Kimileri sevgiyle üretir, kimileri nefretle yok eder...
Filiz Besim
“Küba’nın resmini çiz” deseniz benim aklıma palmiyelerle süslü enfes plajlar ve salsa yapan kızlar gelmez. Benim aklıma tüm halkın yararlandığı yüzde yüz parasız gelişmiş sağlık sistemleri, eğitim sistemleri ve üretimin %70’i organik olan tarım sistemleri gelir. Ha bir de kentin arka sokaklarında eski bir evin avlusunda rastladığım bale öğrenen çocuklar...
Devrimden sonra Küba’da sağlık hizmetleri en basit muayeneden en karmaşık cerrahi operasyona kadar her aşamada ücretsiz hale getirildi. Devrim sırasında ülkede yalnızca 7.000 doktor mevcuttu ve çoğunluğu özel sektörde çalışan bu doktorların üçte biri devrimle birlikte ülkeyi terk etmişti. 1980’lere gelindiğinde ise Küba, Latin Amerika’daki en yüksek hekim yoğunluğuna sahip ülke haline geldi. 155 kişiye bir doktorla dünyanın en yüksek seviyesine ulaştı. Hekim sayısındaki artış ile Küba’nın sağlık göstergelerindeki iyileşme arasında doğrudan bir ilişki gözlemlenebiliyordu. Az gelişmiş ülkelerde en yaygın hastalık ve ölüm nedeni olan salgın hastalıklar Küba’da ya tümüyle ortadan kaldırıldı, ya da kontrol altına alındı. 2009 yılına gelindiğinde, bebek ölüm oranı binde 4,7’ye gerilerken ortalama yaşam beklentisi 77 yılın üzerine çıktı.
Özgürlüğü içselleştirmiş Kübalılar “yalnızca sosyalizmle imkânsızlar başarılabilir” diyorlar. Her mahallede bir aile hekimi ve poliklinik var. Bir aile hekimi 150 kişiye bakıyor ve baktığı her hastanın detaylı istatistiklerini tutuyor. Aile hekimi polikliniğin üzerindeki evinde halkın içinde yaşıyor. Sorumlu olduğu nüfusun aşı, diyabet eğitimi, obezite eğitimi ve kanser tarama programlarından sorumludur. İstatistiksel olarak o bölgede rastlanılan herhangi bir hastalığın artışı durumunda, o yöreye yönelik sağlık politikası geliştiriliyor. Koruyucu hekimlik Küba’da sağlık sisteminin zeminini oluşturuyor.
Küba’da reçetesiz ilaç satışı yasak. İlaçlar hastalara çok düşük bir ücrete devlet tarafından satılıyor. Birinci basamakta bulunan poliklinik hizmetlerinde genellikle bir dahiliyeci, bir çocuk doktoru ve kadın doğum uzmanı bulunmaktadır.
İkinci basamakta hastaneler yer almaktadır. Hasta isterse hastanelere başvurabilmektedir. Ancak hastalar Küba’da hastaneye genellikle birinci basamaktaki hekimler tarafından sevk edilmektedir.
Üçüncü basamakta ise özel branşlardaki uzmanlar ve araştırma enstitüleri yer almaktadır. Küba’da sağlık sistemi öylesine gelişmiş ki, birçok ülkeden Küba’ya tedavi için hastalar gelmektedir. Özellikle de kanser tedavisi için. Yine Küba’da Tıp eğitimi almak için birçok doktor Ekvator’un bu güzel adasını seçmekte. Küba’da kendi vatandaşı için eğitim tamamen parasız olsa da, dışardan gelen öğrenciler paralı okumakta...
SOSYALİST DEVLET OLMANIN GEREĞİ…
Küba’nın devasa doktor ordusu Küba için şimdilerde ciddi bir gelir kaynağı. Çünkü Küba zengin ülkelere doktorlarını göndererek hizmet satmakta ve bundan da ciddi bir gelir elde etmektedir. Ama durun, Küba sağlık ordusunu sadece hizmet satmak için kullanmıyor. Başka ne yapıyor? Yoksul ülkelere de gönüllü sağlıkçılar göndererek sosyalist devlet olmanın gereğini yerine getiriyor.
Yine Küba’da sanayi anlamında gelir sağlayan en önemli sektörlerden biri ise biyo-teknoloji sektörüdür.
Sağlık alanında ve daha birçok alanda kendine yetmeyi ilke edinen Küba’da küçüklü büyüklü 300’ün üzerinde biyoteknoloji merkezi bulunmaktadır. Latin Amerika’nın en fazla ilaç ihraç eden ülkesi olan Küba, aynı zamanda başka ülkelere biyo-teknoloji merkezlerinin kurulmasına yardımcı olmaktadır.
Hani bir sağlıkçı olarak yıllardır ambargolar altında olan bir ülke için başarılanlara ‘waaaav’ dememeye imkan var mı? Küba; ABD, İngiltere, Fransa ve İsviçre ile birlikte klinikte AİDS aşısı denemesi yapabilen dünyada beş ülkeden biridir. Dört farklı kanser aşısının testleri devam etmekte. Çocuklara yapılan 13 değişik aşı Küba’da üretilmiştir ve sıkı durun ülkede kullanılan 900 ilacın % 87’si Küba’da üretilmiştir. Minicik Küba ekonomisi biyoteknoloji sektöründen yılda bir milyar dolar gelir sağlamakta...
“CHE” DENEN EFSANE…
‘’Hey dostum’’ ‘’Che’’; Santa Clara’da, seninle özdeşleşmiş bu şehirde; senin ve diğer 35 gencecik arkadaşın için yapılmış devasa anıt mezarı geziyorum Comandante Che... Hani o otuz yıl sonra vücudundan kalan parçaları toparlayıp birçok DNA analizi ile sen olduğunu ispatlayarak sana ve arkadaşlarına yaptıkları mezarı... Önünde kocaman heykelin... Fidel’e yazdığın 1 Nisan 1965 tarihli mektup… ‘’Parlak umutlarımı ve beni oğlu gibi benimsemiş bir halkı bırakıyorum" diyordun.
"Dünyanın başka halklarına yardıma" gidiyordun.
Çocuklarına bıraktığın mektup: "Siz beni hayal meyal hatırlayacaksınız. Küçükler hiç hatırlamayacak" diye başlıyor ve adeta tüm insanlığa bir vasiyet bırakıyordu:
"Her zaman, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir kişiye yapılan haksızlığı iliklerinize değin hissedecek kadar duyarlı olun. Elveda çocuklarım; sizi yine görmeyi umuyorum."
Anıt mezarı tüylerim diken diken her an seni hissederek anlamaya çalışarak geziyorum. Gözlerim dolu dolu... Doktor önlüğün, kullandığın diş çekim aletleri, kitapların, mektupların ve elbette silahların...
Mozolenin önünde kocaman devrim meydanı. Gözlerimi yumuyorum, kızıl bayraklarla dolu. Devrim Meydanı’nın iki yanında 14’er adet kraliyet palmiyesi. Senin doğum günün 14 Haziran ve doğum yılın 1928’i (14+14=28)’i anlatıyor. Anıt mezarın yanında 1990’larda zor günlerinde Küba’yı yalnız bırakmayan Chavez’in kocaman fotoğrafı duruyor. Kübalılar kendilerine yardıma koşan kimseyi unutmuyorlar.
Fidel Castro ve arkadaşları, 1953'teki başarısız saldırılarından sonra tutuklanır, mahkemede Castro "Tarih beni aklayacaktır" diye biten ünlü savunmasını yapar. İki yıl sonra afla serbest bırakılır ve Meksika'ya geçer. Burada Che Guavara ile tanışır ve “Granma” adlı yatla Küba'ya geri döner. Sierra Maestra dağlarında güçlenen hareket, iki yıl sonra yeniden saldırıya geçer. Batista'ya önemli miktarda silah ve cephane taşıyan tren, Che Guavara tarafından Santa Clara’da ele geçirilir. Ardından Batista ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Trenin, durdurulduğu yer şimdi müze halindedir.
BERABERİNDE GÖTÜRDÜĞÜ SIR NEDİR?...
Sahi neydi devrimin 6. yılında seni aniden, Sanayi Bakanlığı koltuğundan ve Küba'dan koparan şey Comandante?
Yeni heyecanlar ve maceralar arayışı mı?
Dağlara alışmış bir devrimcinin (ve tabii onunla birlikte devrimin de) "bir yığın kâğıda sarılı bir dev gibi yayılan bürokrasi belâsının içinde kaybolup gideceği endişesi mi?
Hep iktidara karşı savaştıktan sonra kendini aniden tam da iktidarın en tepesinde, yeni bir iktidar halinde bulmanın ezikliği mi?
Yoksa Fidel'le o hiç açıklanmayan ama yıllar yılı kulaktan kulağa gezen şiddetli tartışmalarınız mı?
Ve Ruslar niye hiç sevmemişti seni Comandante?
Onları "tersyüz edilmiş Amerikalılar" olarak gördüğün için mi?
Küba'nın Sovyet desteğinde bir tarım ülkesi olarak kalmasına rıza göstermediğin için mi? Küba'nın kendi ayakları üzerinde durmayı beceremezse Sovyetler'e bağımlılıktan asla kurtulamayacağını çok erken gördüğün için mi?
"Devrimi bunun için yapmadık" dediğin ve Küba'nın askeri bir bloka dahil olmadan, özgür uluslar arasında yer almasını savunduğun için mi?
Anlat bize dostum; Domuzlar Körfezi denemesinden sonra Amerikalılarla, Kübalıların anlaştıkları doğru muydu Ernesto? Amerikalıların "Siz devrimi Latin Amerika'ya yaymayın, biz de üstünüze varmayalım" dedikleri doğru muydu?
Buna mıydı isyanın?
Tek ülkede devrimin tek başına hiçbir şey ifade etmeyeceğini, tersine, başka devrimlerle desteklenmezse, yalıtılıp teslim alınacağını mı kanıtlamaya çalışıyordun?
Bundan mıydı, "Küba'nın ikinci adamı" postunu bırakıp, Bolivya dağlarına çıkman? Bu yüzden miydi, Amerika'yı Vietnam türü bir müdahaleye zorlayıp "Bir, iki, üç, daha fazla Vietnam"lar yaratma ve Latin Amerika'yı ayağa kaldırma çaban?
Karayipler'de, Amerika'nın hemen burnunun dibindeki küçücük bir adanın, kıtaların ardındaki bir Sovyetler'in desteğiyle ömür boyu yaşayamayacağını, bu yüzden Latin devrimini arkasına alıp, kendi bağımsız gücüyle ayakta durması gerektiğini mi savunuyordun?..
Eğer öyleyse, şunu bil ki haklıydın Comandante!.. 1990’da Sovyetler’in çöküşüyle çok zor günler yaşadı Küba halkı ama, onlar senin çocuklarındı ve belki de hâlâ her an her yerde gezen ruhuna tutunarak ayakta kalabildiler. Devrimin onlar için özgürlük olduğunu biliyorlar. Kapitalizmin ve emperyalizmin tuzağına düşmemek için çırpındılar, hâlâ daha çırpınıyorlar.
Küba Dostluk Derneği’nde bize devrimi anlatan kadına ısrarla “’nasıl başaracaksınız?’’ diyorum. ‘’Eğitimle’’ diyor çok büyük bir kararlılıkla...
TARİHE ATEŞ ETMEK…
Santa Clara, Villa Clara eyaletinin başkenti 300 bin civarında bir şehir. Saf bir Küba şehri. Sokaklarında müziğin ve dansın sesi var. Akşam üstü şehir orkestrası çalmaya başladığı an, genç yaşlı herkesin sokaklarında dans ettiği bir yer. Arka sokaklarında şık hanımlara rastlayabileceğiniz, köhne binalarda dans dersi alan çocuklarla karşılaşabileceğiniz keyifli bir Küba şehri...
Ve Santa Clara demek aslında ‘’Che’’ demek... Tıpkı ünlü Küba şarkısı Hasta Siempre’de dediği gibi...
Senin şanlı ve güçlü elin
Tarihe ateş etmekte
Santa Clara'nın tamamı
Seni görmek için uyandığında…
(Elbette haftaya sürecek…)