Ulaş Gökçe
İktidar hakkında çok şey söylendi. Belki de bu konudaki en bilgece düşünceyi Britanyalı tarihçi ve siyaset adamı John Dalberg-Acton “İktidar bozar. Mutlak iktidar, mutlak bozar” ifadeleriyle dile getirmişti. Gerçekten de hangi boyutta ve alanda olursa olsun iktidar, insanı bozuyor. Hükmetme, idare etme, sözünün dinlenmesi kadar mutluluk veren şey yoktur bazılarına göre. İnsanın bu yönde zafiyeti vardır. İktidarı reddeden zor bulunur. Kim Charlie Chaplin’in kahramanı gibi “Üzgünüm ama ben bir imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Kimseyi yönetmek ya da fethetmek de istemiyorum” diyecek cesareti ve nefsine tahakküm edebilecek gücü kendinde bulabilir? İktidarı fazla bulan da zor bulunur. İktidar her zaman az olur insanların çoğunluğu için. Mutlak iktidara giden yolda “bu az bulma” kilit rol oynar. Mutlak iktidara erişinceye kadar insan iktidarı az bulur, sonra mutlak iktidara erişince hemen iktidarına rakip bulur, çünkü başarısızlıklarını örtmek için nedene ve iktidarı artırmak için yeni söyleme ihtiyaç vardır. Yani ülkeye, kuruma, partiye hükmeden başka ülkelerin, kurumların, partilerin kendine rakip görmeye başlar, iktidarını bu alanlara da genişletmek için uğraşır. O nedenle iktidarın sonu yoktur: Tüm ülkeler, tüm beyinler, tüm kalpler teslim olana kadar sürer bu mücadele. İktidar uyuşturucu gibidir. Hem zevk verir, hem de öldürür. En zevk veren uyuşturucu, en ölümcül olandır. En mutlak iktidar, en ölümcül olandır. Mutlak iktidarın, öncelikle sahibi için, iyi bittiği hiç görülmemiştir. Dahası hiçbir iktidarın sonsuza kadar sürdüğü de görülmemiştir. İktidar bile zamana karşı çaresizdir. Belki de bu mutlak iktidara karşı tek tesellidir.
HÜKÜMDARLAR KILIÇLA GELİP KILIÇLA GİTMİŞLERDİ
Despotizm, tiranlık, diktatörlük, totalitarizm mutlak iktidarın isimleridir. Mutlak iktidar sabit kalırken, iktidarın alanının ismi, ekonominin, toplumun, hayatın değişmesiyle farklı bir isim alır. Roma İmparatorluğu mutlak iktidarın bugüne uzanan şekline en güzel örneklerden biriydi. İsa’dan çok önce kurulup Romulus Augustus’a kadar, yani İsa’dan sonra 5. yüzyıla kadar neredeyse tüm Roma İmparatorlarının mutlak iktidarı öldürülmeleriyle sonuçlanmıştır. Bazıları askerlerce, bazıları darbeyle, bazıları ise haznedarlarca öldürülmüşlerdi. Gaius Iulius Caesar 30 hançer darbesiyle 37’de, Tiberius Claudius Drusus karısı tarafından zehirlenerek 54’te, Flavius Julius Crispus 326 yılında babası tarafından öldürüldüler. Öldürülen imparatorlar, mutlak iktidara sahip olabilmek için tüm rakiplerini öldürmüşlerdi. Ama yine de öldürülmekten kurtulamamışlardı. Aynı dönemde, öncesinde ve sonrasında İran’dan Mısır’a hükümdarlar kılıçla gelip kılıçla gitmişlerdi. İsa’dan sonraki ilk bin yılın ortasına doğru ahir zamanlardan kalan tek adamlık daha kolektif bir diktatörlüğe dönüşür. Ortaçağ’daki derebeylerinin arasında denge güden hükümdarlar henüz yoktur ama iktidar daha az kanlıdır.
Osmanlı İmparatorluğu, mutlak iktidarın yolunun kanla sulandığına iyi bir örnektir. Osmanlı, çöken Roma’nın, Bizans’ın iktidar geleneğini aynı şekilde sürdürür, padişah kardeşleri boğdurulur, tüm rakipler öldürülür.
STALİN DİKTASI
Ama tarihin hiçbir dönemindeki tek adamlıklar, 20. yüzyılın ilk yarsındaki kadar kanlı olmamıştı. Tarihe Korkunç İvan olarak geçen ilk Rus Çarı IV. İvan’ın toplamda, oğlu dahil, 5 bin kişiyi öldürdüğü sanılıyor. Ondan 400 yıl sonra, milyonları katleden aynı toprakların hükümdarı Stalin’e tarihçiler bu ismi verecekler mi? Stalin, mutlak iktidara gelebilmek, orada uzun süre kalabilmenin tüm yöntemlerini kullanmış, bu bağlamda örnek gösterilebilecek biriydi. Önce Trotskiy, Zinovyev, Kamenev, Rıkov gibi tüm siyasi rakiplerini 30’lu yılların ilk yarısında katletti. Sonra 30’lu yılların sonuna doğru rakip olabilecek tüm kadroları idam ettirdi, çok geniş kitleleri imha ederek daha sonraki kalkışmaların da önlemini aldı. Bununla birlikte en yakın çalışma arkadaşlarının, yani Politbüro üyelerinin eşlerini, ailelerini hapse göndererek rehin aldı ve bazen aralarından seçtiği “yoldaşlarını” idam ettirdi. Artık ülke itaate hazırdı. Stalin’in yarattığı dinden farksız kişilik kültü, tüm diktatörler gibi onun da manevi ve fiziksel sonunu hazırladı. 1953 yılının Mart ayı başında bir gün boyunca haber alınamayan Stalin’in odasında sonunda bir kurye, görevi gereği, girer ve onu yerde yatırken bulur. Ancak Stalin’in evine gelen parti yöneticileri, beyin kanaması geçiren, akciğerleri iflas etmekte olan, şuuru kapalı, divana yatırılmış liderleri için “Stalin yoldaş, uyuyor” diyerek tedavinin önüne geçerler. Ancak ertesi gün doktorlar Stalin’in tedavisine başlayabilmişler, ama tüm uğraşlara rağmen hasta kurtarılamamıştı. Öldükten sonra mumyalanan Stalin, 1961 yılında gecenin karanlığında mozolesinden çıkarılır, rütbeleri ve madalyası sökülür, ucuz bir tabutta alelacele gömülür. Ölümünden sonra oğlu tutuklanır ve yıllarca hapiste, akıl hastanesinde işkence görür. Sonra kızı ülkeden kaçar ve babasının “çirkin yüzünü” dünyaya anlatır, heykelleri yıkılır, ismi şehirlerden, caddelerden çıkarılır. Mutlak iktidarın mutlak sonu böyle olur.
HİTLER’İN SONU
1945 yılının Nisan ayı ortalarına kadar Hitler savaşı kazanacağından, bir mucize olacağından emindi. Viyana kuşatılmıştı, sonra da alınmıştı, Alman askerleri tüm cephelerde teslim oluyorlardı, Berlin Sovyet ordularında gece-gündüz bombalanıyordu, sokak sokak Berlin işgal ediliyordu ama o umutluydu. Daha düne kadar neredeyse dünyanın hakimiydi. Tüm Avrupa, Asya onun emrindeydi. En güçlü ve en kalabalık ve en çağdaş ordular onun emrindeydi. Almanlar, İtalyanlar, Macarlar, Bulgarlar, İspanyollar, İskandinavyalılar ve daha pek çok halk emrindeydi. Şimdi elleri titriyordu, yemekten kesilmişti, her gün bir ordusunun teslim olduğunu öğreniyordu. Öğlen son kez sığınaktan dışarı çıktı, sonra vasiyetini yazdırdı, sonra Eva ile evlendi, sonra Eva siyanürü içti, sonra siyanürü kendisi içti ve aynı anda başına dayadığı silahın tetiğini çekti. Sonra vasiyeti üzerine iki galon benzinle yakıldı ve gömüldü. Ardından yeniden mezardan çıkarılıp yakıldı. Geride bir kafatası ve korkunç bir isim bırakacaktı. Mutlak iktidarın bir sonu da böyle olacaktı.
DİĞERLERİ
Mussolini Avrupa’nın en neşeli diktatörüydü. Kadınlar, içkiler, yemekler bu dünyada sanki de onun mutluluğu için yaratılmıştı. Yakın dostu Hitler ile dünyayı paylaşacaktı. Şimdi bir grup Alman askeriyle birlikte bir kamyonetin arkasındaydı eşiyle… Ülke işgal altındaydı, partizanlar yolları kesmişti. Bir Alman askeri kıyafetleri içinde ayakları titriyordu. Partizanlar Alman askerlerin geçişine izin veriyorlardı. Ama onu bir partizan tanıdı ve tutuklandı. Mezzegra köyü yakınlarından eşiyle kurşuna dizildi. Sonra Milan’da bir petrol istasyonunda eşiyle birlikte ayağından asılarak cesedi günlerce teşhir edildi, ardından da bir kimsesizler mezarlığına gömüldü. Mutlak iktidarın bir sonu da böyle olacaktı.
Sonra İtalyan ve Alman faşist liderler idam edilecekti. Sonra Macaristan, Rusya, Ukrayna, Çekoslovakya, Yugoslavya, Polonya’daki yerel hükümdarlarla işbirlikçileri infaz edileceklerdi.
Romanya’nın komünist lideri ve aslında tam anlamıyla padişahı Çavuşesku Varşova Paktı ülkeleri asındaki en gaddar ve iktidarı en güçlü lideriydi. Birkaç ayda iktidardan oldu ve kendisine destek için toplanan yüz bin kişilik bir mitingde sonun başlangıcına adım attı. 4 gün sonra, 25 Aralık 1989’da eşiyle birlikte, uyduruk bir mahkemenin ardından kurşuna dizildi.
“İKTİDAR MUTLAK GİDER”
Afrika’dan Avrupa’ya, Asya’dan Amerika kıtasına kadar her yerde mutlak iktidarlar mutlak bir çöküşle, iktidar sahiplerinin kötü sonuyla nihayete erdi. Kimileri öldürüldü, kimilerinin mezarının yeri belli değil, kimilerinin aileleri yok edildi, kimilerinin ismi silindi.
Bugün komşu ülkelerde yeni mutlak iktidarlar oluşuyor. İnsanlık genelde ve iktidar sahipleri tarihten hiç ders çıkarmıyor. Aynı yolu yürüyüp farklı yere varmanın yolu yok. Ama bunu iktidara sahip olanların görmeye niyeti, gördükleri zaman iktidarı bırakmak için cesaretleri yok. Biz sıradan insanların tesellisi iktidarların da, insanlar gibi ömürleri olmasıdır. Mutlaka iktidar gider. İstese de, istemese de gider. Bunu bilmek ise bize huzur ve sabır verir. Tek yapmamız gereken gittikleri günü görecek kadar yaşamak, bu sürede insanlığa, halkların bilgeliğine inancı yitirmeden, insanlık onurunu ve kendine saygıyı kaybetmeden dimdik durmak, yaşamak, yaşamak, yaşamak…