Bir dini vakfın başkanı Kıbrıs’ın bir vilayet olduğunu söylüyor.
Kıbrıs’ı benzettiği yerler ise, Mardin, Sivas, Erzurum, Edirne ve Konya.
Türkiye’nin merkezden uzak, yardımlarla kültürel ve ekonomik gelişimin hedeflendiği bölgeleri.
Vakıf Başkanı bu açıklamayı kamuoyu önünde, meclis başkanının karşısında yapıyor. Kimse de “yok hayır, Kıbrıs aslında bir vilayet değil. Bağımsız ayrı bir ülke, bir devlet” demiyor.
Diyemiyor!
Organizasyon da son derece ilginç...
YDU, İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’nin yılda iki kez düzenlediği gençlik buluşmasının dokuzuncusuna ev sahipliği yapıyor.
Kur-an okuyarak açılan forumda yapılan açıklamalar da ziyaretlerde yapılanlardan faklı değil.
Herkes, Mardin gibi Türkiye’nin bir başka vilayetinde bulunmaktan mutlu ve gururlu!
Ne koca üniversite anlatabiliyor buraların ayrı bir ülke olduğunu, ne devlet deyip, meclis seçip, başına oturtulan başkan.
Kimse de vilayetin meclisi olur mu ki onun başkanına gidiyoruz demiyor.
Kanıksanan ve normalleştirilen, vilayet konumunda yaşayan, ama devletmiş gibi davranan bir yer olduğu aslında, Kıbrıs’ın Kuzey’inin.
Bugün hala ne olduğumuzu ve nasıl yaşadığımızı anlayıp anlatmaktan bu kadar uzaksak, yaşanan her şeyden sonra bize vilayet diyenlere cevap veremiyorsak, bu hepimizin ayıbıdır.
Bir toplumun topyekün varlık sorunudur.
Oysa Türkiye aslında Kıbrıs’ı biliyor!
KTTO Başkanı Günay Çerkez, Türkiye’nin tanımadığı Güney Kıbrıs ile ticaret hacminin 70 milyon TL civarında olduğunu söylüyor.
Kuruyemiş, nevresim, küçük sanayi ürünleri ve oto yedek parça, en çok ihracatı yapılan ürünler.
Güney’deki Türk mallarını Kuzey’den alışverişe giden Kıbrıslı Türkler de alıyor.
Bazen kendi raflarından daha ucuza…
Ve hayat devam ediyor.
Vilayetin devlet olan kısmına giden Fenerbahçe’yi takım aşkıyla binlerce Kıbrıslı Türk de alkışlıyor.
Aslında konuştuğunuz konular sizin nasıl yaşadığınıza nasıl bir kişilik sahibi olduğunuza dair önemli bir veridir.
Biz de toplum olarak bütün bunları tartışırken, aslında nasıl yaşadığımıza ve nasıl iradesiz ve icraatsız kaldığımıza dair bir gerçeklik ortaya koyuyoruz.
Konuştuğumuz bir plan, geleceğe dair bir hedef ya da program değil. Konuştuğumuz aslında siyaset de değil.
Konuştuğumuz ya da daha çok kendimizce söylendiğimiz, önceki günün tekrarından ibaret.