraş’ın rengini anlatacağım… Nilgün Güney’in resim-sanat stüdyosu öğrencileri Mağusa’ya ziyarete gitmek istiyormuş…
“Öyleyse onları Derinya’nın tellerine götür, bu binaların skeçlerini çizmelerini iste… Fotoğraf çekemiyorsak bari resimlerini yapsınlar” diyorum Nilgün’e…
“ΑΜΜΟΧΩΣΤΟΣ, ΜΙΑ ΑΤΕΛΕΙΩΤΗ ΙΣΤΟΡΙΑ” adlı Maraşlılar’ın sosyal medya grubundan fotoğraflar indiriyorum… Terkedilmiş evinin fotoğrafını koymuş bir kadın ve bir şiir yazmış… “44 yıl önce bir rüzgar koparıp aldı bizi… Evimiz, annem… Oturma odasında kim yürüyor? Deniz içeriye girdi… Niki Teyze fotoğraf albümünü almak istiyordu, ısrar ediyordu… Ona “Geri döneceğiz, geceye kalmaz geri döneriz” diyorduk… Bilseydin, bilseydik… Deniz, seni özlüyorum… Özgürlük, seni özlüyorum…” diyor…
Dikenli telleri izleyerek Derinya geçiş noktasına gitmek, yurdumuzun derisini parçalamış ve çok derin bir yara izini takip etmeye benziyor… Savaşın açtığı yara bu… Geçmişin yarası… Güzelliği tırmalamış ama yok edememiş…
Derinya’dan ve Maraş’tan da pek çok “kayıp” var ve yıllardır bu bölgelere ilişkin pek çok yazı kaleme aldık, okurlarımızın bildiklerini paylaşmaya çalıştık… Pek çok gömü yerinden söz ettiler… Ancak bugüne kadar bu alanda herhangi bir ilerleme kaydedilemedi – “Derinya’nın gözyaşları” başlıklı yazı dizimde sözünü ettiğim, bu bölgede kadınların ve çocukların katledilmesine tanık olan bir şahidimiz, bu alanda yer göstermek istedi… Herşey ayarlanmış olduğu halde, son anda şahidimizin Derinya’ya/Maraş’a Kayıplar Komitesi eşliğinde girerek olası gömü yerini göstermesine “izin” verilmemiş askeri makamlar tarafından… Ondan sonra da bu işin takibini yapan oldu mu, olmadı mı, bilemiyorum… Kendisi çok büyük bir travma yaşamış olan, katliamdan sağ kurtularak kaçan ve yine katliamdan sağ kurtulan ablasını bulmaya giden o genç çocuk, yaşadığı tüm travmalara karşın olası gömü yerini göstermeyi kabul etmişti oysa… Ama Kıbrıs’ta bu işler hep böyle: Neyin önemli, neyin önemsiz olduğu hakkında sanki “fikrimiz yokmuş” gibi davranmayı seviyoruz, insanların kalbini kırdığımızda, onları düşkırıklığına uğrattığımızda “önemsizmiş gibi” yapmayı da seviyoruz… Egomuz, her şeyin önünde koşturuyor ve gerçeğin açığa çıkmasına izin vermiyor… Derinya’nın “kayıpları” ise bulunmayı bekliyor – ortada bilgiler, şahitler, olası gömü yerleri olduğu halde… Bir başka baharı bekliyor, bir başka yazı, bir başka kışı… Çürümeye terk edilmiş bedenler, çürümeye, toprağın altında oldukları yerde ufalanmaya… Kalbimizde bir damlacık sevginin, bir damlacık empatinin ışıldamasına izin vermiyor “milliyetçilik” ve “sınırlar” ve dikenli teller… Bir anne, burada öldürülmüş ikiz evlatlarının bulunmasını bekliyor… Annesinin, babasının bulunmasını bekliyor… Görümcesinin ve onun evlatçıklarının bulunmasını bekliyor… Hristalla’nın gözyaşları, Derinya’nın gözyaşları akıp gidiyor, kimsenin umurunda olmuyor… Sanki burasının bizimle alakası yokmuş gibi davranıyoruz… Umursamıyoruz… İnsani acıları kavrayıp iyileştirmekte hevesli olmuyoruz… İster Kıbrıslıtürk, ister Kıbrıslırum olsun, bu umursamazlık her yana siniyor… Çok şükür hem Kıbrıslıtürk, hem Kıbrıslırum okurlarımız insaniyetlerini gösteriyorlar tüm bu umursamazlığın ortasında… Bu yaraları iyileştirmeye çalışıyorlar… Bildiklerini paylaşıyorlar… Derinya bir başka kışı, bir başka yazı beklese de, okurlarımız beklemiyor ve konuşuyor, anlatıyor, tarif ediyor…
Şahidimizin gelmesini bekliyoruz Derinya geçiş noktası park alanında… Nihayet geliyor ve birlikte Yipsu’ya (Akova) gidiyoruz – Yipsu, Lefkonuk yakınlarında bir köy…
POLITIS gazetesinde Yipsu’da (Akova) Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslırum mezarlığında kazı başlatmış olduğunu okuyunca derhal aramıştı beni bu okurum.
“Hayır, hayır, hayır!” diyordu… “Kazmaları gereken yer orası değil…”
“Nereyi kazsınlar?”
“Okulun dışındaki bir kuyuyu kazmalılar… Oraya 10-15 kadar yaşlı Kıbrıslırum’u gömdüydüler…”
Okurum İngilizce konuşamadığı için arkadaşım “kayıp” yakını Hristina’ya onun telefonunu veriyorum ve Hristina onu arıyor…
“Bize bu kuyunun yerini gösterir misin?” diye soruyor Hristina okuruma…
“Tabii ki gösteririm… Daha önce kimse benden böyle bir şey istemedi. Siz isterseniz, hemen gösteririm…”
Bunun için işte bugünü ayarladım, Kayıplar Komitesi’nin genç araştırma görevlilerinin bizimle gelmesini ayarladım ve Derinya’dan Akova’ya doğru birlikte yol alıyoruz…
Yipsu (Akova) aslında Maraş’tan çok da farklı bir durumda değil… Çok güzel Kıbrıs evleri, 1960’lı yılların Kıbrıs’a özgü çok güzel binaları çürümeye terk edilmiş…
Sıla’yla Angeliki’ye dönerek “Bu köyü neden Kıbrıslırumlar’dan aldılar ve onları buradan kovdular ki?” diyorum, “Bu şekilde çürümeye terk etmek için mi yaptılar bunu?”
Evler ve binalar 1974’ten beridir hiç boyanmamış! Pek çok evde orijinal kapıları, pencereleri görebiliyorsunuz – bunlar artık üretilmiyor bile… Köyün içindeki kilisenin tepesinde bitkiler, çiçekler büyümüş, duvarlardan bitkiler fışkırıyor…
Buradaki renkler, Maraş’taki evlerin renginden daha farklı…
Burada mavimsi bir gri hakim – eski duvarlar solmuş, iyice solmuş… Tıpkı bu adadaki barış ve uzlaşma umutlarının solmuş olduğu gibi, tüm bunların canlandırılması ve hayata döndürülmesi için yeni bir enerji gerekiyor…
DEVAM EDECEK