Tayfun Can Onuk
tayfuncanonuk@gmail.com
Aşk hastalıklı bir biyokimyasal tepkime mi, masallara layık mutlulukların anahtarı mı? Tek eşlilik küçük burjuva ahlakının istenmeyen çocuğu mu kalp huzuruna giden yol mu? Mülkiyet kapitalist bir kurmaca mı yoksa seven sahiplenir mi? Can sıkıntısına tahammülü olmayan, uyaran bağımlısı bireyci yalnızların çağında kuir aşk orta sınıf ahlakından sıyrılıp sınırlarını mı aşmalı, Ferhat ile Mecnun olmak için bir ömür mü harcanmalı? Sizi çok tatlı bir kafa karışıklığına davet ediyorum…
“Çağımızda aşk saldırı altında!” dediğimde kulağa çok nostaljik geleceğini biliyorum. Serde edebiyatçılık var, nostalji benim mesleki formasyonum biraz. Ayrıca, sizi bu saldırıya da ikna edebileceğimi düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz çağa dikkat dağınıklığı çağı demeyi ilk akıl eden kişi, ne yazık ki, değilim. Akıllı telefonlar ve sosyal medya sayesinde/yüzünden canımızın sıkılmaya hiç fırsat bulamadığı bir uyaran bolluğu içinde yaşıyoruz. Bu, her ne kadar kulağa büyük bir avantaj gibi gelse de, kendimize dair farkındalığımızı ilkel memeliler seviyesine indirgiyor. Uyanık olduğumuz sürede beş dakika boş kalmadığımız mevcut koşullara baktığımızda can sıkıntısının, belirli süreler için uğraşışız kalmanın aslında insanın kendini ve dünyayı keşfi için çok işlevsel olduğunu net bir şekilde görüyoruz. En son ne zaman kendinize nasıl hissettiğinizi sordunuz ya da en son ne zaman yapacak bir şey olmamasının verdiği sıkıntı ile gözlerinizi içinize çevirdiniz? Bizden önceki nesillerin kendiyle kalmak zorunda kaldığı zamanlarda, malumunuz, biz telefonlara sarılıp biraz Instagram hikâyesi izliyor ya da moda deyişle “stalk” yapıyor, en olmadı hangi paylaşımımızın kaç beğeni aldığını kontrol ediyoruz. Bu farkındalığa kendinizde erişmeniz zor geliyorsa, etrafınızdaki canı sıkıldığı için uyuşturucu yoksunluğu çekercesine öfke nöbetine giren çocuklara bir göz atın. Uyaran, tıpkı şeker ya da eroin gibi bağımlılık yapar, daima daha fazlasını ister ve azıyla yetinemezsiniz. Dürüst olalım, oldukça ilgi çekici bir aksiyon filminde bile filmin akışı azıcık yavaşlama eğilimine girdiğinde dahi telefona bir göz atmıyor muyuz? Hah, işte bu uyaran bağımlılığının bir göstergesi. Atalarımız köye gelen destancının teknolojik olanaklardan yoksun anlatısı ile tam bir uyarılma hali yaşayabiliyorken bizler üç boyutlu görüntü ve odayı saran ses kalitesine rağmen çok çabuk sıkılabiliyoruz. Can sıkıntısıyla başa nasıl çıkacağımızı da düşünmek zorunda değiliz çünkü Youtube’da daima yeni video önerileri, 9GAG’de sonu gelmeyen espriler, Onedio’da bambaşka listeler var. “Bunun konuyla ne ilgisi var?” demenize mahal vermeden, damardan ilerliyorum.
Aşka Yürek Gerek, Anlasana (1)!
Efendim, cüretkâr bir iddiam var: Canı sıkılmayan âşık olamaz! Burada konu duygu okuryazarlığı kavramına geliyor. Her ne kadar ne zaman, hangi duyguyu, hangi sebeple hissettiğimizden çok emin olduğumuzu düşünüyor olsak da bu konuda sürekli sınıfta kalıyoruz. Pek çoğumuz birim zamanda ne hissettiğimizi dahi ayırt edemiyoruz. İnsanın kendi duygularını ustaca okuyabilmesi için dil birikiminden kaynaklanan bir duygu bilgisi ve duyguları anlamaya ayırmalık zaman gerekiyor. Günümüzde bu ikisinden gittikçe daha yoksun hale geldiğimizden, “modum düştü” ile “elektrik alamadım” arasında sisli bir duygu evreninde sıkışıp kalıyoruz. Oysa etkilenme ile hoşlanmayı, sevme ile âşık olmayı ayırt edebilmek için kendimizle kalmaya ve kendimizle konuşmaya ihtiyacımız çok büyük. Bu ihtiyacı karşılayamadığımız için çevremizde neden başladığını anlayamamışken neden bittiğini hiç anlayamadığımız ilişkiler akıp gitmiyor mu? Haydi, günah çıkaralım! Bir kişiyi arzuladığınızda esas arzuladığınızın o kişi mi yoksa sadece yalnız olmamak mı olduğunun hesabını çıkarıyor musunuz? “Aşkım”, “Sevgilim” ya da “Bi’tanem” gibi hitapları kullanırken bunların altının dolu olup olmadığına bakıyor musunuz? Canınızın sıkılmasına bir çare olarak flörtleşirken hayatınızdakilere verdiğiniz değerin ve bu değeri uygulamaya döküp dökmediğinizin karnesini çıkarıyor musunuz?
Bu sorulara cevabınız derinlikli bir evet ise, başımın üzerinde yeriniz var. Ama araştırmalar bize aksini gösteriyor. Özellikle ergenlere “Nasıl hissediyorsun?” diye sorduğumuzda cevap verebilecekleri duygu sözcükleri varlıklarının 3-4 sözcükle sınırlı olduğunu, bunların bir kısmının (canım sıkılıyor ya da hiçbir şey hissetmiyorum gibi) da aslında duygu olmadığını görüyoruz. Yetişkin olarak bizim de notumuz düşük, böyle olması da şaşılacak bir durum değil. Merceği kendimize çevireceğimiz bütün zamanları sosyal medyanın uyaranlar diyarına ipotekledik neticede. Duyguları okuyabilmek sakinlik, boş zaman, bilinçli farkındalık (eng. mindfulness) gerektiriyor. Kapitalizmin bizi daha işlevsel hale getirmek için en zekice icatlarından olan çokeylemlilik (eng. multitasking) bizi bundan çok uzağa attı. Bir yandan arkadaşla sohbet edip telefonda Instagram’a göz atıyorken içsel bir aydınlanma yaşanmıyor. Oysa uyaran bağımlılığı geliştirmemiş, uyarılma olanakları da oldukça sınırlı atalarımız ve analarımız aşk acısıyla gecelerce kıvranıyor, bu acıyla farkındalıklara koşuyor, aşkını mısralara döküyor, duygularından emin olana kadar kendiyle hesaplaşıyordu. “Ne varsa eskilerde var!” demiyorum, ancak farkındalık yoksunu olduğumuz konusunda da uzlaşmış gibi devam edelim.
Lay Lay Lom Galiba Sana Göre Sevmeler… (2)
Orta sınıf ahlakının bel kemiği küçük burjuva na-LGBTI bireyler bile tek eşliliği, özveriyle sevmek ile bireysellikten ödün vermemenin çatışmasını, flörtün cazibesi ile monotonun güvenden sıkıcılığa kayan tadını tartışıyorken kuir aşk biraz daha topun ucunda. Haksız da değiliz, orta sınıfın hepten ahlak dışı bıraktığı bireyler olarak tek eşliliği, geleneksel ilişkilenme biçimlerini, sadakat ile arzuların çelişkisini ilk biz sorgulamak ve aşmak zorunda kaldık. Bu konuda LGBTI dünyasında çelişki olmadığını sanmayın. İlişkilere geleneksellikten uzak bakış açıları geliştirmek için mesai harcayanlar kadar “Sevmezsem birlikte olmam!”ı yaşatmaya çalışanlar da var. Burada oldukça bireysel tespitler ile konuşuyorum, üzerime aktivist okları çekme niyetim yok. LGBTI+ kimliği taşımak insanı içsel bir çatışmaya sürükleyebiliyor. Hangi cephenin parçası olacağız? Eski moda olmakla itham edilen geleneksel ilişkileri sürdürmek için edebî umutlarla yürümek mi, kentli çağdaş bir na-hetero bireyden beklenen modern yaklaşımları hayatına dâhil etmek mi? Aşkı kuir teori ile açıklamaya çalışırken kalbimiz tam olarak nereye düşüyor?
Tek eşliliğin insanın evrimsel sürecine ters olduğu iddiasını da burada görmezden geleceğim; evrimsel dürtülerin ötesinde derinliğe sahip duygusal varoluşlar olduğumuza inanarak hayatta kalıyorum. O zaman?
Bireysellik tutkusunun LGBTI ilişkileri için daha sarsıcı bir risk olduğunu söylediğimde kulağa haddini aşmış geleceğini biliyorum, yine de söyleyeceğim. Orta sınıf ahlakı, bu ahlakı bilinçli ya da bilinçsiz içselleştirmiş bireyleri aşama aşama geçilmesi gereken bir ilişki basamakları şemasına ikna ediyor. Hayatının geri kalanını geçirmek istediğin kişiyi bul, ortak bir ekonomi kurarak hayatını inşa et, aileni kur ve çocuk sahibi ol, çocuklarına en iyi geleceği sunmak için çalış, mürüvvet gör…
LGBTI ilişkilerde bu basamakların hayata geçirilemeyeceği ön kabulü, ilişkinin belki de en rayına oturduğu anda çifti “E, şimdi?” sorusuna yöneltebiliyor. “E, şimdi?” biraz da insana sürekli göz kırpan uyaranların harika diyarının dinginleşen ve moda deyimi ile “heyecanı kalmayan” ilişkiye karşı oynadığı çeldirici rol ile de alakalı diye düşünüyorum. Elemanından memnun olsa da sürekli iş ilanı veren bir işveren gibi, “Ya dışarıda daha iyisi varsa?” insanın içini kemiriyor. Tahmin edersiniz ki geleneksel bir çifti bir arada tutmak için seferber olacak sosyal destek ve mekanizmalar kuir aşklar için devreye çoğu zaman girmiyor.
Burada haklı olarak “E, ya gerçekten dışarıda daha iyisi varsa?” diye sorabilirsiniz. Ben de “Ya yoksa?” diye sormak için bunca satırı tükettim. Ya sıkıntı olduğunu sandığınız şey güvense, ya heyecansızlık dediğimiz şey 7/24 hissetmeye alışık hale geldiğimiz anksiyetenin keyifli yokluğuysa? Bir de, en acısı, ya bunları sormakta geç kalırsak?
Uyaranlar âlemi bir yandan, içgörü yoksunluğu diğer yandan, “Tek eşlilik mi kaldı artık bu yüzyılda?” öte yandan saldırınca hayatımızdaki kişinin değerini, anlamını, kapladığı alanın eşsizliğini fark etmemiz çok, çok zor olabilir.
Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde, Kuir Bir Kıyl-u Kâl İmiş Ancak (3)
Evet, kafası karışık kalbi kendinden emin bir yazarın son satırlarına erişmiş bulunuyoruz. Burada elbette kuirin özgürleştiren, orta sınıf ahlakının ve kapitalist kurguların sınırlarından bizi kurtaran, geleneksel kabullerin ötesinde var olma alanları açan eşsiz değerini yok sayıyor değilim. Fakat bunları anlatmayı zaten yürekli aktivist arkadaşlar lâyıkıyla yapıyor. Ben sadece bir eski zaman duygusalı olarak sonuna kadar haklı toplumsal varoluş mücadelesinin yıpratan, öfkelendiren, törpüleyen akışı ve modern çağın baş döndüren hareketliliği arasında aşkı kurban etmeme ihtimalinin de değerlendirilmesi için yazıyorum. Bir an için durun, kendinizi duyun. Geleceğin zihni özgür çocuklarının okuyacağı masalsı kuir aşkları da içimizden birilerinin yaşaması gerekiyor. Nerdesin aşkım? Ben buradayım!
Kaynakça:
1. Türkçe şarkı sözü: Aşka yürek gerek, anlasana! Her defa yanıyorum ama gitmeliyim
2. Türkçe şarkı sözü: Lay lay lom galiba sana göre sevmeler, hopa şinanay galiba sana göre sevilmeler…
3. Fuzûlî’nin meşhur mısraı: Aşk imiş her ne var âlemde, ilm bir kıy-ü kâl imiş ancak (Âlemde ne varsa aşk imiş, ilim ancak dedikoduymuş)