Devlet Benim!

Devlet Benim!


Tufan Erhürman

Fransızcası “L’état c’est moi!” olan başlıktaki sözü XIV. Louis’nin söylediği iddia edilir. Sözü mutlak monarşinin uygulandığı bir devletle ilişkilendirerek düşünürsek, fiiliyatta çok şaşırtıcı olmayabilir. Esas şaşırtıcı olan, demokrasiyle yönetildiği varsayılan ülkelerde kimi siyasi elitlerin, açıkça dillendirmeseler de, devletin kendilerinin ya da mensubu bulundukları dar grupların şahsında cisimleştiği kanaatini taşımalarıdır.

Ülkemizde de bu kanaatin yansımaları zaman zaman zuhur etmekte, bazı kişi, grup ya da siyasal partiler, hukuken karar verme yetkisine sahip olup olmadıklarına bakmaksızın, ya yetkilerini aşarak ya da başka kişi veya kurumların yetkilerine müdahale ederek, devlet adına konuşma veya eyleme hakkını kendilerinde bulabilmektedirler. Buradaki yetki sahipliği iddiası, dayanağını anayasadan, yasadan ya da halk oyundan değil, doğrudan doğruya kendini devlet veya devletin sahibi olarak görme algısından kaynaklanmaktadır. Öyledir ve öyle olduğu için, bu iddianın sahibiyle farklı görüşte olanlar otomatik olarak devlete karşı, giderek vatan haini olarak tanımlanabilirler. Devlet, bir kişi, grup ya da parti ise, o kişi, grup ya da partiden farklı bir görüşü dillendirenlerin, yalnızca o kişi, grup ya da partiye değil, onların şahıslarında cisimleşen devlete de karşı olduklarının düşünülmesi bu algının doğal sonucudur.

Oysa demokratik hukuk devletinde meşruiyetin kaynağı bellidir. Bu kaynak, egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olan halktır ve o, bu egemenliğini temsilcileri aracılığıyla kullanır. Halkın temsilcilerinden oluşan yasama organı yasalar çıkarır ve halk adına yetki kullanacak olanları dolaylı yoldan belirler. İşte devlet adına söz söyleyecek ve eyleyecek olanlar, kendilerini devlet olarak görenler, “devlet benim” diye düşünenler değil, bu yasalarla yetki sahibi kılınanlardır.

Dahası, demokratik hukuk devletinde hiyerarşinin üst basamaklarında olanların ya da olduklarını sananların daha aşağıda olanların ya da olduğu sanılanların yerine geçerek yasal yetkileri kullanmaları da mümkün değildir. Bu bağlamda bir cumhurbaşkanı yasayla muhtara verilmiş yetkileri kullanamayacağı gibi, bir başbakan veya bakan da örneğin belediyeye veya bir federasyona verilmiş yetkileri kullanma hakkına sahip değildir. Kullanmaya kalkarsa, hukuka aykırı davranmış olur; işlemi idare hukukunda yetki tecavüzü veya yetki gasbı olarak adlandırılır ve çoğu zaman yoklukla malul kabul edilir, yani hukuk aleminde herhangi bir sonuç doğurmaz.

Bu ülkede, sözcüğün olumlu anlamıyla elit (yani seçkin) oldukları son derece tartışmalı olan bazı siyasi elitlerin devletin kendi şahıslarında cisimleştiği iddiasından hareketle söz söyleyip eylemeleri yalnızca bugünün meselesi değildir. Bu iddiaya, belli kişi, grup ya da kesimler her dönemde sahip olmuş, iddianın gerekleri bazen en şedit yöntemlerle yerine getirilmiştir. Ancak bu iddianın kendi içerisinde bir paradoksu barındırdığı unutulmamalıdır. Günümüzde “devlet” adıyla anılmaya layık tek teşkilat olan demokratik hukuk devleti, asli sahibi halk olan egemenliğin anayasal ve yasal kurallar çerçevesinde kurumlar arasında paylaştırılan yetkiler aracılığıyla kullanılmasını gerektirir. Eğer durum böyle değilse, ortada bu adla anılmaya layık olan bir “devlet” yok demektir. Bir kişi, grup ya da siyasal partiyle özdeşleşen bir örgüte günümüz koşullarında devlet adını vermek imkansızdır. Yani “devlet benim” sözü, aslında olmayan bir şeyin (devletin) sizin şahsınızda cisimleştiğini iddia etmekten başka bir şey değildir.

Bu günlerde bir kez daha hortlayan “vatana ihanet” tartışmalarını bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Ve Kıbrıs Türk halkı egemenliğin ve kendi teşkilatlanmasının tek sahibinin kendisi olduğunu, bu egemenliği anayasa ve ona dayalı olarak temsilcileri tarafından çıkarılan yasalarla kurumlarına dağıttığı yetkiler aracılığıyla kullandığını hep birlikte haykırmazsa, bu ülkede “devlet benim” iddiasından hareket edenlerin her gün birimizi daha “hain” ilan etmesinden kurtulmak mümkün olmayacaktır.

Dergiler Haberleri