Yaşı yetenler hatırlayacaktır, 12 Eylül darbesinin ardından Kenan Evren ve arkadaşlarınca hazırlanan ve Türkiye’nin başına bela olan anayasa oylanırken de kapkaranlık bir siyasi iklim vardı.
Diktatör Evren şehir şehir dolaşıyor, “Anayasaya Evet” çağrısı yapıyor, Hayır’cıları vatana ihanetle, teröristlikle suçluyordu. Dönemin tek kanallı siyah beyaz televizyonu, gazeteler diktatörün emrindeydi. Son derece kısıtlı teknolojik imkânlarla, sadece sol- sosyalist grupların yürütebildiği, halka ulaşabilmesi mümkün olmayan, umutsuz bir Hayır kampanyası yürütülüyordu.
Cep telefonları, internet yoktu. Cebimize doldurduğumuz jetonlarla şehre dağılıp farklı semtlerdeki sokak telefonlarından rastgele numaralar çevirerek karşımıza çıkana “Anayasaya hayır” demesi çağrısında bulunuyorduk. İnsanlar korkuyordu tabii evlerini arayan gençlerin propagandasından. Mesajımızı sonuna kadar dinleyen çok az kişi oluyordu…
Gazetelerde diktatörün boy boy fotoğrafları, “Anayasaya evet” çağrılarının hemen altında kitap dolu bir masanın arkasına dizilmiş gençlerin gösterildiği “hayır propagandası yapan teröristlerin yakalandığına dair” haberler yer alıyordu. O referandumda hayır pusulasının rengi maviydi. Köşesinde “gökyüzü ne kadar mavi” dediği için yazarlar hakkında soruşturma açılıyor, hatta bazısı tutuklanıyordu. Hayır imasında bulunabilme cesaretini gösteren az sayıdaki gazete yasaklanıyor, toplatılıyor, yazan gazeteciler gözaltına alınıyordu. Diktatör, devletin tek sahibi olarak ele güne karşı kurduğu sandıkta, elindeki tüm imkanları seferber etmesine rağmen korkuyordu.
Diktatör korkuyordu… Çok korkuyordu hem de…
Sonunda korkunun gücüyle o berbat anayasasını kabul ettirdi diktatör! Ülke 1982’den bu yana orasından burasından kırpılan ama hiçbir iktidarın vazgeçemediği, gerçekten değiştirmeye yeltenmediği 12 Eylül anayasası ve hukukuyla yönetildi. Hangi etiket altında olursa olsun hiçbir siyasi parti, hiçbir iktidar, 82 Anayasasına alternatif olacak demokratik, özgürlükçü, katılımcı bir anayasa taslağını hazırlayıp toplumun önüne koyamadı. Hiçbir iktidar, elinde ne kadar güç olursa olsun, 12 Eylül Anayasasını topyekûn değiştirmeye kalkışmadı.
Sonuçta diktatör öldü ama bıraktığı korkunç miras 35 yıldır yaşıyor…
Türkiye 16 Nisan’da yeni bir referanduma gidiyor. Her ne kadar iktidar bunun bir “anayasa referandumu” olduğunu söylese de aslında öyle değil. Önümüze konulan 18 maddelik paketle Türkiye’nin zaten özürlü parlamenter demokrasisi yerini tek adam rejimine bırakacak.
16 Nisan 2017 ile 1982 yılı şartlarının benzerliği tüyler ürpertici. Muhalefetin susturulduğu, “Hayır” diyenlerin gözaltına alındığı, tutuklandığı, işinden atıldığı, sokaklarda saldırıya uğradığı, OHAL koşullarında gidiliyor sandığa. Sadece devlet televizyonunun değil, yüzlerce özel radyo televizyon kanalının da sıkı denetim altına alındığı, her kanaldan tek bir sesin yükseldiği, açıkça suç olmasına rağmen YSK’nın sessiz kaldığı, 35 sene öncesine rahmet okutan bir ortam. Yurtdışında propaganda yasağı olmasına rağmen Avrupa ve Kıbrıs’ta YSK’nın kayıtsız bakışları altında suç işlendiği bir referandum…
Bütün bu güce, baskıya, ortalıkta uçuşan milyonlarca dolara rağmen araştırmalar Evet ve Hayır oylarının başa baş olduğunu söylüyor. Bu koşullarda bozulamayan bu yakın oranlar, düşünün ki referandum gerçekten demokratik bir ortamda yapılabilseydi ne kadar farklı çıkabilirdi…
Sadece 1 hafta kaldı referanduma. İstanbul sokaklarında korku bulutlarının dağıldığını, yerini öfke ve kızgınlığa bıraktığını artık gözle görmek mümkün. Anadolu’nun dört bir yanında bulaşıcı bir cesaret dalgası her geçen gün daha fazla insanı referandum tercihini yüksek sesle söylemeye yöneltiyor. İtirazını yükseltenlerin sayısı ve çeşitliliği arttıkça cesaret daha da büyüyor.
1982’de bir diktatöre boyun eğen Türkiye, 2017’de eksiğiyle gediğiyle parlamenter demokrasinin bir tek adam rejimine dönüştürülmesine itiraz edebilecek mi? Bu mümkün… Artık çok mümkün!
***
Türkiye seçim kanununa göre suç olmasına rağmen, Kuzey Kıbrıs’ta gürültücü bir Evet kampanyası yürütülüyor. Afişler, pankartlar, konvoylar, malum mahallelerde kapı kapı dolaşan malum şahıslarla yasadışı bir kampanya bu. Tamam Kuzey Kıbrıs’ın bir Hollanda, bir Almanya duruşu sergilemesini kimse beklemiyor da, muhalefetteki siyasi partilerin bu yasadışı kampanya karşısında sessiz kalması ilginç… Belki de arka bahçenin genetiğiyle oynanan gülleri, artık dikensiz bitiyordur kim bilir?...