Siyasal yazı yazmadığım için beni eleştiren çoktur.
Siyasette 10 yıldır aktif olan bir kişi olarak uzman olduğum konularda konuşmayı, diğer tüm konularda ise öncelikle dinlemeyi tercih ederim.
Tabi, kaçınılmaz bir şekilde her birey gibi bulunduğum ortamı geçmişi ile birlikte ben de değerlendiririm.
Bu değerlendirmeyi de tarih ile birlikte yaparım. Tarihe baktığımızda dünya toplumlarının yapısı sosyolojik olarak birçok kez değişmiştir.
İlk uygarlıklarda uzun bir süre ilahi devletler hüküm sürmüştür. Kral veya imparator tanrının yeryüzündeki mutlak temsilcisidir. Tüm halk ise aslında iktidara tapan müritleridir.
Bu dönemin siyasası sonraki dönemlerden farklıdır. Muhalefetlerin siyasal mücadelesi daha kısıtlı, alınan riskler daha büyük ve genellikle tehlikelidir.
—
Tarım ve tarımı işleyecek serflik temel geçim kaynağı olduğundan aile yapısının kabile usulü yapılanmasına ihtiyaç vardır. Bu yüzden aile yapısı anne, baba, teyze, amca, nene, dede, ve torunlar bir kabile usulü bir arada yaşayacak şekilde yapılandırılmıştır. Serfler toprak sahiplerinin malı gibidir aslında, toprak ile birlikte satılır, başka yerde çalışması kısıtlıdır.
Kara veba bu konuda müthiş bir mücadele alanı açar. Avrupa’da serflerin yarısı veba yüzünden ölünce bu mücadele tavan yapar. Toprak işçilerinin büyük bir kısmı ölmüştür ve kıymetli hale gelmişlerdir.
Bu süreçte mücadele eden nesil serfliğe karşı mücadele eder. Özellikle Birleşik Krallık bu süreçten katılımcı bir demokrasiye doğru adımlarını atarak çıkartmayı başarır. Serflerin hakları genişletilir, köle işçi tanımı sulandırılır. Aristokrasinin serfleri angarya çalıştırma hakkı (haftanın belli günleri serflerin ücretsiz çalışma zorunluluğu) azaltılır ve zamanla kaldırılır.
Bu mücadele sonrası atılan adımlar sanayi devrimi sonrasında Birleşik Krallığın çoğulcu demokrasiye geçişinde önemli adımlar oluşturacaktır. Doğu Avrupa’da ise durum tam tersi olmuş, devletler daha da sömürücü yönetimlere doğru kaymıştır.
—
Sanayi Devrimi mevcut konjektürü ve siyasayı yine alt üst eder. Artık iş tarlalarda değil, fabrikalardadır. Kitleler şehir merkezlerine çekilmiş ve işçi olarak çalışmaya başlamışlardır. Bu ihtiyaca yönelik olarak aile yapısı değiştirilmiş, kabile usulü yaşam yerini çekirdek aileye bırakmıştır.
Devlet iktidarları yönetim tarzlarını tanrısal inanç üzerinden, insansal inançlara kaydırmıştır. Komünizm, liberalizm, milliyetçilik, sosyalizm ve benzerleri insanların kurduğu inanç biçimleridir ve devletler bu inanç biçimleri arasına seçilen iktidarlar ile yönetilmeye başlar.
Fabrikada çalışan işçi hakları mücadelesi artık farklı bir mücadele tarzını ortaya koyar.
O dönemin ‘boomer’leri serf-tanrısal devlet için yaptıkları mücadeleyi, işçi-sömürge mücadelesinde uygulamayı denerseler de artık konjektür farklıdır.
Bu mücadeleyi serflik sistemiyle başarılı bir şekilde mücadeleyi eden “boomer”ler değil, çekirdek aile ile şehirlerde işçi sömürüsünü yaşayan ve bu sömürünün sıkıntıları içerisinde yetişmiş yeni jenerasyonlar göğüslenir.
Tabi, değişmeyen tek şey değişimdir. Her dönemde olduğu gibi sanayi devriminin ardından da değişim gelir.
İnternetin icadı ile birlikte insanoğlu bambaşka bir dünya içine girmiştir artık. Bugün yaşadığımız dünyayı şekillendiren yeni devrimin adı Dijital Devrim’dir.
Bu devrimden sonra aile yapısı çekirdek ailelerden oluşma özelliğini kaybetmiştir. Dijital devrim, bireyin öne çıktığı farklı bir sosyolojik yaşam yaratmış, fabrika ve işyerinden akşam 5’de çıkıp evine ve ailesine dönen aile yapısını dahi değiştirmiştir. Yeni aile yapısı bireyler olmak üzerine yapılanmaya başlamıştır.
Dijital devrim sonrası yeni toplumdaki bireyin artık en önemli değeri BİR BİREY OLMASIDIR. Birey artık benzersizliğini, bağımsızlığını ve kalıpların içerisinde olmamasını yüceltir. Bugünün gençleri, sanayi devrimi sonrası yetişen büyüklerinden farklı bir dünyada yetişmiştir. Sevsek de sevmesek de dünyanın ilerlediği yeni yön budur.
Dijital Devrim sonrası nesiller artık sadece fabrikalarda ve iş yerlerinde çalışmak zorunda değildir. Bu nesil dijital mecrada çalışmaya gün ve gün daha fazla entegre olmuş durumdadır. Bugün emekçilerinin yadsınamayacak kadar büyük bir oranı dijital emekçilerdir.
Dünyanın ardı ardına ekonomik sıkıntılar yaşaması bu sürece yeni zorluklar getirmiştir tabi. Kendi ekonomik bağımsızlığını kazanamayan büyük bir nesil kendi evini satın alamaz durumdadır, kendi arabasını alamaz, bazı durumlarda kendi harcadığı miktarın tamamamını bile karşılamakta zorluk çeker. Ve kaçınılmaz olarak ailesinden destek alarak yaşayan büyük bir kitle ortaya çıkar.
Freud’un her bir bireyin kendini başarılı hissetmek için ‘ilk önce ebeveynlerini geçmesi gerektiği’ öğretisini baz alacak olursak, genç nesillerin omuzlarında taşıdığı yükün herhangi bir kişinin sırtında taşıyacağı fiziksel yükten kat be kat daha fazla olduğunu fark ederiz.
Hiçbir zaman ekonomik olarak ebeveynlerini geçemeyecek, geride bırakamayacak bir nesil, kendi ayaklarının üzerinde durmayı başarmada ciddi zorluklar çekerek yetişmektedir. Peki bu zorluklara çare bulacak adres neresidir?
Bu noktada dijital neslin yaşadığı sıkıntıları çözecek yer kaçınılmaz olarak siyasetin kendisi, yani ülke yönetimidir. Tabi, dijital neslin sorunlarını maalesef sanayi devriminin yarattığı siyasada yetişmiş olan bir nesil anlayamaz. Ki zaten anlayamamakta, empati kuramamakta ve bu nesli “şımarık” olarak nitelendirerek geçiştirmektedir. İroniktir ki, bu tutum bir önceki neslin de kendilerine takındığı tutum ile birebir aynıdır.
—
Peki, gençlerin dertlerine bu ülke nasıl çare bulacaktır? Çözüm basittir. Siyaset gençleşmelidir.
Bugün parlamentoda bulunan 50 kişilik milletvekiller kadrosunda sadece 1 tanesi 40 yaş altındadır!
Parlamentoda 35 yaş altı milletvekili yoktur!
Parlamentoda 30 yaş altı milletvekili yoktur!
Parlamentoda 25 yaşında bir milletvekili yoktur!
Bu da aslında ülke politikalarını belirleyecek parlamentonun yeni nesilleri için “boomer” olduğunu, dijital neslin sıkıntıları ile ilgili her ne kadar “bilgisi” olsa da empati yapmakta zorluk çekeceğini gösteriyor. Ki durum tam da budur!
Çoğu siyasi parti 18-35 yaş arasındaki kitleden kopuktur. Genç nesil için aylık gelirlerinden daha önemli olan iklim değişikliği, plastik kullanımı, sokak hayvanlarının hakları, toplu taşıma ihtiyacı, çevresel mücadele ve benzeri diğer mücadeleler ülke siyasasında hep ikincil öneme sahiptir. Doğal olarak da 18-35 yaş arası elini eteğini bu karanlık çağlardan kalmış siyaset ortamından çekmiştir.
Peki ne yapacağız?
“Genç olsun da taştan olsun” demesek de, 50 kişilik parlamentoda 35 yaş altı vekil sayısının ciddi anlamda artması gerektiğine inanmaktayız.
Hatta büyük başarılara imza atmış 25 yaşında birkaç genç de parlamentoda milletvekili olsa fena olmaz hani.
Kıbrıslı Türklerin 25 ve 35 yaşlarında nitelikli gençleri vardır ve nitelikli genç oranı diğer toplumlardan çok daha yüksektir. Ve eğer yeni nesillerin sorunlarına çözümler bularak onların bu ülkede kalmasını sağlamak istiyorsak ve bunda samimiysek, artık gençleşme söylemini sadece bir söz olarak görmekten vazgeçip siyasetin güncellemesi olarak kabul edeceğiz.
İnanın ki, bu toplum bu güncellemeye hazırdır.