“Dev adamın altın kalbi, abi-kardeş sohbetlerimiz... Bunları nasıl unuturum?”

Sevgül Uludağ

Kıbrıslı barış aktivisti değerli arkadaşımız Panos Harçotis’in geçtiğimiz günlerde hayatını yitirmesi ardından, onun değerli Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum dostlarından onun hakkında birkaç satır yazmalarını istedik. Panos’un değerli arkadaşı Evren Özbir de bizi kırmayarak şöyle yazdı:

“Yıl 1999... Karşımdaki dev  adam, bana Türkçe “Merhaba ben Panos.” diyor. Ben İngilizce “Memnun oldum.” diyorum ve ekliyorum: “Üzgünüm ama ben Rumca bilmiyorum. Elindeki küçük kitabın içine bir şeyler yazıp bana uzatıyor: “Evren arkadaşıma sevgilerimle...”

Tanışmamız ve ondan aldığım ilk hediye Yunanca-Türkçe, Türkçe-Yunanca sözlük. Karşımdaki bu dev adamın altın kalbi ile o gün tanışmış oldum. Sonrası ailece görüşmelerimiz, birlikte içtiğimiz Efesler ve abi kardeş sohbetlerimiz... Bunları nasıl unuturum?

Her dertleşmemizde o güzel yüreğinle beni kesmeden dinleyişlerin, bana anlattığın hikayelerin, şiirlerin ve düşünüp de bir türlü gerçekleştiremediğimiz ortak bir şiir kitabı çıkarma projemiz... Böylesi güzel bir insanı kaybetmenin acısı tazeyken  bu yazıları yazmakta zorlanıyorum ve bunları yazarken de gözyaşlarıma hakim olamayacağımı biliyorum. Onu öyle kelimelere, satırlara sığdırmak o kadar kolay değil ki! O kadar sevgi dolu, o kadar insancıl, barış dolu yüreği ile tanışmış ve onu tanımışsanız inanın ki en şanslı insanlardansınız.

Hep konuşurduk ve ben derdim: “Benim ümidim kalmadı Panos.” O da beni düzeltirdi: “Olacak arkadaşım, olacak! Bir bütün olarak göreceğiz bu adayı.” Ya da eklerdi: “Biz göremeyeceğiz, ama olacak bir gün” diye.

Sen şimdi gittin ya arkadaşım, umarım sendeki bu inanç herkeste olur ve aynı gökyüzüne, aynı şekilde bakarız ve sen bizi göklerden selamlarsın. Tanıdığım ve tanıyabileceğim en güzel yürekli insan, gittiğin yeri de ışığınla aydınlatacağını biliyorum o yüzden ışıklarda ol demeyeceğim, o ışığı sen çoktan yaktın zaten. Bir gün tekrar buluşmak dileği ile sevgili arkadaşım... Seni sevdiğin  Mevlana’dan sözlerle uğurluyorum:

“Mutluyum çünkü yol yakınken dönüşlerim var… Huzuruma şaşırmayın çünkü yarı yolda duranlardan, koşar adım gitmişliğim var… Kızmayın aşktan caymışlığıma, benim karşıdan tanımama gibi bir özrüm var… Gelsin hayat bildiği gibi, elinde ne varsa hayata dair. Ötesi hiçbir şey ya da vesair... Gerisi misafir“---Mevlana Celaleddin Rumi...”


Panos Harçotis ve Evren Özbir


Hollanda’nın yeni Kıbrıs Büyükelçisi’nden Kayıplar Komitesi’ne ziyaret...

Kayıplar Komitesi’ne 2006 yılından bu yana büyük destek veren Hollanda’nın yeni Kıbrıs Büyükelçisi Elke Merks-Shaapveld ile Misyon Başkan Yardımcısı Fieke Huisman, geçtiğimiz günlerde Kayıplar Komitesi’nin ara bölgedeki laboratuvarına bir ziyarette bulundu.

Kayıplar Komitesi tarafından dün yapılan açıklamada şöyle denildi:

“KŞK üyeleri, Hollanda Krallığı'nın Lefkoşa Büyükelçiliği'nin yeni Büyükelçisi Bayan Elke Merks-Schaapveld ve Misyon Başkan Yardımcısı Bayan Fieke Huisman ile 1 Aralık 2020'de KŞK Antropoloji Laboratuvarı'nda bir araya geldi. Hollanda, 2006 yılından bu yana KŞK’nın beşinci  ve en büyük iki taraflı bağışçısı konumundadır.”


“Militarizm ve savaş bir engellilik nedenidir...”

Sinan OK

Savaş ve benzeri kriz anlarında engellilerin yasalar ile tanınmış haklarını kullanmaları ne kadar mümkün? Savaş dönemi dışında dahi erişilebilir bir yaşamı olmayan engelliler, savaş halinde nasıl yaşar? Dünya genelinde çatışmalar hem ülkelerdeki engelli sayısını arttırıyor hem de engellilerin çatışma anlarında daha çok risk altında kalmasına yol açıyor.

BM Engelli Hakları Sözleşmesi (madde 11) bu durumu öngörerek devletlere engellileri bu koşullarda koruma ve güvenliğini sağlama görevi veriyor. Ancak yazar Susan Sontag’ın lafı dolandırmadan kitabın ortasında tarif ettiği gibi, “Savaş yırtar, savaş parçalar. Savaş iç deşer, savaş bağırsakları söküp boşaltır. Savaş teni yakıp kavurur. Savaş organları bedenden koparır. Savaş yıkıp yok eder”.

Yine Nadire Mater’in  “Mehmedin Kitabı’nda” ifade ettiği gibi “Mermiler parçalar, yaralar, sakatlar ve öldürür”. Son haftalardır Azerbaycan ve Ermenistan arasında ya da 2011 yılından bu yana Suriye’de, Libya’da ve daha birçok yerde devam savaşlarda, taraflar “ölü sayısı” üzerinden “resmi açıklamalar” yapıyor.

Yaralananların yaşamı

Ancak ölen sayısının ötesinde, “yaralananların geriye kalan yaşamı” bir haber bültenine veya istatistiğe sığamıyor. “Kopmuş bir kolun/bacağın/uzvun boşluğunu” hiçbir otorite, sayılara sığdırmadığından değil sadece, “savaş bir ölü arttırma performansı olduğundan”, yaralananlar ve bu yaralar nedeniyle kalıcı engelli olanlar genellikle önemsenmiyor.

Saldıran taraflar açısından yaralı bırakılmış insanlar, başarısız bir operasyonu da gösteriyor belki! Bu nedenle bütün tartışma “öldürülen sayısı üzerinden yürütülen propagandaya” odaklanıyor. Düşman taraflar “şu kadar kişiyi öldürdük” diye açıklama yapıyor ama “şu kadar kişiyi engelli bıraktık” diye açıklama yapanı henüz görmedik diyebiliriz.

Halbuki ikincisi, her zaman daha yüksek. 2. Dünya Savaşı’nda yarısından fazlası sivil, yaklaşık 60 milyon kişinin öldürüldüğü ifade edilir ama kaç milyon kişinin uzun süre yaralı veya geçici/kalıcı engelli kaldığı bilinmez. Bu durum Kore (1950-53), Vietnam (1955-75), Afganistan (1979-…), Irak-İran (1980-88), Körfez (1991-…), Bosna (1992-95), Suriye (2011-…) savaşı için de ifade edilebilir. Filistin ile İsrail (1948-…), Türkiye ile PKK (1984-…), Kolombiya ile FARC (1964-…) arasında, Rusya ile Çeçenler (1994-2009) arasında yıllarca devam eden çatışmalarda yaşamını yitirenlerin sayısına ilişkin tarafların açıkladığı sayılar var. Ama bu bitmeyen savaşların kaç kişiyi kalıcı/geçici olarak engelli bıraktığı genellikle atlanan bir konu.

Ankara Gar Katliamı

Sontag’ın yukarıdaki cümlesini her hatırladığımda 5. yılını geride bıraktığımız “103 insanın yaşamına mal olan” Ankara Gar Katliamı’nın, 10 Ekim 2015’te saat 10.04’teki sahnesine yeniden giderim. Orada ve o çaresizlik içinde bir kere daha “gelmeyen ambulansı beklerken, yerde bir nefesle yaşama tutunan insanlara sıkılan gazı ciğerlerime çekerim…” Ceplerinde barış şarkılarını, halaylarını, bayraklarını doldurup 81 ilden Ankara’ya gelen “on binleri”, karanlık bir dünyaya hizmet için ant içmiş bir orduya mensup insanlar katletti. Bu katliam “iki düşünce dünyası” arasındaki savaştan bir sahne olarak yaşandı. O yılın ve bu coğrafyanın tek katliamı da 10 Ekim değildi maalesef…

Ankara’nın orta yerinde yaşatılan bu katliamdan yaşamını yitirenlerin dışında, yaralı sayısının 500’ün üzerinde olduğu biliniyor. Bu katliamdan kurtulan üç kişinin ayakları koptu ve protez temininde ve tedavilerinde çok ciddi sorunlar yaşandı. Aldığı yaralar nedeniyle bir yıldan fazla yatakta/yoğun bakımda kalan ve sonra yaşamını yitiren iki kişi oldu. Dalağı alınan, ayak topuğu kopan, kulak zarı patlayan, koltuk değneği veya tekerlekli sandalye ile yürüyebilen onlarca kişi hala katliamın izlerini bedeninde taşıyor. Yüzlercesinin fizyolojik ve psikolojik tedavisi hala devam ediyor.

Sadece bir dakika içerisinde (10.04’te) tanık olduğumuz 10 Ekim Ankara Gar Katliamı’nın son 5 yıl içerisinde kaç yerde tekrar ettiğini tam olarak bilmiyoruz. Savaşın önceki dönemlerden gittikçe farklılaşan asitmerik yayılmasının ve teknolojik gelişmelerin etkisinin gelecek dönemlerde nasıl yansıyacağını da bilmiyoruz.

Kiralık orduların, sözleşmeli katil “cihatçıların”, özelleştirilmiş militarizmin çok uluslu karakteri, kalıcı savaşları ve çatışmaları zorunlu kılıyor. Dünya genelinde yükselen ırkçı, popülist ve aşırı sağcı liderlerin silah imalatı ve ticareti ile ilgili siyaseti dünyada kalıcı cepheleri gerektiriyor. Gerek ulus devletçi asimilasyon gerekse emperyalist sömürü saldırıları, çatışma ve savaşlar için alan açmaya devam ediyor. Açılan her yeni alan gerisinde belirsiz sayıda ölü ve daha çok sayıda engelli bırakıyor. Ülkelerindeki savaşlardan kaçan milyonlarca sığınmacının içinde engellilik oranının daha yüksek olduğu biliniyor.

Mühimmat patlamaları

Öte yandan silah sanayi endüstrisinde yaşanan iş kazaları da tıpkı savaşlar gibi ölü sayısı üzerinden değerlendiriliyor. Halbuki gerek Temmuz ayında Sakarya’da, gerekse ağustos ayında Beyrut’ta yaşanan mühimmat patlamaları gösteriyor ki ölen kişi sayısından çok daha fazla sayıda kişi yaralanıyor. Sadece imalat ve kullanım süreci değil askerlik ve çeşitleri her geçen gün artan yeni tip ordular kapsamında, insanlar ölüyor, yaralanıyor, intihar ediyor veya engelli kalıyor.

Vietnam ve Full Metal Jacket

Mehmet’in Kitabı’nda da kapakta yer alan “Full Metal Jacket” filmi (Stanley Kubrick), Vietnam savaşında yıllarca süren çatışmalarda ölümün, yaralanmanın, sakatlanmanın sıradanlaşmasını hicivli bir dille anlatıyor. Erkeklik ve şiddet hiyerarşisi içerisindeki askerler, öldürme eğitimi alıyorlar. Sadece Vietnam savaşı nedeniyle yaşamını yitiren sayısının 60 binden fazla olduğu biliniyor.

Vietnam’da, Vietnam savaşı yıllarında doğmuş ve yaşamda kalabilmiş kişilerde, engellilik durumunun önceki kuşaklara göre yüzde 25 oranında daha yaygın olduğu ve bu etkinin 40 yıl sonra bile devam ettiği 2019 yılında yapılan akademik bir çalışma ile ifade ediliyor. Özellikle hava bombardımanlarının etkisini ölçen bu çalışmanın Vietnam için ifade ettiği bu durum başka birçok yerde de geçerlidir. Savaşın engelliliği arttıran bir faktör olduğu mutlaka bilinmelidir. 

Militarizm engelli bırakır

Savaş ve militarizm sadece savaş anındaki öldürme, yaralama ve engelli bırakma sonuçlarıyla değil savaş için ayırılan muazzam bütçelerle de engelliliği arttırıyor. Çünkü ülkelerin bütçelerinde eğitime, sağlığa ve yoksulluğu azaltmaya ayırılması gereken bütçelerin çok önemli bir bölümü bu ölüm makineleri için harcanıyor. Engelliliğin tıbbi, genetik, sosyal ve sınıfsal nedenlerini azaltabilmek siyasal tercihlerde öncelikleri değiştirmekle olacaktır.

Başta erkekler olmak üzere her yaşta insanın gittikçe daha çok bağımlı hale geldiği “savaş oyunları!” sadece sanal ve askerler arasında değil yaşamın merkezinde de devam ediyor. Savaşlar ülkelerin yollarını, su kanallarını, okullarını, hastanelerini, hanelerini yıkıyor. Özetle birçok açıdan militarizm ve savaş politikaları dünya genelinde engelli nüfusun oranını arttıran en önemli etken olmaya devam ediyor. Bu nedenle kategorik olarak savaşa karşı söz kurmak, yaşamı bir bütün olarak savunmaktır. Savaşın bir halk sağlığı sorunu olması da bu nedenledir.

(BİANET.ORG – Sinan OK – 3.12.2020)

DEVAM EDECEK