Orhan Erönen
Sol Hareket Örgüt Sekreteri
orhan.eronen@gmail.com
Çok yakın tarihte, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılında, dönüm noktası olmaya aday bir seçimle, Türkiye’deki son 21 yılın saray iktidarının sandıkta ilk kez bu kadar zorlanacağına ve anketlere göre belki de yıkılacağına şahit olacağız.
Yıllardır tüm idari mevkileri liyakattan yoksun bir şekilde dolduran AKP rejiminin kendi yandaş kadroları ile ele geçirmiş olduğu dini, iktisadi, siyasi ve askeri kurumların, seçimlerin ardından, belirli seçim senaryoları dahilinde ne gibi rollere bürüneceği, seçim sonrası Türkiye’nin kaderini belirleyecek.
Şu ana kadar yapılan birçok ankette, cumhurbaşkanlığı seçimin en kötü ihtimalle ikinci turda muhalefetin zaferi ile sonuçlanacağı, mecliste de Cumhur İttifakı’nın bu güne kadar yandaş sermaye ile simbiyotik bir şekilde edindiği çoğunluğu kaybedeceği görülüyor. Böyle bir senaryoyu mümkün kılan en önemli olgulardan biri, HDP-Yeşil Sol Parti önderliğinde, Türkiye İşçi Partisi’nin de sosyal medya ve sahadaki enerjisiyle (son zamanlarda TİP liderliğinin şaşırtıcı tavırlarını seçim sonrası tartışmak üzere), samimi bir siyaset güderek genç jenerasyona da hitap edebilen Emek ve Özgürlük İttifakı’nın desteğidir. Millet İttifakı’ndaki birliği yıllardır ayakta tutup, bir birleştirici rolüne yakışarak bürünen CHP’nin seçim kampanyasında, güneydoğuda çözüm ve yerel yönetim özerkliği, çeşitlilik, halkın gerçek temsiliyetini ön planda tutarak, bu bağlamda Emek ve Özgürlük ittifakından da destek alarak, hem cumhurbaşkanlığı, hem de mecliste başarı yakalaması aritmetik olarak da çok mümkün görünüyor.
Öte yandan, diktatörlerin seçimlerle iktidardan inmesi, ilk bakışta pek akla yatkın bir ihtimal olarak gözükmez. Bu ihtimalden yola çıkarsak, provokatif bir senaryodan bahsetmek pek de vakit kaybı olmaz düşüncesindeyim. Ergenekon davalarını takiben ve 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana Türk ordusu yönetim kadrolarının neredeyse tasfiye edilip saray rejimi tarafından bizzat yeniden şekillendirilmesi, yokluktan yaratılan ‘bekçi’ kadrolarının da dahil olduğu silahlanmış bir milis güç varlığı, seçim sonrası için en hafif tabirle bir tehlike sinyali veriyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde oldukça ‘dönüştürücü’ etkiye sahip ordunun yeni büründüğü bu kimlikle, ‘yerel yönetim özerkliği’ ile Kürt ağırlıklı siyasi yapıları ile atılacak her türlü köprünün üzerinde kâbus gibi çökmesi ihtimali, 21 yıldır yaratılan kusursuz bir diktatörlüğün son kartı olarak kullanılabilir. Bu köprülerden kasıt, çözüm süreci dahilinde ‘terörle mücadele’nin sivil ve barışçıl erke geçmesi ve yerel yönetimlerin merkezi yapıyla özerk bir bağa geçirilmesidir. ‘Kâbus’ gibi çökmekten kastın ne olduğu pek tabii anlaşılmıştır.
Şu anda Millet İttifakı’nda yer alan ama Kürtlerle olan ‘kan davası’ asla sonlanmayacak bir Meral Akşener önderliğindeki İyi Parti’nin ve ne yaptığı aslında çok belli olan, seçim sonrası siyasi arenadan silinme ihtimali yüksek Muharrem İnce’nin ve partisinin hep birlikte kendilerini mevcut muhalefetin özerklik söylemi karşısında, Cumhur İttifakı güdümünde ve ordunun yanında bulması da şaşırtıcı bir sonuç olmaz. Bir ihtimalle, bu senaryonun kendisi, 21 yıllık karanlığın getirdiği irrasyonel bir korku olarak da pek tabii değerlendirilebilir. Ancak bu, ihtimal dışı olduğunu göstermiyor.
Tüm bu ihtimaller karşısında, taçlandırmamız gereken olgular da duruyor. CHP’nin önderliğinde yapılan birleştirici açılımlar, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın de katkısıyla büyük bir ‘halklar ittifakı’na dönüşmüş durumdadır. Yukarıdaki ihtimallerin karşısında, muhalefetin bu söylem ve siyaset tutarlığı büyük bir sınava tabi tutulacak. Göçmenler meselesi, yeni çözüm süreci ve tüm ülkeye sirayet etmiş liyakatten yoksun yapının baştan aşağı demokratik bir sürece doğru evrilmesi, uzun yıllar sürecek bir pratik gerektirecek.
Diğer yandan, 2023 seçimlerinde ilk kez oy kullanacak 6 milyonluk oy potansiyeline sahip genç neslin, önemsediği konular olan adalet, liyakat ve şeffaf ekonomi beklentileri ışığında, mevcut iktidarın karşısında yer alacakları, ancak mevcut muhalefeti de sıkı eleştirel bir şekilde izleyip takip edecekleri bir gerçek.
Muhalefetin yurtiçi söylemindeki bütünlükten yola çıkarsak, AKP rejiminin Kıbrıs’ın kuzeyinde güçlendirdiği sömürgeci ve kutuplaştırıcı anlayışı tersine çevirmek için adımlar atması gerektiğini görüyoruz. Bunu da Kıbrıs’ın kuzeyinde, bu anlayış karşısında en sert ve tutarlı bir biçimde durabilen örgütlerle işbirliği içinde olarak gerçekleştirmesi şart. Aksi takdirde kendimizi, neo-Osmanlı kıyafetinden sıyrılmış, yeniden ulusalcı bir sahiplenme ile şekillenen bir ilişki içerisinde bulabiliriz. Bu aşamada, bizler için Emek ve Özgürlük İttifakı’ndaki partilerle ve ayrıca CHP ile enternasyonal dayanışmayla şekillenen ilişkiler kurmak çok önemli.