Yüzyıllardır yaşadığımız bu adanın geçmişini; kültürünü, siyasi gelişmelerini, insan profillerini, yaşam biçimlerini ve koşullarını, inançlarını ve savaşlarını genelde yabancı kaynaklardan öğrenmiş, öğrenmeye devam ediyoruz.
Özellikle göz ve yaşam tanıklığı yapmış; gezginler, askerler, devlet görevlileri, arkeologların bu tanıklıkları bizler için büyük bir kaynak oluşturmaktadır.
Galeri Kültür Yayınları arasından çıkan ve Remzi Halluma tarafından yayına hazırlanan “Devlet-i Aliyye’nin Lefkoşa ve Mağusa Kuşatması” isimli kitap, Kıbrıs’ın savaş ve sosyo-ekonomik yaşamını, kuşatma ve fetih dönemini anlamak ve öğrenmek için, bu alandaki çalışmalara büyük bir katkı sağlar niteliktedir.
Nisan 2019 tarihinde yayınlanan, 190 sayfa ve A-4 boyutundaki kitabın içerisinde yer alan konu başlıklarından bazılarını sizlere aktarmadan önce, uzun yıllardan beridir kullandığımız ve öylece andığımız “OSMANLI” tanımlaması ve isimlendirilmesinin yanlış, doğrusunun ise “DEVLET-İ ALLİYE” olduğu açıklamasıyla başlıyor kitap.
Evet biz ve bizden öncekiler ve belki de bizden sonrakiler de “OSMANLI” demeye devam edecektir ama kitabın, GİRİŞ bölümünde yer alan “NEDEN DEVLET-İ ALLİYE?” başlıklı yazıdan bir alıntı yaparak, bu konudaki görüşü sizlere aktarmak istiyorum:
“Arkeolojinin kazıp insanlığa kazandırmaya çalıştığı, tarihin derinliklerinde kalmış kimi kültürleri anlatmak için kullanılan adlar, onları tanımlamakta uygun olduğu düşünülen sonradan konulmuş isimlerdir. Örneğin bir dönem Kıbrıs ile ilişkileri olduğunu bildiğimiz, önceden Etiler daha sonra Hititler diye kayıtlara geçen halk, kendini anlatırken bu isimleri kullanmıyordu. Ancak sonradan yapılan araştırmalarda kullandıkları asıl adlara ulaşıldığında, önceki takma isimlendirmeler üzerinde takılı kalmak gerekçesini yitirmiş gözüküyor. Sonuçta Hititler diye bilinen kültürün, kendilerini ‘Nesili’ olarak adlandırdığını, ‘Nesi’ adını verdikleri bir dili konuştukları saptanmış ve kayıtlara girmişken... Günümüzde ‘Osmanlı’ olarak anlatılan devletin, kendini tanımlarken bu adı kullanmadığını, 14. Yüzyıl başlarında Anadolu’ya gelen gezginler tarafından bu isimle anıldığını ve bir şekliyle batılı kaynaklara yansıyıp, ‘Ottoman’ adıyla imparatorluğu anlatmakta kullanıldığını öğreniyoruz.
Bazı yaklaşımlar ise ismin yanlış okunduğu, ‘Ottoman’ değil, ‘Ataman’ olması gerektiğini vurgulamaktadır. Batı yalnızca ‘Osmanlı-Ottoman’ adını kullanmıyordu. Kimi tarih anlatılarında, Osmanlı’yı veya Babıali’yi anlatmak için ‘Porte’, ‘Sublime Porte’, ‘Ottoman Porte’ ya da ‘High Porte’ gibi sözcüklerini de kullandığını okuyoruz.
Osmanlı tarih araştırmacısı Prof. Dr. Halil İnalcık, ilk baskısını 2009 yılında yayınladığı kitabının adını; ‘Devlet-i Alliye’ koyar. Tarihçi Murat Bardakçı da isim tartışmalarıyla ilgili yazılarında, Osmanlı devletinin resmi adının ‘Devlet-i Alliye’ olduğunu ısrarla vurgular, ‘Osmanlı’ sözcüğünün kullanımının 19. Yüzyıl ikinci yarısından sonra başladığını belirtir.(syf. 5)
Devlet-i alliye açıklamasına ek olarak GİRİŞ bölümünde yer alan diğer bir başlık; “TÜRK SÖZCÜĞÜ” için de kitaptan kısaca şu bilgiyi aktarabiliriz:
“... Devlet-i Alliye tarihçileri, Osmanlıyı anlatmak için ‘Türk’ kelimesini kullanmamıştır. Bazılarının bu sözcüğün varlığından bile haberdar olmadığını söyleyebiliriz. Hanedan için ‘Türk’ kelimesini kullanmak, bedeninizin başıyla birlikte bütün olarak mezara gitmesine lanak tanımazdı. Onlar için ‘Türk’ aşağılık bir varlıktı. Devlet-i Alliye kayıtlarında Türk/Etrak kelimesi, köylüleri, Yörük halkını, konar-göçer olarak yaşayan, yerleşik yaşama geçmemiş ve bulundukları bölgeye zarar veren toplulukları anlatmak için kullanılıyordu.”(syf. 7)
Kitapta yer alan bilgilerin büyük bölümü önceden Galeri Kültür tarafından yayınlanan kitaplarda yayınlanmış olsa da, bu kitapta tümü de derlenmiş ve yeni eklemelerle güçlendirilmiştir. Ve elbette tümü de batılı kaynaklardan yararlanılarak.
Buna ek olarak kimi Devlet-i Aliyye’de yer alan yazarların, kuşatma hakkında yazdıklarına özellikle karşılaştırma yapılabilmesi için kitapta yer verilmiştir.
Kitapta yer alan metinler ve çizimler ise sadece dönem tanıklığı yapmış olan yazar ve çizerlere aittir.
Ve Kitaptan bazı başlıkları paylaşarak yazımızı tamamlayalım.
“Padişah Selim’in Başvurusu ve Şeyhülislâm Ebussuud’un Kıbrıs Fetvası”, “Kıbrıs’ın Fethi Caiz midir?”, “Padişah Selim’in Savaş İlanı”, “Etienne De Lusignan”, “Venedik Lefkoşa’sının Savunma Hazırlıkları”, “Karamanlılar ve Remoliti Hasan Paşa”, “Lefkoşa Kuşatma Çizimleri”, “M. Andre Bragadino”, “Kuşatanlar ve Kuşatılanlar”, “Angelo Gatto’daki Askeri Birlikler”, “Devlet-i Alliye’nin İspanyol Kaptanı; Arap Ahmet”, “Mağusa Kuşatma Çizimleri”, “Antonio Maria Graziani’nin Yazdıkları Üzerine”