Simge Çerkezoğlu
Dervişe Güneyyeli Kutlu ile yollarımız edebiyatla kesişti. Birbirimizi tanıdıkça aynı yıl ve aynı gün doğmuş olduğumuzu fark edip rastlaşmamızın bir tesadüften öte olduğuna karar verdik. Edebiyata şiir yazarak başlayan Kutlu, zaman içinde öyküler de yazmaya başladı. Doğu Akdeniz Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesinde Yeni Türk Edebiyatı üzerine yüksek lisans da yapan Dervişe, Mağusa’da yaşıyor ve edebiyat öğretmenliği yapıyor. Kutlu’nun öğrencilerinin çok şanslı olduğu kanısındayım ve keşke her edebiyat öğretmeni, onun kadar edebiyata gönül vermiş olsa diyorum…
İLK KİTAPLAR NEFES VE TÜTSÜ…
Dervişe Güneyyeli Kutlu’nun ilk kitapları Nefes ve Tütsü’ydü. Yazar söz konusu kitapların içeriğini mistik olarak tanımlıyor.
“Tütsü aslında bizim kültürümüzü anlatan, zeytin dalı ile tütsülenmeye gönderme yapan. İlk kitabımdı. Edebiyat hayatıma girişe nazar değmesin diye bu ismi bulmuştum. İkinci kitabım aslında çocuklar için masal kitabıydı. Mevlana’nın Yedi Öğüdüne Masal isminde… Yedi öğüt üzerine yedi masal kurguladım. İkinci baskısı da tükendi. Nefes de Tasavvuf’tan esinlenerek isimlendirdiğim kitabımdı. Hem nefse, hem de egoya gönderme yapıyorum. Benim nefesimden dünyanın nefesine gönderme yapıyorum. Bu kitap sadece şiirlerden oluşmuyor. Öykülerden ve dans fotoğraflarımdan da oluşuyor.”
Tabii Dervişe Kutlu’nun kitapları sadece mistik değil… Satır aralarında Tasavvuf’tan izler de okunuyor. Tasavvuf’un hayatına ve yazılarına nasıl girdiğini yazardan dinliyoruz.
“Esas olarak Tasavvuf hayatıma ismimden dolayı girdi. İsmimle önceden çok kavgalıydım. İsmim neden Rüya ya da Yasemin değil diyordum. Bir gün Elif Şafak’ın Pinhan isimli kitabını okudum. Kitapta bir gencin içindeki kavga, kendini buluşu ve kendiyle barışması mistik ve Tassavuf’dan yola çıkarak anlatılıyordu. Ben bu kitapla kendi ismimle tanıştım. Zamanla Tassavuf’u daha fazla incelemeye, üzerine kafa yormaya ve onunla yoğrulmaya başladım. Bu durum hala devam ediyor. Bu durum edebiyatıma da yansıyor.”
YENİ KİTAP “KARALİÇE VE SONRA”
Karaliçe ve Sonra sanki dişi ağırlıklı karakterlerin öyküleri gibi…
“Doğrudur bu kitaptaki öyküler dişi ağırlıklı. Sadece ilk öykü Matador’da bir kadın ve bir erkek var. Ancak ikisi de eş değerde görünüyor. Bu öyküde erkeğin farkındalığını artıran bir deneyim yaşanıyor. Diğerlerine baktığımız zaman ise genel olarak dişil ağırlıklı diyebilirim.
Belki de bu yüzden kitabın adı Karaliçe ve Sonra… Dilimin ucuna her ne kadar kraliçe ifadesi gelse de…
“Bu ismi içimizdeki karanlık yanı düşünerek kara kraliçeden türettim. Öyle bir kelime yok ama kitap çıktıktan sonra içinde bu kelime geçen bir yazıya denk geldim. Aslında bir öğrencim bir dans gösterisinde benim simsiyah giyinmemle ilgili, “karaliçe gibisiniz” yorumunu yapmıştı. Ben de ona bir dahaki kitabıma bu ismi vereceğimi söylemiştim. Çok hoşuma gitmişti. Kitapta Karaliçe isimli bir de öyküm bulunuyor. Bu ismin kitaba çok yakıştığı kanısındayım. İçimizdeki karanlık yan ve sonrasını anlatıyorum. İçimizdeki karanlıkla yüzleşme, dibi yaşama ama esas olarak ilgilendiğim ise sonrası…”
Kitapta benim için esas olan yüreğimin arındırılmasıdır diye bir ifade var… Burada aklıma yazmanın da bir arınma olduğu fikri geliyor.
“Yazmak benim için her şeyden önce kendimle yüzleşmek ve farkındalık kazanmak adına atılan adımlar anlamına geliyor. Bunun yanında yazmak benim için kendimle yüzleşmenin ve arınmanın da yöntemi. Bu şekilde kendi deneyimlerimi edindim. Ben buyum. Yolum budur. İçimde karanlıklar ve aydınlıklar var. Esas olan deneyimlerimden bir şeyler sunabilirsem ve başkasının farkındalığına bir nebze dokunabilirsem benim için esas değerli olan bu olacak. Hani Orhan Pamuk’un bir sözü var; “bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” Bazen bir kelime, bir cümle bir insanın hakikaten düğüm olmuş problemine cevap olabiliyor. Okuduğumuz kitaplarla belli farkındalıkları da yaşayabileceğimizi düşünüyorum.”
“KİTAPTAKİ ÖYKÜLER İKİ BÖLÜME AYRILIYOR”
Bir okuyucu olarak kitaptaki öyküleri iki gruba ayırdım, bir grup biraz daha ruhani diğerleri daha fani gibi. Dervişe Kutlu bana çok gülüyor ve kendince yaptığı tanımı paylaşıyor.
“Ben öykülerimi daha derin ve sığ gibi gruplara ayırıyorum. Bazıları o kadar derin ki okuyucu anlamakta zorluk bile çekebilir. Anlatılanlar doğrudan açık ve net söylenmemiş ve cümlelerin ardına saklanarak edebi bir dille okuyucuya ulaşmıştır. Bazıları ise bilindik, kurgusal, merak uyandıran ve sürükleyici öykülerdir… O yüzden ben derin ve sığ ayrımı yaptım. Öykülerimde biraz da ben varım. Benim de hayatta derinliklerim ve sığlıklarım var. Ben hem dünyevi olarak varım hem de bir ruhaniyetim mevcut. Tekdüze bir insan değilim. O nedenle de öykülerime de bunu yansıttım. Fark ettiğin gibi ben öykülerimi gruplara ayırmadım. Bu değişken durumu öykülerin içine yedirdim. Bu durum okuyucuların da inişli çıkışlı bir serüvene katılmasına olanak sağlıyor. Okurlar belli noktalarda derinlikte boğulurken daha hafif öykü ile nefeslenip yeniden dibe vurması mümkün oluyor.”
Kitaptaki en favori öyküm Çıngı… Ateş parçası ve kıvılcım anlamına gelen Çıngı’yı kendi yorumumla çok beğendiğim. Bu öyküyü bir de yazarından dinliyorum…
“Bir kişinin içindeki gitme ve kalma dürtüsü… Etrafımızda 25 yaşında ölen ancak 75 yaşında gömülen insanlar var. Hayallerini ve beklentilerini unutan, her şeye boş veren ama içini öldüren insanlar var. Etrafımızda bu tip insanlar çok. Kendine yabancı hayatlar yaşayan insanlar da çok. O yüzden bu ülkede kaos var. İçinde bulunduğu yaşamı benimsemeyen, hayallerini gerçekleştiremeyen ve istediği yolda ilerleyemeyen çok insan var. Bence bu ikilemi çok insan yaşıyor. O nedenle bu öyküyü yazdım. İki sayfalık bir öykü ama derinliği olan ve üzerine çok uzun konuşabileceğimiz bir öykü.”
‘KARŞILIKLAR’ ÖYKÜSÜ
Dervişe Kutlu da yazdığı öyküler arasında en beğendiğini bizimle paylaşıyor.
“Benim için her öykümün tadı farklı. Ben en çok Karşılıklar öyküsünü beğendim. Sanırım en çok araştırmayı, çalışmayı, kurguyu ve altyapıyı onun üzerinde çalışarak yaptım. Tasavvufta nefsi arındırmanın yedi merhalesi var. Bu yedi merhaleyi Kıbrıslı bir ressam olan Kadim’inin çizdiği resimlere ve renklere böldüm. Kadim’in resimlerinde kendi ile yaptığı yüzleşmeyi de her bir merhaleye denk getirdim. Çok araştırdım. Kitabın kapağını da çizen ressam arkadaşım İpek’ten bilgiler aldım. Resimde katmanlar nasıl oluşturulur? Bunları bir cam parçasına nasıl yapıştırabiliriz? Olur mu? Olmaz mı? Çok emek verdim. Üzerine bir de Tasavvuf ve Kadim’in yüzleşmesi eklenince bana öykü çok keyif verdi.”
Son olarak yazara bundan sonraki planlarını ve edebiyat serüveninin Tasavvuf’la devam edip etmeyeceğini de sorarak sohbetimizi sonlandırıyorum.
“Kendime belli bir çizgi belirlemiyorum. Yazmak benim içsel yolculuğum. Bu yolculuk beni nereye götürürse oraya gidiyorum. Kendime belirli etiket de koymuyorum. Gerçi ismim duyulduğu zaman okuyucularım hemen Tasavvuf diyor ama o benim ruh yanım. Bir de dünya yanım var. Öykü ve şiirlerim bazen ikisinin karışımı bazen de tamamen dünya ilişkin veya mistik oluyor. Kafamda şu an iki proje var. Şiirlerime de çok ara verdim. Dosya halinde hazırlar ama Karaliçe daha çok yeni. Bir de şiirlerimin demlenmesini çok seviyorum. Bilinçli olarak araya zaman koyup yeniden yazdıklarımın üzerinden gidiyorum. Hazır öykülerim de var ama hangi kitap daha önce çıkar bilemiyorum. Söz konusu öyküler biraz daha Kıbrıs kokan biraz daha tarihi öyküler.”